6 Kasım 2017
Bir rüya âleminde ve maneviyat ikliminde Cenabı Hakk’ın tecellisine ve Hz. Resulullah’ın (SAV) tezahürüne şahit olan Nüzhet Dede Hz.leri, bu vuslat halini şiir diliyle ve her beytin sonunu ilgili ayetlerle beyan buyurmuşlardır. Tam hafız ve Kur’an tefsirine vakıf olmayan bir Zat’ın, Allah kelamının bütününden süzülen bu mübarek ayetleri; hem şiirin hikmet ve hedefine, hem de kafiyeye böylesine uygun yazabilmesi, ancak İlhamla ve İlmi Ledün’e vakıf olmakla alakalıdır.
1. Dönem Ergani Milletvekillerinden, Milli Mücadelenin ve Cumhuriyetin samimi destekçilerinden, Harput erenlerinden İmam Efendi Hz.lerinin sadık bendelerinden olan hikmet şairi ve irfan bilgesi Çemişgezekli Nüzhet Dede’nin (1860 – 1942) muhterem torunu E. Edebiyat Profesörü Erhan Saraçoğlu Beyefendi, Üstadın 18 Beyitlik bir divanını bize gönderip, bunların izahını ve yorumlarımızı arzu buyurmuşlardı. Yani böylece bu hikmet öğütlerinden bizim de istifade etmemizi sağlamışlardı.
(Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lün)
Açıklaması: Sana dost olan; küfür ve kötülükten samimi bir pişmanlıkla tevbe edip ibadete koyulan mü’min kulların, rahmet kapılarına gelip sığınırlar… Her emrine ve hükmüne gönülden eğilip boyun bükmüş olarak inayet mihrabına rükû ve secde edip dururlar…
Açıklaması: Kusursuz güzelliklerinin tezahür ve tecelli bostanı ve harika sanat eserlerinin sergi sarayı olan bu dünyada yapılan her türlü iyilik ve ibadetin karşılığı da Senin katındadır. Lal (bir çeşit kırmızı elmas) misali, nur yüzündeki mübarek dudakların aşkına etrafında pervane dönenler, her türlü nimet ve fazilet ortamında ve gönül huzurundadır.
Açıklaması: (Ey Sevgili!) Dün gece rüyamda aşk ve hayranlık bakışlarım o elmas dudakları barındıran nur yüzünü seyre dalmış, manalı gözlerin çekici cazibesine takılmıştı. Gönülde ise aşkın coşup dalgalanmış, muhabbet ve hasretin iç dünyamı kaynatıp kavurmaya başlamıştı.
Açıklaması: (Ey sevgili, en şerefli, tek sevgili!) Mübarek ve münasip kaşların, o güzellik bağının etrafına kondurulan sultan çadırlarını andırmaktaydı. Yüzünün iki tarafından sarkan saçların, nur cemalin üzerinde gizemli gölgeler oluşturmaktaydı.
Açıklaması: Gam sıratından; kederli ve mihnetli imtihan yollarından aşıp, gül firdevsine; o misilsiz güzellik cennetine ve rü’yetine ulaşan sadıklar… O Hak sevdasıyla kalbi yaralı dervişanlar… Sonsuzluk yurduna ve huzuruna kavuşacaklardır.
Açıklaması: O mükemmel bedenin ve boyunla arz-ı endam edip aşık-ı sadıklarına görünmen, onların aklını başından alıp kıyametlerini koparmıştır; ve hepsi saf saf olup ayakta ve hayranlıkla bakışır durumda gelip huzurunda sıralanmışlardır.
Açıklaması: (Nur cemalini ve pür kemalini görünce) Bütün diller hayret ve hayranlığından, lal ve suskun kesilip kalmıştı; öyle ki sırdaş ve yoldaş olanlar birbirleriyle sohbet ve muhabbeti unutmuşlardı… Ve ey sevgili dost, lütfedip bir sor hele, “ne oldu size, niye konuşmuyorsunuz?” Çünkü orası dil ile değil “dıl” (gönül) ile anlaşma diyarıydı…
Açıklaması: Gönül ehli, dün geceki rüya ve tecelli âleminde ömrünü Hak yolunda yağma kıldı. Meğerki “ecellerin bir saat bile öne-geriye alınmayacağı” hükmü kaldırılıp, âşıklar sonsuzluğa ulaştı…
Açıklaması: Özürlü ve kıt anlayışlı vaizler-Hoca efendiler, Hak âşıklarına ve hakikat erbabına çatıp laf sokuştururlar. Zalim dış güçlere ve hain işbirlikçilere yaranmak için fetva uydurup, gerçekleri yazıp konuşanlara sataşırlar. Bu zavallılara sorup hatırlatın: “Yoksa kâfirler, işi sıkı tutup, zulüm düzenlerini sağlam kurduklarına ve asla yıkılmayacaklarına mı güveniyorlar? Şüphesiz Biz de işimizi (takdir projemizi ve ilahî tedbirlerimizi) sıkı tutanlar ve sonunda mutlaka intikam alıp galip olanlarız.” (Zuhruf: 79) ayetini unutmuşlar mıydı, yoksa inanmıyorlar mıydı? Mü’minlere cihat ruhu ve zafer umudu aşılamak sorumluluğundan niye kaçıyorlardı?
Açıklaması: Bu özenti ve gösterişçi külah-tesbih (sarık-cübbe) ile nereye varacağınızı sanırsınız, ey sofilik ve dervişlik taslayanlar?.. Böyle hırka örtünmek, kılık kıyafetle riyakârlık etmek; yalancılığınızı ve sahtekârlığınızı ispata yeterli bir tavırdır…
Açıklaması: İrfan ve iz’an ehlini kınayıp horlayan Hoca ve tarikat takımına, benim gibi birinin çıkıp Allah’ın riyakâr münafıklar için hazırladığı cehennemi göstermesi; “İşte bu sizin herkesi sakındırdığınız ama kendiniz inanmadığınız, sürekli hatırlatıp çağırdığınız şeydir” demesi lazımdır.
Açıklaması: Artık bırakın beni ki, kaşı-endamı çok güzel ve mükemmel olan Dost’un mihrabına başımı koyup, secde ile miraca varayım… Ey zahirperest taklitçi takımı, siz Din diye bu ruhsuz ve şuursuz şekilciliği tutup kalın… Oysa Ben “Sizin taptığınız (hurafata ve tağutlara) asla tapınacak değilim” (Kâfirun: 2) ayetinin tercümanıyım…
Açıklaması: Eğer nasip olur da, hesap gününde ve mahşerde Yüce Dost’un eteğini tutabilirsem; “Ya Rab ne olur, dünyaya dönmek ve yeniden imtihan edilmek üzere bir fırsat daha ver, eğer tekrar küfür ve kötülüklere dönersek o zaman gerçekten zalimlerden oluruz ve azabını hak ederiz” (Müminun: 107) diye zar edip ağlayarak yalvarırım.
Açıklaması: Kendi nefislerine zulm eden âşıklar, bir kere (zaten dünyada) aşk ateşine yanmışlar; Ümidim var ki, mahşer gününde bu âşık-ı sadıklar: “Artık hiç kimseye asla zulüm ve haksızlık yapılmayacaktır” (Bakara: 281) hitabıyla afvu mağfiret buyrulacaktır.
Açıklaması: İlmi Ledün (Rabbani Hikmet) ayetlerinden ne bilsin, bilgiçlik taslayan aşağı tabiatlı gafil ve cahil takımı… “Hâlbuki bunlar düşünen bir topluluk için ibretli ayetler ve hikmetler barındırmaktadır.” (Rum: 21. ayet)
Açıklaması: İşte kılı kırk yararcasına, hikmet sırlarını sizlere açıkladık. Böylece tebliğ ve tavsiye görevimizi yaptık. “Hakikaten biz size gönderilmiş Hak elçilerinin” (Yasin: 16) varisleri, hikmetin öğütçüleri ve öğreticileri makamındayız…
Açıklaması: Ey can dostum, her konuda, sahih (doğru ve sağlam) inanç ve ahlak esasları bizde bulunmaktadır. İtikadımızın bozuk olduğu iddiaları bir iftiradır. Bil ki, biz Hak yol üzerinde durmaktayız; “Öyle ise bizim sadık Müslümanlardan olduğumuza şahit ol” (Al-i İmran: 52) ki, bu bizim samimi ilan ve ikrarımızdır.
Açıklaması: Geçici bir misafirhane olan bu imtihan dünyasında, gafil ve tembel gezip dolaşma, manevi huzur ve kurtuluş kapılarını bulmaya çalış… Bir an evvel Kur’an’ın ve Resulûllah’ın kutlu yoluna ve Hz. Mevla’nın huzuruna ulaşmaya bak ki; “Hepsi ve herkes bize döneceklerdir” (Enbiya: 93) ayeti bu gerçeği hatırlatmakta ve bizleri uyarmaktadır.
Dipnotlar:
1- “Tevbeye yönelip ibadet edenler.” (Tevbe: 112. ayet) 2- “Rükü ve secde edenler.” (Tevbe: 112. ayet) 3- “Sevabın (mükâfatın) en güzeli O’nun katındadır.” (Al-i İmran: 195. ayet sonu) 4- “Her türlü nimet ve fazilet içindedirler.” (Yasin: 55. ayet) 5- “Cennette etraflarında muhabbet bakışlarını eşlerine çevirmiş iri gözlü hanımlar (vardır).” (Saffat: 48. ayet) 6- “Batınlarında (iç dünyalarında) kaynayıp durur.” (Duhan: 45. ayet) 7- “Orada sonsuz kalacaklardır.” (Araf: 42. ayet sonu) 8- “Ayakta dikilip, (şaşkınlık ve hayranlıkla) bakışacaklardır.” (Zümer: 68. ayet sonu) 9- “Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?” (Saffat: 92. ayet) 10- “Ecelleri bir saat bile öne-geriye alınmaz.” (Araf: 34. ayet sonu) 11- “Yoksa zalimler, işi sıkı tutup (zulüm düzenlerini sağlam kurduklarına)mı güveniyorlar? Şüphesiz Biz de işimizi (takdir ve tedbirimizi) sıkı tutanlarız.” (Zuhruf: 79. ayet) 12- “Siz ancak yalan söyleyen (ve riyakârlık eden) kimselersiniz.” (Yasin: 15. ayet) 13- “İşte bu sizin davet edip (gerçekse başımıza gelsin dediğiniz) şeydir.” (Mülk: 27. ayet sonu) 14- “Ben sizin taptığınız (Batıl tanrılara ve tağutlara) asla tapacak değilim.” (Kâfirun: 2) 15- “Eğer yine (inkâra ve isyana) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz.” (Mü’minun: 107. ayet sonu) 16- “(Mahşerde hiç kimseye) Asla zulüm ve haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara: 281. ayet sonu) 17- “Şüphesiz bunlar düşünen bir topluluk için ibretli ayetler ve hikmetler barındırmaktadır.” (Rum: 21. ayet) 18- “Muhakkak biz size gönderilmiş elçileriz.” (Yasin: 16. ayet) 19- “Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol.” (Al-i İmran: 52. ayet) 20- “Hepsi ve herkes Bize dönecektir.” (Enbiya: 93. ayet)
Lügatçe:
a-Ebvâb: Kapılar, b-Khem: Eğilip bükülmek, c-Gerdi Lâl: Kırmızı dudakların etrafında, ç-Dûş: Dün gece-görülen rüya, d-Dıl: Gönül, e-Cûş: Çoşmak, f-Hayme: Çadır, g-Etraf: Çevre, ğ-Saye: Gölge, h-Bilfünûn: Fenler ve cilveler ile, ı-Gam: Keder, üzüntü, i-Dılriş: Kalbi yaralı, j-Kâmet: Boy, endam, k-Samt u hâmuş: Lal ve suskun, l-Demsâz: Arkadaş, sırdaş, m-Tarac: Yağma, talan, n-Nesh olunmak: Yürürlükten kaldırmak, o-Dahl etmek: Karışmak, dokundurmak, ö-Mecâz: Gerçeğin zıddı, benzetme, p-Hırka pûş olmak: Hırka örtmek-giymek, r-Ehli Ta’an: Kınayan, dedikodu yapan takım, s-Ebrûy-i Dost: Kaşı endamı güzel sevgili, ş-Dâmen-i dost: Dostun eteği, t-Ahzetmek: Tutmak, u-Rûz-i Mahşer: Mahşer günü, ü-Denî: Aşağı, bayağı, v-Mû be mû: Kılı kırk yararcasına, y-Esrâr-ı hikmet: Hikmet ve hakikat sırları (İlm-i Ledün), z-İ’tikadatü’s – sahih: Doğru ve uygun iman esasları.
“İlm-i Ledün” Kavramı ve Kapsamı
“Ledün”; Kur’an’da, Kehf suresinde, Hz. Musa ile Hz. Hızır meselesinde geçen Arapça bir kavram olup, kelime olarak: “de, da, yanında, katında, zamanda…” manalarını taşıyan zaman ve mekân zarfıdır. Ama tasavvufta ve hikmet ulemasınca “Allah tarafından tecelli aynası nurani gönüllere ilham ve ilka olunan özel bilgi ve yorumlar” İlm-i Ledün olarak tanımlanır. Aslında sınırsız ve noksansız tam “ilim” Allah’a ait bir sıfattır. Hakkıyla Alîm olan, her şeyi, geçmişi ve geleceği bütün ayrıntıları ile kayıtsız şartsız bilip duran, gaybı ve şehadeti (görünen ve görünmeyen her nesneyi, her hadiseyi ve herkesi) aynı anda görme ve bilme sıfatıyla bütün kâinatı kuşatan ve ilmi sonsuz olan Allah’tır. Kur’an-ı Kerim’de: “(Ne var ki) Gaybın (bütün) anahtarları (şifreleri ve projeleri) Allah’ın katındadır. Onları Allah’tan başkasının bilmesi (imkânsızdır. Sadece seçtiği nebilerine ve velilerine dilediği kadarını gösterip aydınlatır.) O, karada ve denizde (büyük küçük) ne varsa hepsini bilip durmaktadır. Onun ilmi (ve iradesi) dışında bir yaprak bile dalından kopmamaktadır. O, yerin (derin ve gizli) karanlıkları içindeki (en küçük bir tohum) tanesini bile bilip (her şeyi kudret avucunda tutmaktadır). Yaş ve kuru (DNA hücrelerinden galaksilere kadar âlemde) ne varsa her şeyin (plân ve programı) bir Kitabı Mübin’de kayıtlıdır. (Allah’ın sonsuz ilminde ve İlahî bilgi merkezinde saklıdır).” (En’am: 59. ayet) buyrulmaktadır. İnsanın bilgisi ise; Allah’ın sonsuz ilmi yanında hiç hükmünde kalır. İnsanlar ancak Allah’ın bildirdiği kadarını bilecek konumdadır. Bu bağlamda insana, meleklerin dediği gibi; “(Melekler ise mahcup olarak: “Ya Rabbi) Seni her türlü yanlışlıktan ve noksanlıktan tenzih ve tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz, Sen her şeyi hakkıyla Bilensin, Hüküm ve Hikmet sahibisin” demişler (ve özür dilemişlerdi).” (Bakara: 32. ayet) demek yakışır.
İnsanın iki türlü bilgi edinme yolu vardır: 1- Kendi kesbi ile (şahsi gayret ve çabası ile bilinen eğitim-öğretim vesilesiyle edinilen bilgiler yığınıdır). 2- Allah’ın vehbi ile (Allah’ın sevdiği kulun kalbine ilham etmesi suretiyle edinilen hikmet ve hakikatlerdir.)
İnsanın zahiri ilimleri, yani varlıkların görünen, sebeplerle izah edilen yönünü kendi aklı ve çabası ile; yaşayarak, bakarak, okuyarak, tecrübe edip anlayarak, bilgi edinmek üzere sorup danışarak öğrenme imkânı vardır. Bunlar kendi gayretimizle elde ettiğimiz bilgiler manasında kesbi ilimler olarak tanımlanır. Vehbi ilimlere gelince… Bâtıni ilimler de denen, varlıkların içyüzünü, görünmeyen yönünü öğreten ve insanın kesbiyle değil; Allah’ın vehbiyle, yani Rabbimizin hibe ve hediye etmesiyle öğrenilen hikmet bilgilerini kapsamaktadır. Nitekim Kur’an’da “Allah Âdem’e esmayı öğretti.” (Bakara: 31. ayet) buyrulmaktadır. Bu ayet insanlığa; Hazret-i Adem’den beri Allah’ın güzel isimlerini, bu güzel isimlerin varlıklar üzerindeki tecellilerini, varlıkların görünen ötesi özel gerçeklerini ve bu hikmetlerin ancak Allah’ın lütfu ile öğrenilebileceğini öğretmiş bulunmaktadır.
Ledün ilmi (İlm-i ledün) hakikatı; Kehf Suresinin 65. ayetinde geçen bir anlatım dolayısıyla fikir dünyamıza girmiş bir kavramdır. Söz konusu ayette Allah (cc) buyuruyor ki: “(Derken) Kullarımızdan bir (seçkin) kul buldular ki, Biz Ona katımızdan (üstün bir) rahmet (nimet ve fazilet) vermiştik ve kendi tarafımızdan (çok özel) bir ilim (gayb ve kader bilgisi: İlmi Ledün) öğretmiştik. (Hadisi şeriflerde bu Zat’ın Hz. Hızır olduğu anlatılmaktadır.)” (Kehf: 65. Ayet) Bu ayette geçen “allemnahu min ledünna ilma” kelimesi “Ona katımızdan bir ilim öğrettik” anlamındadır. Ki, ledün kelimesi bu ayetten çıkarılmış ve gayba ait özel bir ilim alanı olarak, hikmet dünyamızda yerini almıştır. Aslına bakarsanız; zahiri olsun, bâtıni olsun, kesbi olsun, vehbî olsun, bütün ilimler Allah’a aittir ve Allah katındandır. Ve yine kelimenin aslına göre; Peygamberlere vahiy yoluyla gelen bütün ilimler ledünni ilimden sayılmıştır. Çünkü bütün vahiyler Allah katındandır. Fakat ledün kelimesi, İslâm düşünce tarihi boyunca, zahirî bilgilerle ulaşılamayan, eşya ve olayların perde arkasını ve hikmet sırlarını açıklayan özel bir ilim dalının adı olarak kullanılmış ve kavramlaşmıştır.
Peygamberler hem zahir ilimlere, hem de ledünni ilimlere mazhar olmuşlar; fakat insanlara zahir ilimleri tebliğ etmekle vazifeli kılınmışlardır. Çünkü zahiri ilimleri herkesin akıl ile kavraması ve gereği ile amel edip ona göre davranması daha kolay ve açıklık bakımından daha uygun bulunmaktadır. İslam şeriatı da zahire göre hükmetme esasına dayanır. Ledünni (özel hikmet ilimleri) ise Allah’ın seçkin kullarına öğrettiği özel bir alandır. Mesela Kehf Suresinde Hazret-i Musa (as) ile bir gemiye binen Hazret-i Hızır’ın (as) macerası anlatılır. Hazret-i Hızır (as) durup dururken bindikleri gemiyi delip hasara yol açmıştır. Bunun sebebini de Hazret-i Musa’ya (as) daha sonra şöyle açıklamıştır: “O (deldiğim) gemi var ya; denizde çalışan bazı yoksulların (geçim kaynağı) idi. Ben onu (kasıtlı olarak) yaralayıp deldim. Çünkü peşlerinde, her sağlam gemiyi zorla gasp eden bir hükümdar gelmekteydi. (Hasar verdim ki, bu gemiye tenezzül etmesin. Onun yoksul olan sahipleri de, kolayca tamir edip işlerine devam etsin.)” (Kehf: 79. ayet) Yani Hazret-i Hızır (as) ileride olacakları Allah’ın lütfettiği ledünni ilmiyle keşfederek ve “ezeli kader bilgisine” ve Allah’ın izin ve iradesine göre hükmederek gemiyi yaralamış, böylece sahipleri olan yoksulları zalim kralın hışmından ve gaspından uzaklaştırmıştır.
Keza, Hazret-i Süleyman’a ve Hazret-i Davud’a (as) kuşların dilinin öğretilmiş olması, (Neml: 16, 17. ayetler) Hazret-i Süleyman’a (as) rüzgârın, cinlerin ve şeytanların itaatkâr kılınması, (Enbiya: 81, 82. Sebe: 12. ayetler) Hazret-i Davud’un (as) dağları, taşları ve kuşları zikirle konuşturması ve demiri yumuşatması, (Sebe: 10, 11. ayetler) Hazret-i Yusuf’un (as) rüyaları yorumlaması (Yusuf: 21. ayet), Hazret-i Yakub’un (as) Hazret-i Yusuf’un (as) yaşadığını biliyor olması ve çok uzaklardan kokusunu duyması, (Yusuf: 87. ayet) Peygamber Efendimiz’in (asm) Hendek Savaşında kazı sırasında Kisra (İran) ve Bizans (Roma) saraylarının yıkılacağını ve İslâm topraklarına katılacağını haber buyurması, Peygamberlerin mazhar oldukları ilm-i ledün örneklerinden sadece bazılarıdır.
İşte bu Ledün ilmine salih kullardan ve evliyadan da mazhar olanlar vardır. Bu zevata ilham olunan ve İslam’ın zahiri kurallarına da uygun bulunan bu tür ilhamata hikmet ve keramet gözüyle bakılmıştır.
Ledün ilmi Allah’ın sevip seçtiği kullarına özel ikramıdır!
Ledün ilmi okuyarak ve araştırarak öğrenmenin ötesinde, İslam’ı yaşayarak, manevi olgunluk ve dolgunluğa ulaşarak varılan özel bir ilim dalıdır. Allahü Tealâ’nın ihsanı ile kalbe ilham olunan, harika yaratılış amaçlarına ve ilahi sırlara ait bilgilerden oluşmaktadır ve ilk bakışta anlamakta zorlanılan konulardandır.
“Bâtın” kelimesi bazılarınca gerçek anlamından ve amacından saptırılmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk gibi niyeti ve zihniyeti bozuk kimseler “İlmi Batın” için haşa “Karından konuşulan, uydurma safsatalar.” ithamında bulunmuş, böylece cahilliklerini ve edepsizliklerini kusmuşlardır. Oysa Bâtın Esma-i Hüsna’dan, yani Allahü Tealâ’nın güzel isimlerinden olup, Kur’an-ı Kerim’de mealen “O evveldir, âhirdir, zâhirdir ve bâtındır, O, her şeyi bilendir” (Hadid: 3. ayet) buyurulmaktadır. Burada Mevla’mızın “el-BATIN” ismi bütün kâinatın ve içindeki her mevcudatın; atom altı enerji zerreciklerinden hücrelerine kadar, asli yapısını, yaratılış amacını, sayılarını ve görev sahalarını, ayrıntılarıyla bilen, var edip yöneten Yüce Allah manasındadır. İlm-i Batın ise, Mevla’mızın Batın isminden ve sınırsız ilminden, bazı kullarına lütfettiği özel hikmet bilgileri olmaktadır.
Hadis-i şeriflerde de: “Din bilgisi iki kısımdır: “1- Kalbde olan bâtıni ilimler. 2- Dil ile anlatılan zahiri ilimler.” (Hatib, Süyuti)
“Elbette Kur’an’ın zahiri ve bâtıni manası vardır.” (İbni Hibban)
“Bâtın ilmi, Allahü Tealâ’nın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.” (Deylemi, Süyuti, Münavi) buyrulmaktadır.
Taha suresinin “De ki: Rabbim ilmimi arttır!” mealindeki 114. ayetiyle hem zahir, hem de bâtın ilminin artmasını istemek gerektiği şeklinde yorumlanmıştır.
Abdülgani Nablusi İmam-ı Malik Hz.lerinden naklen: “İlmi zahire malik olan, ilmi bâtına kavuşabilir. Zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, her konuda sadece O’nun rızasını gözetip Din gayreti çekerse, Allahü Tealâ, ona bâtın bilgisi ihsan eder.” buyurmuşlardır.
Ledün ilminin manevi programlanması
Adem (“İnsan” diye tanımlanmış “şuur”), kendi orijin yapısını, gözünü bedende açması dolayısıyla daha önce bilgilendirildiği halde unutmuş ve hatırlamaz olmuşlardır… O yüzden İnsana kendi hakikatini ve yaratılış hikmetini hatırlatmak için ‘zikir-hatırlatıcı’ olarak kitap ve Peygamber gönderilmeye başlanmıştır. Ledün, “İndallah”tan bağışlanan “Gaybî İlim”lerden sayılır. Ledün, “Fetih Ehli”nde (Mardiye nefs sahibinde) yaşanan ilimler kapsamındadır. İlahî sıfatlara mazhariyet (“Hakikat”i yaşayabilmek), ancak “İlmi Ledün” ile mümkün olmaktadır.
Ledünni ilimlere ulaşılması; İnsan beyninin, kalbinin ve şuur seviyesinin Allah isimlerinin işaret ettiği manaları taşıyan dalga boylarıyla programlanmasıdır. Adem’e “Allah İsimleri”nin tümünün talim edilmesi -İnsana “bilmediklerinin” talim edilmesi- Bâtın esmâsına ait olan ilimin Bâtıni -Ledünnî ilimlerin verilmesi- “Allah”ın sayısız isimlerinden, “Allah”ın dilediği kadarını ortaya koyabilecek istidat ve kabiliyetin lütfedilmesi, okuyup araştırarak bilinmesi mümkün olmayan şeylerin kalıcı olarak öğretilmesi, aklettirilmesi İlm-i Ledün sayesinde varılan hakikat sırlarıdır.
“Allah Esmâsı”nın açığa çıktığı “evren kitabı”nı ve Kur’an’ın hitabını doğru ve doygun okuyanlar bu fazilete ulaştırılmaktadır.
“LEDÜN İLMİ” aslında “Esmâ İlmi”nin İnsanın hakikati olan halifelik (temsil ve tecelli) mertebesinin “Birimsel ilim sureti”nde açığa çıkışıdır. “AKL-I KÜLL”den zuhur eden “AKL-I EVVEL”in… Devamını okumak için tıklayınız…
Şiirde geçen bazı ayet meallerinin tam metni:
Dipnot 2: – “(Hatalarından ve haksızlıklarından) Tövbeye yönelen (ve samimiyetle özür dileyenler, bütün hayatlarını ve icraatlarını ilahi emir ve yasaklar çerçevesinde dizayn ve disiplinize ederek) ibadet (şuuru ve huzuru içinde hareket) edenler, (her an kendisine lütfedilen sayısız nimet ve faziletlerin sahibi olan Allah’a teşekkürle) hamd edenler, (İlmi, İslami ve insani gaye ve gayretler için) seyahat edenler, (İlahi emirlere ve adil devlet yönetimine itaatle boyun eğerek) Rüku’ ve Secde edenler, iyilikleri emredecek ve kötülükleri nehyedip engelleyecek (bir adalet düzeni kurulsun diye) hizmet verenler ve Hududullahı (Allah’ın sınırlarını, Kur’an’ın kurallarını) muhafaza edenler; (çevresinde, ülkesinde ve yeryüzünde her türlü haksızlık ve ahlaksızlığa ve İlahi değer ve dengelerin bozulmasına karşı mücadele verenler, işte bunlar gerçek ve örnek mü’minlerdir.) Sen, (bu özellikleri taşıyan ve Allah’ın sınırlarını koruyan) iman ehlini müjdele ki…” (Tevbe: 112. ayet)
Dipnot 3: “Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun kadın olsun, sizden (hayırlı) bir işte bulunanın işini (ve ücretini) boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. (Mü’minler birbirlerinin destekleyicisidir). İşte, hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılıp sürgün edilenlerin ve yolumda işkence görenlerin, (zalimlerle) çarpışıp öldürülenlerin, (bunların) mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah ki; karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun katındadır.” (Al-i İmran: 195. ayet)
Dipnot 7: “(Buna karşılık) İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.” (Araf: 42. ayet)
Dipnot 8: “Artık Sur’a üfürülmüş; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıvermiş olacaktır. Sonra bir daha ona (Sur’a) üfürülecek, ardından (bütün insanlar), onlar ayağa kalkmış durumda şaşkınlıkla (etrafına) bakınacaktır.” (Zümer: 68. ayet)
Dipnot 10: “Her ümmet için bir ecel vardır. (Her medeniyet ve devletin belli bir ömrü bulunmaktadır.) Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenip geri kalır, ne de öne alınır (tam zamanında çöküp dağılır. Adaleti uygulayan ve ilme dayanan devletler ayakta kalır, zulüm yapan ve geri kalan devletler yıkılır.)” (Araf: 34. ayet)
Dipnot 13: “Derken (O şüphe ettikleri ve hiç beklemedikleri; Hakkın ve mazlumların galibiyetini, zalim inkârcıların ve münafıkların acı akıbetini) çok yakından gördüklerinde, o küfredenlerin yüzleri kötüleşip (pişmanlık ve perişanlık içinde) kararacaktır ve onlara: “İşte bu, sizlerin (hiç olmayacak diye savunduğunuz) ve davet edilip durduğunuz şeydir” denilecek (böylece, akılsızlık, haksızlık ve ahlaksızlıkları yüzlerine vurulacaktır).” (Mülk: 27. ayet)
Dipnot 15: “Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar (ve bir kere daha imtihan için dünyaya yolla), eğer yine (inkâra ve isyana) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz (ki o zaman istediğin azabı yap, diye bağrışacaklardır).” (Mü’minun: 107. ayet)