Sn. Erdoğan: OPERASYONU “OPERA-ŞOV”A ÇEVİRİYORDU

817
Paylaş:

23 Aralık 2018

Harp sanatında, Milli Savunma ve saldırı sahasında; tarih boyunca bütün kurmayların ve uzmanların ittifakla ortaya koydukları en önemli ve gerekli prensip ve stratejilerin başında “Gizlilik” geldiği bilinip durmaktadır. Hz. Peygamber Efendimizin: “El-harbü khud’atün = Harp (düşmana karşı) hile ve aldatıp tuzağa düşürme sanatıdır” hadisleri de bu gerçeği vurgulamaktadır. Lider şahsiyetler; “söylemleri açık ama stratejileri saklı ve kapalı” insanlardır.

Ancak, Sn. AKP Genel Başkanı’nın, bir yandan “Bir gece ansızın gelebiliriz!” sözlerini tekrarlarken, öte yandan günler ve haftalar öncesinden “Fırat’ın doğusuna, yani PKK-Amerika kumpasına karşı bir saldırı başlatacaklarını açıklayıp durması”, eğer kasıtlı bir ifşaat değilse, ucuz kahramanlık edebiyatı ve Milli çıkarlarımızı seçim istismarı yapma lafazanlığıydı. Suriye’de bir Kürdistan koridoru oluşturmak, Irak ve Suriye petrollerini Akdeniz’e taşımak ve tabi Türkiye’yi güneyden kuşatmak amacına yönelik, PYD-ABD hazırlıklarını boşa çıkarmak üzere TSK’mızın başlatacağı oldukça önemli, gerekli ve tarihi bir harekâtı, günler öncesinden bütün dünyaya duyurmak, en azından böyle bir operasyonu “opera-şov”a çevirme bahtsızlığıydı.

Bu tavır, ciddiyet ve mes’uliyet sahibi bir devlet adamlığıyla bağdaşmazdı. Bu tavır, bilge kişilerin ve kalıcı sonuçlara kilitlenen liderlerin tarzı olamazdı. Bu talihsiz ve tedbirsiz tavır, şahsi makam ve çıkarları için her şeyi, ama her şeyi; Dinini, devletini, ülkesini, milletini, askerini hiç çekinmeden istismar ve suiistimal edebilenlerin yaklaşımıydı.

Acaba Sn. Erdoğan, Suriye sınırımızda ve Fırat’ın doğusunda yapılacak bir askeri harekâtı, günler öncesinden deşifre ve bir nevi dejenere etmekle, şu sonuçları doğurmuş sayılmayacak mıydı?

1- Başta Amerika, sonra PKK ve YPG eşkıyaları bu operasyona karşı gerekli tedbirlerini alacaklardı.

2- En azından, saldırı yapılacak bölgeleri terk edip kaçacaklardı.

3- Böylece kayıplarını ve zararlarını en aza indirmiş olacaklardı.

4- Erdoğan’ın bu gereksiz ve bizce ağız gevşekliği açıklamaları, Rusya ve ABD’nin ortak hazırlık yapmalarına yol açacaktı.

5- ABD güdümündeki Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkelerinin açık şekilde, İsrail’in ise gizlice PKK ve PYD eşkıyalarına yapacakları yardımları yoğunlaştıracaktı.

6- Türkiye aleyhine kampanyalar yürüten Siyonist güdümlü iç ve dış medyanın eline erkenden koz verilmiş olacaktı. Ve bu haklı ve inşaallah başarılı harekâtımızı yozlaştırıp yanlış aktarma ve aleyhimize kullanma fırsatı sunulacaktı.

Oysa büyüklerimiz; “Dostlara karşı namertliği münafıklık, düşmanlara karşı netliği ve mertliği ise mantıksızlık” sayarlardı. Hz. Ali Efendimiz: “Konuşulacak yerde susmak korkaklık, susulacak yerde konuşmak ahmaklıktır” buyurmuşlardı. Palavra politikaları ve patavatsız konuşmalar, belki günü kurtarır ve cüz’i şeyler kazandırırdı; ama geleceğimizi ve güvenliğimizi karartırdı.

Lütfen hatırlayınız; Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarında da belirlediğimiz hedeflere varmamızı engellemek için neler yapılmıştı: Zeytin Dalı Harekatı’nda Türkiye, YPG/PKK’lıları Münbiç’e doğru kovalamış, ancak Fransız ve ABD’li askerler araya girerek PKK’yı himayeleri altına almışlardı. Oysa DAEŞ’i Suriye’de El-Bab bölgesinde mağlup eden Türkiye Cumhuriyeti ve TSK’mızdı. El-Bab’ı ilk yokladığımızda 300 DAEŞ’li olduğu konuşulmaktaydı. Ama biz orada 2 bin 300 DAEŞ’liyi saf dışı bırakmıştık. Çünkü ABD Rakka operasyonunu durdurmuş ve Orta Fırat bölgesindeki tüm teröristleri El-Bab’a yollamıştı. Bunlar silahları nereden almışlardı? Peki neden hiçbir ülke bunları vurmamıştı? Adamların yeri yurdu belli olmasına rağmen, niye ABD ve Rus uçakları bunları bombalamamıştı? Çünkü bilerek yapmamışlardı.

Ve şimdi Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâtın bizim açımızdan büyük riskler taşıdığı tartışılmazdı. Ama mutlaka yapılması lazımdı. Bu harekâtla başarı şansımız ve askeri donanımımızın testi yapılacaktı. Büyük bir sinir harbi yaşanacaktı. Ama yapmazsak, bizi bölmeye cesaret kazanacaklardı. İşte bu nedenlerle; aniden ve PKK-YPG’nin belini kıracak darbelerle saldırmamız gerekirken, günler öncesinden yaygara koparılması elbette yanlıştı.

Çünkü zaten ABD, Rusya ve terör örgütleri, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’nda Türkiye’nin askeri gücünü test etme imkânı bulmuşlardı ve daha hazırlıklı durumdalardı. Biz Zeytin Dalı’nda onları yendik ama, onlar bu yenilgiden ders almışlardı. Yarın çıkacak meskûn mahal çatışmalarından, siyasi tıkanıklıklardan yararlanıp bize karşı etkili bileşik operasyonlar yapmaya kalkışacaklardır. Evet, Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK’yı ezmek ve Amerika’yı bezdirmek zorundayız. PKK’ya sağlanan himayeyi kesmek durumundayız. Bakınız, Azez’de, El-Bab’da bombalar patlamaya, Afrin’de YPG ile Özgür Suriye Ordusu çatışmaya başladı. Ardından bir subayımız şehit oldu. El Rıfat’tan ateş açıldı.

ABD’nin Suriye’den çekilme tuzağı ve “Özerk Kürdistan’ı kurma” pazarlığı

Birdenbire Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceği haberleri çıkmıştı. Amerikan güçlerinin bölgeden çekilmesinin 60 ile 100 gün süreceği konuşulmaktaydı. Oysa bu şeytani bir tuzaktı ve Suriye’de bir Özerk Kürdistan oluşturma pazarlığıydı.

ABD’nin Suriye’den çekilmesine dair haberler doğru okunmalıydı. Acaba bu karar ne maksatla ve neyin karşılığı alınmıştı? ABD Suriye’deki üslerle ilgili varlığını mı ortadan kaldıracaktı? DAEŞ’le mücadele gerekçesiyle bölgeye konuşlandırdığı deniz piyadelerinin ve savaş gemilerinin çekilmesini mi sağlayacaktı? ABD 23 üssünü kime bırakacaktı? Çünkü ABD, DAEŞ’le mücadele için Suriye’ye dalmamıştı. O gerekçe üzerinden İsrail’in güvenliğini sağlamak başta olmak üzere, coğrafyayı domine eden bir başka terör örgütü olan YPG-PYD’ye özerk alan açılmaktaydı. Yaklaşık 50 bin kilometrekare, (yani, Suriye’nin 3’te biri, tamamı 175 bin kilometrekaredir) YPG-PKK’ya tahsis etmiş durumdaydı. İşte bu alanda, sınırımızın biraz daha uzağında ve Suriye’nin ortasında Rusya ile anlaşarak bir “Özerk Kürdistan” kurulacaktı.

Kısaca Türkiye’nin ciddi, etkili ve netice verici bir operasyon yapmasını önleyici bir sahte tavırla karşı karşıyaydık! ABD, psikolojik harekât, aldatma, yanıltma, şaşırtma, oyalama ve kandırma tuzakları kurmaktaydı. Bu şartlarda Türkiye’nin, Amerika’ya güvenmesi, başımıza yeni belalar açacaktır. Yıllardır dost ve müttefik kılıfıyla Türkiye’ye sinsi bir düşman gibi davrandığını unutmamalıdır. “Ben DAEŞ’le mücadele için buradayım.” diyen Amerika’nın asıl amacı, Suriye’nin ve Irak’ın üniter yapılarını bozdukları gibi Türkiye’yi de parçalamak, Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirip, Büyük İsrail’e zemin hazırlamaktır.

Zaten Suriye’nin geleceği konusunda ABD ile Rusya 1 yıl önce anlaşmaya varmış durumdalardı. Yani kuracakları Özerk Kürdistan’a Türkiye’yi razı etme oyunları hazırlanmaktaydı. İki ülke de bu projenin Türkiye’nin onayı ve desteği olmadığı takdirde uygulanması ihtimalinin bulunmadığını bildiklerinden, ön anlaşmalarının en kritik konusu olan Suriye Kürtleri üzerine yoğunlaşmışlardı. Rusların ‘Kuzey Irak Modeli’ Amerikalıların ‘Kamışlı Modeli’ diye adlandırdıkları ‘Kürt Oluşumu Modeli’ni bu süreç içinde planlamışlardı. Şimdilik Türkiye’yi kızdırmamak-kandırmak için Kürtleri içeren federatif bir yapı yerine, Kuzey Suriye’de sınırımızdan biraz uzakta, iç işlerinde bağımsız olacak ve sınırlarında güya Suriye bayrağının dalgalanacağı, sınır korumasının da Rusya ve ABD tarafından veya barış gücü askerlerince yapılacağı bir alanda ve güya YPG/PYD etkisinden arındırılmış bir özerk Kürt bölgesi oluşturulacaktı. Hatta Rusya ile ABD arasındaki gizli diplomaside Türkiye’nin başta buna tepki koyacağını, ama sonra Kuzey Irak’ta olduğu gibi bununla çalışmaya razı olacağını bile konuşup ayarlamışlardı. Ve şimdiden yalaka-yalama takımı “Erdoğan’ın kararlılığı, Amerika’yı Suriye’den kaçmaya mecbur bıraktı!” demeye bile başlamışlardı. Oysa ABD’nin “Suriye’den çekiliyoruz” açıklaması oldukça sinsi ve şeytani bir politikaydı ve Türkiye’yi aldatıp oyalama planıydı. Çünkü İsrail Başbakan’ı Siyonist Netanyahu bu haberin hemen arkasından: “ABD Suriye’deki etkinliğini sağlama alacak tedbirleri aldıktan sonra ayrılacak” açıklamasını yapmıştı. Bunun anlamı ABD Suriye’den resmi askerlerini çekip, özel güvenlik şirketlerini yollayacaktı.

Hatırlayınız, Fırat’ın doğusu için Türkiye bazı adımlar atmaya başlamışken, Amerika’nın tavrı bizi haklı çıkarmakta ve her şeyi ortaya koymaktaydı:

1- ABD kasıtlı olarak gevşek bir siyasi tavır koyduğundan, Suriye için Rusya daha güçlü şekilde devreye sokulmaktaydı. Suriye’de Yeni Anayasa oluşturma ve siyasi adımları atma zamanı geldiğinde neler yapılması gerektiğini Ruslar belirleyip Amerika’ya anlatmaya başlamıştı. Bunu iki liderin yaptığı zirveler dışında, Washington-Moskova arasında kurulmuş olan gizli mekanizmalarla da hazırlıyorlardı.

2- Washington’daki birimler arasında bir tek dışişleri bakanlığı ve Pentagon kendi iç tutarlılığını korumaktaydı. Diğer birimler Beyaz Saray’daki gizli çatışmaları yansıtıyorlar, aynen onun gibi bir dağınıklık içinde görünüyorlardı. Aslında bu, Yahudi Lobilerinin bir oyalama planıydı. ABD’li bazı yetkililer Suriye hakkında bir siyasi tavır konulmamış olmasından ve bir strateji bulunmamasından rahatsızlardı. Bunun tüm kozları Rusların eline vermek anlamına geldiğini savunmaktalardı. Bizdeki bazı akıl fukaralarınca aynı camia içinden çıkan ve yönetim içinde Türkiye’ye en sıcak bakan kişi olarak tanıtılan Siyonist James Jeffrey Suriye Özel Temsilcisi olunca, yönetim içindeki siyasi tavrın netleştirilmesini savunan birimler, asker hegemonyasına karşı hareketlenmiş durumdalardı.

3- “Yönetimin diplomasi ağırlıklı kanadı Suriye konusunda Türkiye’nin Rusya ile birlikte etkili olmasından son derece rahatsızdı. Ve bunun ABD’yi devre dışı bıraktığını vurgulayıp, Beyaz Saray’ı etkilemeye çalışıyorlar. James Jeffrey’in Astana sürecine karşı açıklamaları ve İdlib’te ABD’yi de devreye sokacak adımlar planlaması işte bu bağlamda ele alınmalıydı” diyen yazarın, James Jeffrey’yi Türkiye dostu gösterme çarpıtması tam bir çelişki oluşturmaktaydı. “Yönetimin askeri cephesi Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un da desteğini alarak, sınırda gözlem noktaları karşı hamlesini bu ortamda yapmıştı” yorumları yarımdı ve yanıltıcıydı. ABD Yönetiminin Suriye bağlamında kafasında en net olduğu konu, “Türkiye ile Rusya’nın artık stratejik ortak gibi hareket etmelerinden duyulan derin kaygıydı”. Hem diplomatlar hem de askeri cephe, Rusya’nın Fırat’ın doğusunu Türkiye ile Amerika’nın arasının daha da bozulmasına neden olacak bir gelişme olarak değerlendiriyorlardı.

4- Oysa sözde, DAEŞ’e karşı mücadele konusunda; gerçekte ise Büyük İsrail hatırına Suriye’yi bölme ve Türkiye’yi hizaya getirme projesinde, YPG ile birlikte hareket edileceğinin açıklandığı ilk günden başlayarak, Amerikan yönetimi bölgeye yönelik kapsamlı ve tutarlı bir strateji oluşturamamıştı. Bunda TSK’nın ve Milli odakların etkin payı vardı.

5- “Başkan Trump siyasi açıdan Suriye’ye hiçbir zaman konsantre olamadı. İpler bu siyasi boşluk nedeniyle CENTCOM ve Savunma Bakanı Mattis’in elinde bulunmaktaydı” yorumları, ABD’yi Siyonist Yahudi Lobilerinin yönettiğinin itirafıydı. Kuzey Suriye ve Fırat’ın doğusu ile ilgili kararlar alınırken Beyaz Saray pek hesaba katılmazdı. Ortada uzun vadeli bir bakış ve strateji olmadığından askerler hep günübirlik, sahanın o andaki ihtiyaçlarına bakarak kararlar almışlardı.

Serdar Turgut’un:

“Suriye Özel Temsilcisi Jefrrey Türkiye’nin İdlib’te Rusya ile birlikte başlattığı ve daha sonra Fransa ve Almanya’yı da dahil ettiği sürecin önemli olduğunu ve bazı amaçlara henüz ulaşılamasa da bu sürecin çok yakında Suriye’de başlatılması amaçlanan siyasi ve anayasal süreç için bir model olabileceğini savunmaktaydı. İşte bu yüzden İdlib’te ABD’nin de Rusya ve Türkiye ile iş birliğinde olması gerektiği yönetim içinde söylenmeye başlamıştı. Bu iş birliği İdlib’te başarılırsa, bunun daha sonra Fırat’ın doğusuna da ABD-Türkiye-Rusya iş birliğinin temel olabileceği fikrinde olanlar vardı” saptamaları da, Suriye’nin yeniden şekillendirilmesi ve hatta Irak benzeri bölünmesi konusunda, aslında Amerika ile Rusya’nın ortak planlar hazırladığını, Türkiye’yi ise taşeron olarak kullanma arzularını ortaya koymaktaydı.

“Washington’da, bölgede bir Kürt oluşumun kurulması üzerine, Rusya ile ABD anlaşması durumunda bunun Türkiye’yi rahatsız etmeyecek biçimde nasıl yapılacağı da üzerinde kafa patlatılan konular arasındaydı. Rusya’nın önermiş olduğu Kuzey Irak modelinin yapılabilirliği üzerinde düşünüldüğünü de bilmek lazımdı” tespitleri ise sorunun asıl çıbanbaşına parmak basmaktaydı.

Tam da bu kritik süreçte Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile telefonda bir görüşme yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında yapılan telefon görüşmesinde, ikili meselelerin yanı sıra güvenlik ve terörle mücadele konuları başta olmak üzere Suriye’de yaşanan son gelişmeler üzerinde durmuşlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, güya ABD Başkanı Trump’a Türkiye’nin PKK/PYD/YPG terör örgütünün varlığı ve eylemlerinden kaynaklanan meşru güvenlik kaygılarını aktarmışlardı. İyi de, meydanlarda ve halkın karşısında, PKK ve PYD’ye desteğinden dolayı ABD’ye atıp tutan Sn. Erdoğan, bunları niye Trump’a hatırlatmamıştı? Güya iki lider, Suriye bağlamında daha etkin bir koordinasyon sağlanması konusunda mutabakata varmıştı. Sahi, bu neyin mutabakatıydı?

ABD sözcüsünün skandal Türk ordusu paylaşımı, aslında her şeyi açığa vurmaktaydı! Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Bu makaleyi sesli olarak da dinleyebilirsiniz.