MEŞHUR İSLAMCILARIN ERBAKAN GICIKLIĞI VE AYTUNÇ ALTINDAL’IN ENTERESAN HATIRALARI

777
Paylaş:

21 Eylül 2018

Öncelikle hatırlatalım ki, biz “İslamcı” değiliz sadece Müslümanız. İslamcılık; din istismarcılığını, riyakârlık ve sahtekârlığı çağrıştırdığı ve bazı dinsiz ve dengesiz çevrelerce de mü’minleri yaftalama amaçlı kullanıldığı için, bu yakıştırma kasıtlıdır ve yanlıştır. Ve özellikle Rahmetli Erbakan Hoca bu anlamda asla İslamcı olmamıştı. O şuurlu ve onurlu bir mü’min, örnek ve önder bir Müslümandı. Bütün İslamcıların, yani din istismarcılarının ve yobaz takımının tarih boyunca gerçek Müslümanlara karşı olması da doğaldı.

Hz. Mevlâna’nın; “Fihi Mafih” kitabında çok önemli ve öğretici bir tespiti vardı: “Her çağın bir Hz. Muhammed varisi (Mehdisi ve Müceddidi) olacaktır. İnsanların Allah katındaki kıymeti ve makbuliyeti de, göstermelik ibadet ve hizmetleri kadar değil, asrın Nübüvvet temsilcisi ve takipçisi olan Zat’a desteği ve sadakati oranındadır. İşte O Zatın kim olduğu ise, şuradan anlaşılacaktır: Ülkesindeki, bölgesindeki ve yeryüzündeki bütün inkârcılar, İslam düşmanları, Yahudi ve Hristiyanlar ve şeytani odaklarla beraber, sözde dindar geçinen tüm istismarcıların, İslamcı bilinen tarikat ve cemaatlerin, katı şeriatçı ve cihatçı bilinen grupların hepsi; kendi aralarında birbirlerini benimseyip sevmeseler de asrın varisi ve imtihan vesilesi olan kutlu şahsa düşmanlıkta ortaktır. Yani dinli dinsiz, gaflet ve dalalet ehlinin müşterek korkuları ve karşısında işbirliği yaptıkları kim ise, asrın sahibi işte O Zattır!”

İşte bazı meşhur İslamcıların ve dini grupların Erbakan gıcıklıkları!

CNN Türk’ten Cüneyt Özdemir Tel Aviv’deki bir holding temsilcisine hiç utanmadan-sıkılmadan: “Son savaşın, örneğin Hamas’tan gelen füze saldırılarının kendilerini nasıl etkilediğini” sormuşlardı. Oysa Tel Aviv’de bir tek yıkıma rastlanmamış, ama Gazze’nin her tarafı harabeye çevrilmiş durumdaydı. Bu tavır, marazlı ve maksatlı medyanın mayasını yansıtmaktaydı.

Nitekim MSP’nin katıldığı ilk seçimlerde yüzde 11.8 oy alarak 48 milletvekili çıkarması tarihi bir atılımdı. Sağcı masonik AP yanaşmayınca Erbakan Hoca solcu CHP ile ilk kez hükümette yer almış, Ecevit Başbakan, Erbakan Başbakan Yardımcısı koltuğuna oturmuşlardı. MSP’nin CHP ile koalisyon kurması cemaat ve tarikat çevrelerinde kıskançlık ve paniğe yol açmıştı. Dindar topluma: “Yıllarca düşman görülen, uğruna mücadele edilen CHP ile MSP, nasıl birlikte olabilir?” görüşü pompalanmıştı. Sağcı mason AP ile hükümet kurmak varken solcu mason CHP ile hükümet kurmak gaflet ve ihanet sayılmıştı. Bu eleştirileri en çok, “bugünün en marjinal cemaati olan ve AKP’nin kuyruğuna takılan ama o dönemin en yaygın ve etkin grubu sayılan” Yeni Asya cemaati yapmıştı. Ellerine MSP ile mücadele etmek için müthiş bir koz geçmişti ve bu kozu sonuna kadar kullanarak diğer dini çevreleri de etkilemeye çalışmışlardı. Ayrıca sağ kesimin en büyük gazetesi Tercüman’ın dışında, Yeni Asya dini çevreleri etkileyecek tek gazete konumundaydı. Çünkü 12 Mart, Yeni Asya gazetesine hiç dokunmazken, Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün ve Sabah gazetelerini kapatmış, Eygi de yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştı. Eygi’nin yurt dışına kaçması ve bu yüzden dini çevrelerin gözünden düşmesi de Yeni Asya cemaatine yaramıştı.

CHP-MSP hükümeti kurulduktan sonra Af Kanunu gündeme gelince Yeni Asya camiası ve diğer dini çevreler ayağa kalkmıştı. Af Kanunu, onlara göre “komünistlerin bağışlanmasıydı”. MSP dini çevrelerin yoğun baskısıyla karşı karşıya kalmış; Nurcu kökenli milletvekilleri, Ahmet Tevfik Paksu ve Hüsamettin Akmumcu gibi isimler bu kasıtlı fesatlıklara kapılmıştı. Süleyman Demirel de, Erbakan ve arkadaşlarını sıkıştırmak için Af Kanunu aleyhinde yoğun bir kampanya başlatmıştı. Bütün bu baskılara rağmen MSP-CHP Af Kanunu konusunda anlaşmış, inançlı insanların dini gerçekleri konuşup yazmasını hedef alan 163. madde Meclis’ten çıkmış, silahlı eyleme ve terörist faaliyetlere karışmamış solcuları hedef alan maddelerden 146. madde de af kapsamına alınmıştı.

Bunun üzerine Ecevit af konusunu Anayasa Mahkemesi’ne taşımış ve Anayasa Mahkemesi, 141 ve 142. maddenin de af kapsamı içine alınmasına karar vererek solcuların salıverilmesini sağlamıştı. Ama af çıkınca bütün sağ kesim ve dini çevreler MSP’ye yüklenmeye başlamış, komünistlere affın Ecevit ile Erbakan tarafından çıkarıldığı iddiaları yayılmıştı. O dönemin en küçük Nurcu cemaati diye bilinen İzmir’deki Fetullah Gülen çevresi ile Yeni Asya cemaati birbirlerine yakınlaşmış ve Fetullah Gülen’in “Hitabet Çiçekleri” adlı bir kitabı Yeni Asya yayınları arasında yayınlanmıştı. Yeni Asya cemaati için asıl kazanım, MSP’ye kayan Nurcuların büyük oranda MSP’den uzaklaşmış olmalarıydı. Bu masonik çevrelerin ve dış güçlerin bir planıydı. CHP-MSP hükümeti sırasında gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtına ve İmam Hatip Okullarının açılmasına rağmen cemaat ve tarikatlar MSP’den uzaklaşmıştı.

Mehmet Şevket Eygi’nin Erbakan takıntısı!

Necip Fazıl Kısakürek gibi, çıkarılan aftan sonra Türkiye’ye geri dönen Mehmet Şevket Eygi de, Erbakan’ın hazırladığı aftan yararlanmalarına rağmen çıkardığı “Büyük Gazete”de Erbakan için çok ağır yazılar kaleme almaktan utanmamış, Konya’daki bağımsız seçimlerde Erbakan’a yaptığı ihaneti tekrarlamıştı. Mehmet Şevket Eygi, isim vermeden şöyle bir yazı yazmıştı:

“Gurur, kibir, nefsaniyet, riya, nifak içindesin. Ve işin kötü tarafı, bütün bu helak edici sıfatlara dindarlık perdesi altında sahipsin. Etrafına üç-beş safdil ve tecrübesizi toplamışsın ve onlara liderlik taslıyorsun. Reis olmak ihtirasını, emretmek manyaklığını tatmin için onları alet ediyorsun. Başkanlık elinden gidecek diye korku ve telaş içindesin. Mutevazi ol, manyaklığı terk et!..” (Büyük Gazete, 5 Mayıs 1976, sayı 2, sayfa 11)

İşte o yıllarda ve sonrasında Büyük Gazete’de yayınlanan bizim yazılarımızdaki, MSP’nin tarihi hizmetlerini öven ve Erbakan Hoca’yı sahiplenen bölümlerinin makaslanması üzerine, şimdi Milli Gazete’ye sığınan Mehmet Şevket Eygi’nin ayarı da ortaya çıkmıştı. Lütfen dikkatle araştırıp takip ediniz: Bugün Milli Gazete’de İslam adına, mü’min mücahitlerin ahlakı ve anayasaları adına tamamen hayali ve hamasi teklif ve temenniler sıralayan, sürekli mevcut Müslümanları kötüleyip karalayan ve koyu bir karamsarlığa yuvarlayan bu adam, Erbakan Hoca’nın tarihi hizmet ve hareketinden, talihli ve büyük değişimlere öncülük eden hükümetlerinden, İstanbul Belediyesini kazanmak gibi şanlı zaferlerinden hiç hoşlanmamış ve sevinç duymamış gibi davranmış ve bir kelime olsun tebrik ve takdir ifadesi kullanmamıştı… Oysa Milli Görüş ve Erbakan dışında, örneğin Anavatancı nice siyasiyi Sn. Şevket Eygi ismen ve defalarca övüp alkışlayan yazılar yazmıştı!

10 Kasım 2014 tarihli Milli Gazete’de “Ümmet Birliğini Bozanlar Haindir” yazısında;

“Tek bir Ümmet oluşturmayan ve başlarında bir İmam-ı Kebir bulunmayan İslam âlemi zilletten zillete, esaretten esarete yalpalayıp duracaktır. Resul-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Yaşadığı devirdeki İmam’a biat etmeden ölen kimse, sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur” buyurmaktadır. Bugün memleketimizde oldukça geniş bir din, inanç, fikir hürriyeti bulunmaktadır. Bu hürriyeti iğtinam ederek=ganimet olarak alıp kullanarak Ümmet Birliği ve İmam-ı Kebir şuuru için çalışmalıyız.”

Diyen Sn. M. Şevket Eygi’ye sormak lazımdı: Sağlığında farklı ülkelerdeki pek çok ulema ve umera tarafından “İslam Dünyasının Lideri ve Kurtuluş Önderi” kabul edilen ve bu konumu Milli Gazete’de defalarca dile getirilen Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza kendileri de biatlı mıydı? Değilse zikrettiği Hadis-i Şerif’e göre, nasıl canı çıkacaktı?

Aynı yazısının ikinci kısmında: “Muhalefetin memlekette totaliter diktatörlük var iddiaları gerçeklere uymuyor. Mahkemeye müracaat edecek, hakaret davası açacak, bu davayı kaybedecek. Siz tarihte böyle bir diktatör gördünüz mü? Bendeniz bu sözleri iktidarın yağcısı olduğum için mi söylüyorum? Hayır!.. İktidarın hiç hatası yok mu?.. Hiç olmaz olur mu?” diyerek; faizci, fuhuş serbestcisi, Haçlı AB’ci ve Siyonist ABD işbirlikçisi Erdoğan’ı ve AKP iktidarını, “zalim muhalefetten” koruyup kollamaya çalışan Bay Mehmet Şevket Eygi, acaba Rahmetli Erbakan’ın partilerine ve kurduğu hükümetlere yönelik haince ve zalimce yürütülen muhalefeti eleştiren, bir tek yazı kaleme almış mıydı? Elbette bu tavır ve tarzı onun gerçek ayarını yansıtmaktaydı.

Süleymancıların Tavrı

Af Kanunu bahanesiyle başta Nurcular olmak üzere dini cemaat ve tarikatların hışmına maruz kalan Erbakan, ayrıca İmam Hatip Okulları’nın açılması yüzünden Süleymancıların hücumlarına uğramıştı. Hatta Süleymancılar, yürüttükleri kampanya ile MSP’liler için tam bir baş belası olmuşlardı. O güne kadar sessiz sedasız, kendi halinde Demirel’e destek olan Süleymancılar, Kur’an Kursları ve imamları vasıtasıyla köylere varıncaya kadar örgütlenen bir yapıydı. Köy imamları, genellikle Süleymancıların Kur’an Kurslarından yetişme hocalardı. Ama CHP-MSP koalisyonu döneminde İmam Hatip Okulları tekrar açılınca, imam olma hakkı yalnızca bu okullardan mezun olanlara tanınmış, bu da, Süleymancıların imam olma imtiyazını elinden almıştı. Bu yüzden Süleymancılar bütün güçleriyle her yerde, özellikle de kasaba ve köylerde MSP’lilerin aleyhinde faaliyete başlamıştı. Süleymancılar her ortamda: “MSP imamların ekmeğiyle oynuyor, Kur’an Kurslarına kilit vuruyor, komünistlerle işbirliği yapıyor. İmam Hatip okullarından imam hatip değil, imam hatap (odun imam) yetişiyor. Onların imamlığı caiz değil, gerçek imamları Süleymancılar okutuyor” propagandalarını yaygınlaştırmıştı. Ve tabi Süleymancıların bu yoğun propagandası, MSP’nin kırsal kesimde oy kaybetmesine yol açmıştı.

Necip Fazıl Kısakürek’in: “Erbakan’ın boynu vurulmalı” hırçınlığı!

Büyük Doğu İdeolojisinin fikir babası sayılan ve MSP’li gençlerin üstadı olarak tanınan Necip Fazıl Kısakürek de MSP’ye öfkeli saldırılar başlatmıştı ve eleştirileri Mehmet Şevket Eygi kadar acımasız ve ağırdı. Ona göre, Erbakan ‘Şeriatın başbelası’ydı, (haşa) ‘deli’ydi ve ‘ruh hastası’ydı. Hatta Erbakan ‘boynu vurulması gereken’ bir adamdı!?

“ ‘Söyletmen vurun, susturun!’ nidası yalnız batılı ve bazı ruh hastası adamları susturmakta hak kazanır. Bu adamın ne söyleyeceği, ne söyleyebileceği evvelden malumdur. Lisanı, üslubu, lügatçesi, diyalektiği, kıyas unsurları, hokkabazlığı, hicabsızlığı, vicdansızlığı, gerçekleri tersine çeviriş ve çevresine yutturuşuyla çepçevre bir malum… Bu yüzden hiç söyletilmeden, söz söylemeden manevi boynunun vurulması gereken tek adam odur. Nasıl öteceği evvelden bilinen kargaya söz hakkı verilmemesi lazımdır!”[1] diyecek kadar şeytani bir şaşkınlığa kapılan Necip Fazıl bununla da kalmamış, MSP’nin yayın organı Milli Gazete’ye “Erbakan’ın Tımarhanesi”, Milli Gazete’de çalışanlara da “Erbakan Tımarhanesinin Delileri” diyen yazılar yazmıştı. “Necmettin Erbakan tımarhanesinin zavallı delileri!.. Size acıyorum!..”[2] şeklinde sürekli kin kusmuşlardı. Artık hesaplaşma mahşere ve İlahi Mahkemeye kalmıştı, halâ yaşayan mü’minler de bunları iz’an ve vicdan terazisinde tartsındı.

Mehmet Şevket Eygi de gazetesinde aynı tarzda saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Bir yazısında;

“İslam cephesi bir milyonluk bir orduya benziyor. Bunun 500 bini büyük mücahit mareşal rütbesinde. 100 bin orgeneral, 80 bin korgeneral, 70 bin tümgeneral, 60 bin tuğgeneral… Nihayet geriye birkaç yüz rütbesiz nefer kalıyor. Evvela bu gülünç duruma son vereceğiz. Bir tek mareşal, birkaç kurmay… gerisi itaatkâr asker. Ama megalomanyak mareşal istemiyoruz.”[3] sözlerinin kimi hedef aldığını erbabı anlamaktaydı.

Aynı tarz yayınlar Yeni Asya gazetesinde de görülmeye başlanmıştı. Daha önceleri siyasi konulara açıkça girmeme tavrına sahip olan Yeni Asya cemaati, Mehmet Kutlular idareyi ele aldıktan sonra tamamıyla bir parti yayın organı halini almış ve Erbakan’ı hedef tahtasına oturtmuşlardı. Yeni Asya gazetesinde MSP yerden yere vurulmakta, AP ise övülüp göklere çıkarılmaktaydı. Gazetenin ve yazarlarının boy hedefinde Erbakan ve MSP vardı. Bu kavgalar hiç sonlanmamış; Nurcular, Süleymancılar, Mücadeleciler ve ideolog yazarlar, Erbakan’la neredeyse ölümüne kadar savaşmışlardı. Erbakan onların aleyhinde bir şey dememesine, “onlar da bizim kardeşlerimizdir” şeklinde karşılık vermesine rağmen Siyonist merkezleri ve şeytani çevreleri memnun eden bu haksız ve ahlaksız sataşmalar Erbakan’ın ölümünden sonra bile halâ ortadan kalkmamıştı. Oysa Rahmetli Hoca 28 Şubat döneminde, 28 Şubatçılarla birlikte hareket eden ve her konuşmasında Erbakan’ı eleştiren Fetullah Gülen’e bile sitem etmemiş, gazetecilerin “Gülen’le görüşmeyi düşünüyor musunuz?” sorusunu, “Evet Gülen kardeşimizle günde beş vakit namazlarda görüşüyoruz” şeklinde yanıtlamıştı. Eksik anlatımlar ve yanlış yorumlarla da olsa bu gerçekleri gündeme taşıyan Asiye Güldoğan[4] sonunda AKP’yi aklamak istiyormuşçasına ve hiç alakası yokken Erdoğan’ı Erbakan’ın devamı olarak yutturmak amacıyla: “İşte bugünün AKP-Cemaat savaşının şiddeti, geçmişteki kırk yıllık savaşların şiddetlerinden kaynaklıydı” diyerek kafaları karıştırmaktaydı.

Zaman yazarı Mümtazer Türköne “Rahmetli Erbakan yaşasaydı “Sizi gidi rantiyeciler!” diye parmağını sallayıp lafını Cumhurbaşkanının alnına yapıştırırdı!” (19.09.2014) demeye başlamıştı. İyi de, o rantiyecileri kışkırtması ABD Yahudi Lobilerinin tezgâhı ve paşa görünümlü bazı maşaların ucuz kahramanlığı ile Erbakan’ı devirmek üzere başlatılan 28 Şubat sürecine Feto Hocanızla birlikte destek çıkmadınız mı ve Recep T. Erdoğan’ı parlatmadınız mı? Sizi gidi rantiye hizmetçileri!

Aytunç Altındal’ın tarihi itirafları! (23 Şubat 2013 ESAM Konuşması)

28 Şubat sürecinde tanklar yürürken beni canlı yayına davet eden Flaş TV’de Yılmaz Tunca’ya dedim ki: “Artık yapılması gereken Genelkurmay Başkanından Albayına kadar bu isyana kalkışanların hepsini emekliye ayırmaktır!” Fakat bu konu Rahmetli Erbakan’a aktarıldığında Hoca o kadar büyük ve sabırlı bir devlet adamı ve olayların perde arkasını hesaba katan bir siyaset erbabıydı ki; “Böyle çok kan dökülebilir, gereksiz yere milletimizle askerimiz birbirlerine düşürülebilir. Onun için böyle risklere hiç gerek yok, biz hazırız!.. Partilerimizi dört defa mı kapattılar beş defa kapatırlar olur biter. Ama biz ülkenin karışmasına rıza göstermez, şahsi ikbal için milli çıkarlarımızı feda etmeyiz!” diye karşı çıkmıştır. Yok öyle korkup kaçmışmış, yok imzayı çakmasaymış! Bunlar palavradır ve kuru propagandadır. Çünkü O Mücahit Erbakan’dır, öyle ucuz kahramanlıklara soyunmamıştır, ama zalim ve hain girişimlere de pabuç bırakmamıştır. Yoksa Kıbrıs’a çıkmaya imzayı çakan adam öbür tarafta MGK’daki dayatmadan mı korkacaktı? Eğer çok fazla kan döküleceğini ve ülkenin kaosa sürükleneceğini bilmeseydi o tedbirlere başvurmazdı. Bize kimse masal anlatmasın!.

Devamını okumak için tıklayınız.


[1] Rapor 7/9, sayfa 180-181, Büyükdoğu yayınları

[2] Rapor 7/9, sayfa: 73, Büyükdoğu yayınları

[3] Büyük Gazete, 2 Haziran 1976, sayı 8, sayfa: 14

[4] Oda TV / 12 Eylül 2014

[5] Yeniçağ / Ahmet Takan / 10 09 2014

[6] Milli Gazete / 14 09 2014 / İshak Beyazay

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Makaleyi dinleyebilirsiniz