KÜÇÜK KIZLARIN EVLENDİRİLMESİ HEM İSLAM’A HEM İNSANLIĞA AYKIRIDIR!

696
Paylaş:

21 Ekim 2018

AKP 2016 Kasım’ında Meclise getirdiği bir yarı gece yarasalığı ile “Tecavüzcüye af yasası” diye algılanan yeni ve gereksiz bir tartışma başlatmıştı. Öneride şu ifadeler yer alıyordu: “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın, 16.11.2016’ya kadar işlenen cinsel istismar suçunda, mağdurla failin evlenmesi durumunda… Cezanın infazının ertelenmesine karar verilir…”

Bu eleştirilere yanıt veren dönemin Başbakanı Binali Yıldırım ise yasayı şöyle savunmaktaydı: “Olay şudur. Yaşı tutmayan, erken yaşta evlenenler var. Bilmiyorlar yasaları, dolayısıyla çocukları oluyor. Baba hapse giriyor. Çocuklar anasıyla yalnız başına kalıyor. Bu şekilde 3 bin aile olduğu biliniyor. Bir seferliğine bu mağduriyetin giderilmesine yönelik bir çalışmadır.”

Ancak bu tasarıya ve bu yaklaşıma yandaş yazarlar bile itiraz ediyordu. Öncelikle “yasaları bilmemek”, dünyanın hiçbir yerinde hukuki bir bahane olarak sunulmuyordu. İkincisi, “bir defalık” çözüm arayışlarına her zaman için “ikinci kez” de ihtiyaç duyulurdu. Bu son girişimde de yasalara aykırı olarak kurulmuş 3 bin ailenin mağduriyetini gidereyim derken, kamuoyunda erken yaşta evlendirme ve kız kaçırma gibi olayların “normal” olduğu algısı yaratılıyordu. Bu algı da kuşkusuz yeni mağduriyetlere kapı aralıyordu. Üçüncüsü ise, cinsel istismar suçlarında toplumsal ahlak kalıplarından ötürü sessizlik sarmalı derinleşiyordu. Mağdurlar genellikle ya konuşamıyordu ya da onur kırıcı şekilde uzlaşmaya zorlanıyordu. Ama eğer yasa önericiler, bu tasarıda olduğu gibi “mağdurla evlenildiyse suç ortadan kalkmıştır” derse, mazlumun değil fiilen failin yanında durmuş oluyordu. Ve hele çocuk yaştaki kızların evlendirilmesine “Dini kılıf” sarmakla İslam’a iftira atılıyordu ve marazlı din düşmanlarına fırsat sağlanıyordu.

Maalesef Türkiye’deki cinsel istismar davalarının sayısı hızla artmaktaydı. Adalet Bakanlığı’nın son 10 yıllık verileri, dehşete düşüren bir tablo ortaya çıkartmıştı. Adalet Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı, son 10 yılda yaklaşık 3 kat artmıştı. Bu konudaki son gündem tartışmalarından biri de, TBMM’de görüşülen ve kamuoyunda büyük tepki çeken, cinsel istismarla ilgili son kanun tasarısıydı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 küçük kız çocuğu evlendirilmeye zorlanmıştı. 2015 yılında evlendirilenlerin 31 bin 337’si kız, bin 483’ü erkek çocuğuydu. Bu sayı, 2015’teki toplam evlilik oranında kızlarda yüzde 5.2’ye, erkeklerde yüzde 0.2’ye denk geliyordu. En çarpıcı rakamlara ise ‘çocuk anneler’de rastlanıyordu. Yine TÜİK rakamlarına göre, 2015’te 15-17 yaş arası tam 17 bin 789 kız çocuk doğum yapmıştı. Kız çocuklarında 15 yaş altı doğum yapanların sayısı ise aynı yıl 250 civarındaydı.

AKP’nin yeni yasa teklifine karşı, Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı Koordinatörü Avukat Şahin Antakyalıoğlu şu yorumda bulunmuşlardı: “Bu resmen çocukların cinsel yönden istismarı, baskı altına alınması, tehditle susturulması sonuçlarını doğuracaktı. Daha kötüsü, çocuk ticaretinin yolunu açacaktı. AKP Türkiye’si maalesef uluslararası sözleşmeleri ihlal eder nitelikte davranıyordu. Tasarı hem hukuk hem etik açıdan ciddi sorunlar barındırıyordu. Yasalaşırsa, telafisi imkânsız zararlar doğuracaktı.”

İslam “Fıtrat” Dinidir ve Allah Yapısıdır!

Fıtrat; Arapçada bir şeyi uzunlamasına ve doğru orantılı yarmak (Fatrun) ve hamuru yoğurup, mayalanmasını beklemeden ekmek yapmak (Fatertü-l-acin). (Not: Anadolu’da halâ bu FETİR ekmek tabir olunmaktadır) kökünden gelen: İlk yaratma (ibda ve inşa), yaratılış amacına ve esaslarına uygun olma, insan tabiatına, yani biyolojik ve psikolojik doğasına yatkın bulunma anlamlarını taşır.

“Bu nedenle Sen yüzünü (ve yönünü) tam bir teslimiyetle HAK DİN’e çevir; Allah’ın (beşer tabiatına uygun olarak gönderdiği) fıtrat dinine (ve İslam Düzenine) dön ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması (ve kanun koyması) değiştirilemez. (Fıtrat esaslarına aykırılık, felaketlere yol açacaktır.) İşte dimdik ayakta duran Hak Din budur. Fakat insanların çoğu (gerçeği) bilmezler (ve öğrenmek istemezler, bu yüzden hidayetten mahrum kalmışlardır).” (Rum: 30) ayeti kerimesi de bu gerçeği hatırlatmakta, İslam’ın fıtrat dini olduğunu vurgulamaktadır. Yani Kur’an fıtrat Dininin kitabıdır, insanın doğal ve sosyal yapısına ve yaratılışına uygun kurallar barındırmaktadır. Hz. Peygamber Efendimiz ise bu İlahi ve fıtri kanun ve kuralları, hâşâ iptal için değil, izah ve irşat için, bizzat yaparak ve yaşayarak en güzel örnek olmak üzere gönderilmiş bulunmaktadır.

Vicdan ise, bozulmamış, yamuklaştırılıp yozlaşmamış insan fıtratının verdiği doğal ve doğru tepkiler olmaktadır. Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin “Müftüler fetva verse de, siz yine vicdanınıza danışınız” uyarısı da fıtrata-vicdana güvenilmesi ve bunlara uygun hareket edilmesi gereğini emir buyurmaktadır.

Çünkü fıtrat: bütün insanların, insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan, hepsinde ortak bulunan genel yaratılış yasalarıdır. Her bir canlının kendisine özgü yaratılış özellikleri ve esasları vardır. Canlılar bu yaratılış yasalarına uygun davranmaktadır. Buna göre canlıların tehlikelerden nasıl korunacağı, açlıklarını gidermek için ne yapmaları, barınaklarını nasıl kuracakları ve diğer canlı türleriyle ilişkilerini nasıl sürdürmüş olacakları, Allah tarafından tabiatlarına yerleştirilmiş bulunmaktadır. Örneğin, bir civcivin yumurtadan çıkar çıkmaz yerde taneler araması, bir inek yavrusunun doğar doğmaz annesini emmeye çalışması vb. canlıların fıtratlarının yani yaratılış kanunlarının bir icabıdır. Eğer bunların tersi olursa, fıtratta bir bozulma durumu ortaya çıkacak ve hayatın dengesi bozulacaktır. Bu gerçek Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: “(Rabbimiz) Her şeye yaratılışını (varlığının icabını ve fıtrat kanunlarını) verip, sonra ona (hayır ve hizmet) yolunu gösterendir…” (Taha: 50)

Fıtrat, insanda Hakkı, doğruyu, hayırlı ve yararlı olanı kabul etme yeteneğinin potansiyel olarak varlığıdır. Bu anlamda İslam dini ile fıtrat arasında yakın ilişki vardır: “Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.” (Rum: 43) ayetinden, insanların tabiatında Allah’a inanma meylinin, iyilik ve kötülük kriterinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. İnsanoğlu bir musibetle karşılaştığı zaman, yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı duymakta, yararlı ve zararlı şeyleri ayırt etme duygusuna sahip bulunmaktadır. Hz. Peygamberden gelen bir rivayetten de “fıtrat”ın; Allah’ı ve İslam’ı kabul etme yeteneği olduğu anlaşılmaktadır. “Her insan fıtrat üzere (Allah’ın varlığını ve birliğini kabule eğilimli olarak) dünyaya gelir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi (veya başka batıl bir din ve düşünceden) yapar.” Buradan, kişinin inanç seçiminde çevresinin önemli payı olduğu da vurgulanmaktadır.

Evet, fıtrat, “yaratılış” amacına ve esaslarına münasip İlahi kanundur. Bütün insanların özünde mevcut olan “doğru”ya yatkın olma durumu; fazla zorlanmadan “doğru”yu fark edebilme duygusu da fıtrata uygunluktur. Fıtratta aklın, duygunun ve sezginin birlikte etkin olması söz konusudur. Bu sebepten, fıtrata dayalı değerlerde ve bu değerlerle ilgili bilgilerde, insanlar arasında anlama ve kavrama bakımından düzey ve derece farkı olmasına karşın, keyfilik ve görecelilik belirleyici sayılmaktadır. İnsan, aklını doğru kullandığı zaman, Allah’ın Var ve Bir olduğunu kavrayabilecek şekilde yaratılmıştır. Buhari ve Müslim’de geçen “her çocuğun fıtrat üzere yaratıldığı”nı belirten Hadis de, her insanın fıtraten hakikati bulabilecek şekilde yaratıldığı vurgulanmaktadır. Gerçekten de, aklını doğru kullanmayı başarabilen, sezgilerini iyi değerlendiren, vicdanının sesini dinleyen her insanın hakikati bulma imkânı vardır. İslam’ın, fıtrat ile yani yaratılışın yasaları ve bu yasalara uygun olan, doğal olan şeylerle çelişmesi ve çatışması akla ve Kur’an’a aykırıdır. Fıtratın sonradan çevresel etkiler ve şeytani dürtülerle bozulması ayrıdır ve bu konuda Kur’an, ciddi olarak uyarmaktadır: “(Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) İnsanların, kendi elleriyle yapıp ettikleri (doğal ve sosyal yapıyı bozmaları) sonucunda, karada ve denizde çürüme ve bozulma başladı. Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır” (Rum: 41).

Bu kadar girişten sonra, herkesin fıtratına, vicdanına, imanına ve iz’anına soruyoruz: Altı (6) yaşındaki kız çocuğunu gelin edecek ve evlenmek için isteyenlere verecek bir baba-ana var mıdır?

Hayır, elbette yoktur, böyle bir insan asla çıkmayacaktır; çünkü fıtrata, yani insan tabiatına (doğal ve sosyal yapısına) aykırıdır. Dolayısıyla fıtrat dini olan İslam’a da tamamen zıt ve fasit bir yaklaşımdır. Bu asılsız ve ahlaksız iddiaları “Dini fetvalar ve âlimlerin cevazları” gibi sunmaya çalışanlar, eğer rivayetçi ve taklitçi basit bilgiçlik budalası değillerse, mutlaka ruh hastalarıdır.

Bu fasit fetvaları, “İslam’ın esasları ve cevazları” gibi aktaran zevata sormak lazımdır: “Sizin 6 (altı) yaşındaki, hatta 9 veya 10 yaşındaki henüz anasınıfı bebeğinizi veya ilkokul talebenizi gelin almak üzere evinize kız istemeye gelenleri nasıl karşılar ve nasıl uğurlarsınız? “Hay hay, hoş geldiniz, safalar getirdiniz, İslam’ın izin verdiği bir konuda boynumuz kıldan incedir, buyurun alıp götürün, 6 yaşındaki kızım sizin gelininizdir!” diyecek kadar vicdansız, ayarsız ve arsız bir insan mısınız, yoksa en azından bu sapkın ve şaşkın kişileri evinizden kovar mısınız?

“İslam’da evlilik yaşı konusunda belirlenen bir sınır bulunmamaktadır” (El-Hindi 14. C. Sh: 276) gibi, hem fıtrata (İlahi yaratılış kurallarına) hem de Kur’an’a ve Resulûllah’a aykırı fetvalar hatırına, 6 yaşındaki bebeğini gelin verecek bir baba, kız çocuklarını diri diri gömen müşriklerden daha aşağı ve acımasızdır. Bu tür fasit fetvaları veren âlimler, başka pek çok konuda hayırlı ve yararlı kanaat ve içtihatlar ortaya koymuş olsalar da, bu konuda yanıldıkları ve yanlış yaptıkları açıktır ve zaten onların hiç yanılmayacakları iddiası imana ve İslam’a aykırıdır.

“İslam âlimlerinin birçoğuna göre, erginlik çağına girmemiş bir kız çocuğunun uygun bir kimseyle evlendirilmesi caiz bulunmaktadır. “Kadınlarınızdan adetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Henüz adet görmeyenlerin (de süreleri böyle hesaplanır)” (Talak: 4) mealindeki ayette yer alan “Henüz adet görmeyenlerin de süreleri böyledir” ifadesi, adet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğine delil sayılmıştır. Bazen küçük yaştaki kızı evlendirmek bir maslahata binaen yapılır. Baba, uygun talibi kaçırdığı takdirde, bir daha öyle bir kimseyi bulmayabilir endişesiyle kızını evlendirmesi, maslahata uygun bulunmaktadır. Maslahat ise, şer’î bir delildir. (Bak: V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/179-180).”

İddiaları temelden yanlıştır, İslam’a ve fıtrata aykırıdır. Önce Talak Suresi 4. ayetindeki “Vellai lem yehidne” ifadesinin, “(boşanan) kadınların adetten kesilmelerinin iddet süreleri 3 aydır” hükmüne bağlanıp, “Henüz adet görmeyen (küçük kızların da iddetleri) böyledir” diye mana verilip tercümesini yapmak; bunu da henüz buluğa ermemiş kız çocuklarının evlenebileceğine delil saymak, açık bir yanılgıdır, kasıtlı yapılırsa vahim bir hata ve saptırmacadır. Çünkü ayetin bu kısmında, “Henüz adet görmeyen (küçük kızları) değil, evlenme çağına geldiği halde bazı tıbbi nedenler veya fıtri (doğuştan gelen) engellerle adet görmeyen kadınlar” anlatılmaktadır. Kaldı ki ayetin aslında “henüz” karşılığı bir kelime kullanılmamıştır. Talak 4. ayetin doğru ve uygun meali şöyle olmalıdır:

“(Yaşlılık sebebiyle) Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş (menopoza girmiş veya ameliyatla aybaşı özelliğini yitirmiş) bulunanlarla; (evlenme çağına geldiği halde tıbbi nedenler ve fıtri -doğuştan gelen- bazı engellerle) adet görmemiş olanların iddet (bekleme süre)leri -eğer şüpheye düşecek olursanız- (biliniz ki) üç aydır. Hamile kadınların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile sona ulaşır). Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona (her) işinde kolaylık kılacaktır.” (Talak: 4)

Kaldı ki Nisa Suresi 6. ayeti; kızlar için “nikâh-evlenme” çağının, “buluğa-erginliğe” erişmeden öte; Rüşd’e, yani akli ve bedeni yetişkinliğe de ulaşmış olmalarını şart koşmaktadır. Bu nedenle çocuk evlilikleri İslam’a da insanlık fıtratına da aykırıdır. Hz. Peygamberimizden sonra kaç yıl yaşadığı ve kaç yaşında bu dünyadan ayrıldığı tarihi belgelerle hesaplandığında, Aişe validemizin Aleyhisselatü Vesselam Efendimizle 18 (on sekiz) yaşında evlendiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü sağlam kaynaklara göre Hz. Fatıma ile aynı yılda (M. 605) doğmuşlardır.

Evet Nisa Suresi 6. ayetinde: kızlar için nikâh=evlenme çağının, buluğa-erginliğe erişmeleri şartından öte, RÜŞD’e yani akli ve bedeni olgunluğa ulaşmış olmalarını da şart koşması üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bu nedenle çocuk evliliği İslam’a da insan fıtratına da aykırıdır. (Bak: Yüce Kur’an’ın Mana ve Mesajı – Türkçe Meali Kerim – Abdullah Akgül – Furkan Neşriyat, Talak: 4 ve Nisa: 6 ayetleri)

“Yetimleri, nikâha erişecekleri buluğ çağına kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. (Yetim malları konusunda) Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık ma’ruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yiyip harcasın. Mallarını kendilerine (yetimlere geri) verdiğiniz zaman, onlara karşı şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeterlidir.” (Nisa: 6)

Bugün IŞİD (DEAŞ) denen fesat ve tahribat şebekesinin fiili arkacıları ve kışkırtıcıları Amerika ve Avrupa ise, fikri dayanakları da bu tür fasit fetvalar ve kitaplardır… Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Bu makaleyi sesli olarak da dinleyebilirsiniz.