Yandaş yazar ve yorumcu takımı Sn. Erdoğan’ın AB’ye karşı kurusıkı çıkışlarını manşetlere taşıyıp halkımızı oyalarken Sn. Binali Yıldırım, KKTC’nin neredeyse üçte biri kadar topraklarını Rum Kesimine bırakma hazırlığı ve pazarlığı yapılan Cenevre görüşmelerinin: “Türkiye’nin KKTC üzerinden AB’ye alınması sürecini hızlandıracağı” yolundaki açıklamaları; acaba saflıktan ve feraset noksanlığından kaynaklanan safsatalar mıydı, yoksa halkımızı avutup oyalamak için uydurulan saptırmalar mıydı? Veya AB’ye katılma ve kuyruk olma hatırına Kıbrıs’ın feda edileceğinin dolaylı itirafı mıydı?
Yandaş yazarların şu yorumları bizi kuşkularımızda haklı çıkarmaktaydı:
“Çözüm, Akıncı-Anastasyadis ikilisinden önce, Erdoğan ile Çipras’ın elinde bulunmaktadır… Araları son zamanlarda oldukça iyi görünen iki lider, iç baskılara göğüs gerer ve el ele verirlerse, Akıncı ve Anastasyadis gerisini getirip Kıbrıs’ta barışa ulaşılacaktır. Kıbrıs sorunu çözülürse, Ege bir “Dostluk, Barış ve hatta Ortaklık Gölü”ne dönüşmüş olacak ve bu Türk, Yunan ve Kıbrıs Halklarına müthiş bir ekonomik refah getirilmiş olacaktır… Barışı sağlayan liderlere de (Erdoğan ve Çipras’a) dünya çapında itibar ve saygınlık sağlayacaktır.”[1]
Oysa aradan 43 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen, Rumlar 20 Temmuz 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtını da, KKTC’nin kurulmuş olmasını da halâ sindirememiş görünüyorlardı. Barış Harekâtı öncesinde de Rumlar Ada’daki Türk varlığından rahatsızdı. Her fırsatta saldırıyor, kan döküyorlardı. 1974 öncesindeki 25 senede yaşanan katliamlar tam bir soykırımdı. Kanlı Noel, Banyo, Murat Ağa, Atlılar, Sandallar gibi nice katliamlar yaşanmıştı. Türkiye’deki yöneticiler, 1974 öncesi katliamlara ABD ve BM’nin baskısıyla müdahaleyi göze alamamışlardı. 1974’teki koalisyon hükümetinde Milli Görüş Lideri Erbakan vardı. O, daha siyasete atıldığı ilk yıllarda Kıbrıs’ı “Bir dava ve Anadolu’nun bir parçası” olarak görüyorlardı. Erbakan Hoca 1974’te Kıbrıs’ta Rumların Türk varlığını bitirmek istediğini kavradı. Ecevit’in görüşmeler için İngiltere’ye gitmesinden faydalanarak GKB Sancar’la görüşüp planlaştı. Bakanlar Kurulu’nda Kıbrıs’a çıkarma yapma kararı aldı. 3 günlük harekâtta Kıbrıs’ın üçte biri kurtarılmıştı. BM hemen “ateşkes” kararı çıkardı. Ecevit’in de yurda dönüp engel olmaya başlamasıyla maalesef harekât sonlandırılmıştı.
BARIŞ Harekâtı ile katliamlar son bulacaktı. İki kesim de yeni sınırlarına çekilecek, KKTC ve GKRC olarak iki ayrı devlet kurulacaktı. Böylece Ada’da huzur ve barış sağlanmıştı. Büyük Yunanistan idealini unutmayan Rumlar, elbette sonuçtan memnun kalmamıştı. Ada’nın tek hâkimi olmak istiyorlardı. Bunun için fırsat kollamaya başladılar. KKTC Cumhurbaşkanlığı’na Mustafa Akıncı’nın seçilmesi Rumlara cesaret kazandırmıştı. Çünkü Akıncı, Türkiye aleyhinde sözler ediyor; AB’ye girmek adına taviz sinyali veriyordu. 7 – 11 Kasım 2016’da, BM öncülüğünde Akıncı ve Rum lider Anastasiades İsviçre’nin Mont Pelerin Kasabası’nda buluşacak, buradaki gizli görüşmede Rum kesimi KKTC’den yüzde 7 toprak talebinde bulunacaktı. Barış Harekâtıyla 9.251 km. karelik Kıbrıs’ın, 3.355 km. karelik bölümü Türklerin kontrolüne alındı. KKTC, Kıbrıs’ın yüzde 36’sını oluşturan topraklar üzerinde kurulmuş durumdaydı. Böylece Kıbrıs problemi 1974’te kesin çözüme ulaştı. Her iki kesimin sınırları belliyken Rum’lar şimdi Kıbrıs’ı geri alma sevdasındaydı. Gereksiz olan son Cenevre toplantısını iyi niyetle açıklamak imkânsızdı. Belli ki, Rumlar yeni hesaplar peşinde koşmaktaydı.[2]
Güney Kıbrıs Rum Lideri Nikos Anastasiades ve KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı arasında 1 Aralık’ta varılan mutabakat gereği, 9-11 Ocak tarihlerinde her iki lider arasında görüşmeler başlatılmıştı. Mülkiyet konusundaki haritalar üzerindeki müzakerelerden sonra, 12 Ocak’ta iki tarafın ve garantör devletler: Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ın da katılımıyla toprak, mülkiyet, nüfus, yönetim ve güç paylaşımı, garantörlük, Kıbrıs’ta Türk askerinin varlığı ve Kıbrıs’ı ilgilendiren uluslararası anlaşmalardaki değişiklikler gibi konuları içeren Cenevre konferansının yapılacak olması Kıbrıs’ı yeniden gündeme taşımıştı. Erbakan Hocanın dirayet ve cesaretiyle başlatılan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile temin edilen huzur ve barışın yeniden ortadan kaldırılmasına yönelik “birleşik Kıbrıs” konusundaki müzakerelerde gelinen nokta, yeni diplomatik oyunlarla, Kıbrıs’ta yelpazenin Kıbrıslı Türklerin aleyhine daraltılması yeni bir bunalım potansiyelinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktı.
AKP Hükümeti’nin tavizkâr bir çözüme yeşil ışık yakmasının gerisinde; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne şimdiye kadar kabul edilmemesinde bir kambur olarak gösterilmeye çalışılan Kıbrıs konusunun bir an önce çözüme kavuşturulmasının yatmakta olduğu anlaşılmaktaydı. Avrupa Birliği’nin de Türkiye’yi tek yanlı çözüme zorlaması da Mustafa Akıncı’nın kafasını karıştırmış ve Rum yanlısı tek taraflı çözüme yatkınlaştırmıştır. Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’in AB Konseyi’ne yaptığı Kıbrıs’ta çözümle ilgili müzakereler konusundaki sunumdan sonra, Avrupa Konseyi yaptığı açıklamada: “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için devam eden süreci destekleyeceğimizi ve Kıbrıs’ın da Avrupa Birliği’mizin üyesi olduğunu ve olmaya devam edeceğini dikkate alarak, 12 Ocak 2017’de Kıbrıs’la ilgili Cenevre Konferansı’na katılmaya hazırız” ifadesiyle üstü örtük olarak Kıbrıs Rum Kesimi’ne destek mesajıydı. El Bab konusunda Türkiye’nin güvenliği için çok hassas davranan AKP Hükümeti, Doğu Akdeniz’in ve Türkiye’nin güvenliği açısından hayati öneme haiz KKTC konusundaki tavizkar tavrı, AKP’nin ayarını yansıtmaktaydı.”[3]
Rumlar Türkiye’den Maraş’ı istemeye başlamıştı!
Hatırlayacaksınız, daha önce de Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis AKP’nin tutarsızlıklarından cesaret alarak “AB başlıklarına ilişkin vetonun kaldırılması için”Türkiye’ye skandal bir öneride bulunmuşlardı. Rum Hükümet Sözcüsü, “AB başlıklarına ilişkin vetonun Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesiyle kaldırılabileceğini” açıklamıştı. Nikos Hristodulidis, daha fazla başlığın açılmasının Türkiye’ye bağlı olduğunu belirterek 23 ve 24. fasıllar için Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anasatasiades’in, kapalı Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesi önerisinin bulunduğunu hatırlatmıştı.
Kuzey Kıbrıs’ta tüm bunlar yaşanırken her İslam beldesine göz diken ABD sessiz sedasız donanmasında bulunan savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirlemiş durumdaydı. USS Donald Cook’ın komutanı Charles E. Hampton ise geminin son 18 ay içinde ikinci kez Güney Kıbrıs’a geldiğine dikkat çekerek “Bölgedeki yakın müttefikimiz ile işbirliğimizi sürdürmek için sabırsızlanıyoruz. Güney Kıbrıslı dostlarımızla bölgenin genelinde barış ve istikrar için ortak çaba sarf ediyoruz” diye konuşmaktaydı. USS Donald Cook’un Güney Kıbrıs’a ziyareti, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin adaya yapması beklenen ziyaret öncesine denk gelmesi de ayrıca endişeleri doğrulamaktaydı. ABD Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’deki güç dengesi çerçevesinde önemsiyor ve 1974’teki tavrından da Türkiye ve KKTC’nin karşısında olduğu biliniyordu. ABD’nin Larnaka Limanı’ndaki savaş gemisini değerlendiren Rum hükümet kaynakları, ABD ile Güney Kıbrıs arasındaki işbirliği ve dostluğun Rusya gibi üçüncü ülkelerin aleyhine olmadığını savunuyordu. Rum yetkililerin açıklamalarında ABD savaş gemisi için hedefin Rusya olmadığını söylemesi, hedefin açıkça KKTC olduğunu kanıtlıyordu.
O süreçte (Eylül-2015) KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın TL’den çıkarak Euro’ya geçiş için çalışma başlattıklarını açıklaması, uzun zamandır, kapalı kapılar arkasında ve AB himayesi altında, Rumlarla devam eden görüşmelerin niyetini de ortaya koyuyordu. Akıncı’nın Euro’ya geçiş, gümrük birliği ve diğer uyum çalışmalarının referandumda “evet” çıkmasından sonraya bırakılabilecek işler olmadığını belirtmesi, durumun ciddiyetine işaret ediyordu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde tüm bunlar yaşanırken ABD ise sessiz sedasız savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirliyordu.
AB’den gelecek uzmanlarla Euro’ya geçişin en kısa sürede tamamlanması kararlaştırılmıştı! KKTC’de Türk Lirası’ndan çıkarak Avrupa Birliği para birimi Euro’ya geçişi için teknik çalışma başlatılmıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, liderler zirvesinde ekonomik harmonizasyon çalışmalarını yürütmek üzere teknik komite kurulmasını kararlaştırdıklarını belirterek, Avrupa Birliği’nden gelecek uzmanlarla Kıbrıs Türk tarafının Euro’ya geçiş hazırlıklarının en kısa sürede tamamlanmasının amaçlandığını vurgulamıştı. Hazırlıkların çözüme yönelik olduğunu belirten Akıncı, anlaşmanın referandumda onaylanmasının ardından KKTC’nin 1 yıllık Euro’ya geçiş sürecinin başlayacağını, bu süre zarfında Türk Lirası’nın yürürlükte olacağını hatırlatmıştı.
Oysa Kıbrıs, Türkiye için hayati önem taşımaktaydı!
Kıbrıs ABD için belki de sadece taktik bir sorun konumundadır. AB Kıbrıs’a ekonomik, Rusya ise politik yaklaşır. Yunanistan içinse Kıbrıs psikolojik bir konu sayılır. Ama Kıbrıs iki ülke için stratejik ve hayati önem taşımaktadır: 1- Türkiye 2- İsrail!.. Kıbrıs Türkiye için yavru Vatan değil, bizzat vatandır ve Akdeniz’deki son savunma kalemiz konumundadır. Bu nedenle Kıbrıs bağımsızlığımız ve bekamız adına asla vazgeçilmez ve taviz verilmez bir adadır. Aynı şekilde İsrail terör şebekesi de, kendi varlığı ve ayakta kalması adına Kıbrıs’ın kontrolünde ve dostlarının güdümünde kalması amacına stratejik bir titizlikle yaklaşmaktadır.
Aziz Erbakan Hocamız, 1992’de Berlin’de şimdi Cenevre’de dayatılan “Kıbrıs’ın %29’u Türklere yeter” Meselesini şöyleaçıklamışlardı:
“Haa bakın, Rum bölgesinin Cumhurbaşkanı Vasiliu, Amerika’ya gitti. Ve Bush’la konuştu. Buluşmanın arkasından Beyaz Saray’ın sözcüsü çıktı şunları açıkladı: ‘Vasiliu ile Bush tamamen mutabık kaldılar. Bu yaz sonuna kadar, ümit ediyoruz ki Kıbrıs meselesi çözüme kavuşacaktır!” Öbür taraftan, Özal, bir Doğu Asya seyahati yaptı. O seyahat esnasında Türkiye’den götürdüğü gazetecilere konuşurken onlara şunları anlatmıştı: ‘Benden önceki Türkiye’nin idarecileri Kıbrıs’ta bir miktar toprak vererek bu meseleyi halletmek akıllılığını gösteremediler. Bu meseleyi artık çözmeliyiz!’ Arkasından, Bush’un özel bir temsilcisi Ankara’ya geldi, Dışişleri Bakanıyla konuştu: ‘İlla Kıbrıs meselesini çözün!’ Getirdiği teklif ne biliyor musunuz? Diyor ki: ‘Sizin şimdi Kıbrıs’taki Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti Ada’nın %36’sına sahip bulunuyor. Bu %36’yı size bırakmayız. Ya %29’a ineceksiniz, ama o takdirde Güneyden 50.000 Rum’u getirip Müslüman bölgeye yerleştireceğiz. Veyahut %25’e ineceksiniz, üstelik 30.000 Rum’u yerleştireceksiniz. Hangisini isterseniz kabul edin. Evet, siz Körfez Harbinde On Milyar Dolar zarara uğradınız. Biz de bu zararı kısmen telafi etmek istiyoruz. Ama şartımız; Kıbrıs’ı vereceksiniz!’ İşte bunun için sizin huzurlarınıza koşup gelmeden önce, iki gün evvel, Ankara’da bilhassa bu mesele için bir basın toplantısı yaptım. Bakın, o basın toplantısında şunları hatırlattım, Özal’a ve ANAP’a seslendim. Dedim ki: “Bana bakın. Huzurlarınızda, milletin önünde bir kere daha sesleniyorum: “Kim olursanız olun. Eğer Kıbrıs’ta, şehit kanıyla alınmış topraklardan bir zerresini geri vermeye kalkarsanız, hepinizden hesap sormak, bütün şehitler adına hesap sormak bizim için bir vecibedir, boynumuzun borcudur haberiniz olsun. Mutlaka burnunuzdan getiririz!” İkinci olarak söylediğim şudur: “Bak sizden fazla bir şey istemiyoruz. Bir tek dileğimiz var, nedir o? Kıbrıs Barış Harekâtını yaptığımızdan beri biz 17 sene geçti. Cenabı Hakkın lütfuyla 17 senedir huzur tesis edilmiş, haklar muhafaza ediliyor. Yav şunun şurasında sizin, iktidarda ya dört ay ömrünüz var, ya bir sene ömrünüz var. Gelin, şu dört ay, şu bir sene esnasında Körfez Harbinin telafi parası gibi palavralardan vazgeçin. Aç kalın, susuz kalın ama şehit kanıyla alınmış bir vatan toprağını parayla satmanın kara lekesini alnınıza sürmeyin. Bu leke sizin mezarınıza, tabutunuza beraber gider, mezarınızda da sizi rahat bırakmaz!” niçin heyecanlanıyorum? İnsanın kanına dokunuyor da onun için! Yav huzurunuzda bir kere daha bağırıyorum. Bizim Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz kalmamıştır. Nerden çıkıyor bu mesele, nerden çıkıyor? Bu adanın hepsi asırlar boyu bizimdi. Hukuken de bizimdir. Çünkü bundan 80 sene evvel Sultan Hamit, bazı mecburiyetlerle bir harp masrafı karşılığında bu adayı İngilizlere geçici bir süre için kiraya verdi ve kiraya verme anlaşmasının altında kendi imzasının üzerine el yazısıyla şunu yazdı: “İrade-i şahaneme ait bütün haklar mahfuz kalmak şartıyla muvakkaten kiraya veriyorum!” Ne demek bu? “Adanın tamamı hukuken bizimdir!” demek. Böyleyken bizim milletimiz ali cenaplık göstermiş, Rumlara demiş ki: ‘Madem hileyle gelip buraya yerleştiniz (İngilizler zamanında, aynen İsrail’de olduğu gibi) bari şu size ayrılan bölgede oturun, yaşayın. Size böyle verilmiş. Bu nimetin kıymetini bilin, azmayın, şımarmayın!” Bu tarafta da Müslüman Türk halkı hürriyet ve emniyet içinde yaşasın. Şu hale bakın aziz kardeşlerim. Size taklitçi partilerin ne olduğunu tanıtmak için söylüyorum. Kıbrıs müstakil bir devlet mi? Evet. Bunun futbol takımı var mı? Var. Türkiye de bir müstakil devlet mi? Evet. Peki, Türkiye bu müstakil Kıbrıs Devletini tanıyor mu? Tanıyor. Peki Türkiye bütün bu batılılarla futbol maçı yapıyor da niye Kuzey Kıbrıs Devletiyle futbol maçı yapamıyor? Çünkü Amerikalı abisi müsaade etmiyor. Çünkü Yunanlı kardeşi müsaade etmiyor! Yav Yunan müsaade etmiyor diye bir insan, kendi bağımsız devletinden vazgeçer mi? Antalya’da dünya tiyatrolar toplantısı gerçekleşti. Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Devletinin Tiyatrolar Birliği de geldi. Kendisini tanıtmak için toplantının masalarına bir broşür dağıtmaya yeltendi. Hemen bizim hariciyeden geldiler, ‘Aman aman bu broşürleri toplayın. Bunlar Avrupalı abilerimizin hoşuna gitmez. Kuzey Kıbrıs’ın varlığını bunlara göstermeyelim!’ Sen böyle yaparsan tabi bu adayı senin elinden almak isterler. Amerika’nın planı ne? Kıbrıs, İsrail’in emniyeti bakımından çok mühim. ABD İsrail’in arkasında duruyor. Amerika’nın Cumhurbaşkanları hep sık sık şu sözü söylerler: ‘Bizim için bir numaralı mesele, İsrail’in güvenliğidir!’ derler. İsrail’in güvenliği için Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Müslüman devlet (KKTC) olmasın. Ne olacak? Adayı alıp tekrar Yunanlılara vermek istiyorlar. Ve bu Türkiye’deki taklitçi partileri de buna alet ediyorlar!”[4]
Şimdi Rahmetli Erbakan Hocamızın 1992’de Berlin’de ANAP ve Özal için anlattıkları, bugün AKP ve Erdoğan’ın üzerine de tıpatıp oturmaktadır ve tabi Kıbrıs’tan taviz vermeye kalkışanların akıbetleri ortadadır.
İsrail’in Kıbrıs üzerindeki hedefleri ve planları bilinmeden bu oyunlar bozulamazdı!
Toprakları İsrail’in “Tevratsal Sınırlar”ı (Arz-ı Mev’ud) içinde yer alan ülkelerden biri de Kıbrıs’tır. Kıbrıs, Yahudiler için tarih boyunca önemli bir konumda sayılmıştır. İsrail’in kurulmasından önce Filistin’e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da, “askeri bakımdan ve istihbarat açısından değerli bir koz” olarak kontrolde tutulmaya çalışılmıştır. Kıbrıs’a yönelik Yahudi ilgisinin ilk somut örneğine Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethi sırasında rastlanır. O dönemde Saray’da danışman olarak bulunan eğitimli bir Yahudi olan Yasef Nassi “Kıbrıs Kralı” olmak hevesine kapılmıştır. Bundaki amacı, adanın “bir Yahudi yerleşim merkezi haline getirilmesi”dir. Yasef Nassi’den sonra adaya merak saran bir başka Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere Başbakanlığı koltuğuna oturan Benjamin Disraeli olmuş, Disraeli, çok sayıda Romanyalı Yahudi’nin Kıbrıs’a transfer edilmesini sağlamıştır. Ancak Kıbrıs’ın Yahudiler açısından taşıdığı önem, asıl olarak Siyonist hareketin ada üzerindeki talepleriyle ortaya çıkmıştır. Siyasi Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild’e, Temmuz 1902’de şöyle aktarmıştır: “Önce Kıbrıs’ı ele geçirmeliyiz, ardından bir gün İsrail’in üzerine gitmeliyiz ve zorla da olsa yerleşmeliyiz. Kıbrıs’tan Müslümanlar giderse, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satıp, Atina’ya veya Girit’e göç edeceklerdir. Filistin Yahudiler için çok küçüktür, bu nedenle Filistin’e yakın bir yer sağlamamız gereklidir. Filistin’e Kıbrıs ve El Arish de dâhil edilmelidir.”
Bu doğrultuda, Kıbrıs’taki Yahudi nüfusunu artırmak için çeşitli yöntemler denenmiştir. 1897’de İngiliz Hükümeti’nin isteğiyle JCA (Jewish Colonization Association-Yahudi Kolonileşme Birliği), İngiltere’den 33 Rus Yahudi ailesini 3 koloni kurarak Kıbrıs’a yerleştirmiştir. 1900-1906 yılları arasında da Siyonist önderlerden Warburg, Kıbrıs’ta Yahudi zirai yerleşimi ve köyleri oluşturulması konularıyla yakından ilgilenmiş ve JCA’yı bu amacında desteklemiştir. 1952 yılı AB’nin temeli olan Avrupa Konseyi’nin kurulduğu senedir. Yahudi Derin Devleti şeytani zekâvetiyle o zamandan 2000’li yılları görebilmiştir. “Birleşik Avrupa, bir gün Kıbrıs’ı da sınırları içine dâhil ederek “Roma İmparatorluğu”na giden yolda, Doğu Akdeniz’de egemenlik ilan edebilir” diyerek Avrupa Birliğini ve Kıbrıs’ın bu birliğe girmesini teşvik etmişlerdir. Bu dönem aynı zamanda İngiltere’nin de adadan çekilmeye başladığı dönemdir. İngiltere Kıbrıs’tan giderken Türkiye adaya yönlendirilerek Kıbrıs üzerinde Hıristiyan Avrupa’nın tam hâkimiyetinin önüne geçilmek istenmiştir. Çünkü Yahudiler, Kıbrıs’ın Yunanistan’dan ziyade, Türkiye’nin elinde kalmasını tercih etmiştir.
Avrupa Birliğine Kıbrıs’ın bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Planı öncesi ve sonrasında Kuzey Kıbrıs’ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş veKıbrıs’ın gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için batı standartlarına uygun bir ülke yapılandırılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk Ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir batılı ülke konumunda bir Kuzey Kıbrıs amaçlanmıştır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girerek, adeta İngiltere ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail’in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi’nin yerleştirilmesi hesaplanmaktadır. Adadaki Türk toprakları üzerinde parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmıştır. Kuzey Kıbrıs bölgesinde yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudileri tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs’ın Avrupa dışında kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek üzere KKTC’ye gelmeye başlamışlardır.
Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs’ın Türk nüfusunun Türkiye’ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler Kuzey Kıbrıs’a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail’in karşı kıyısında oluşturacaklardı. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kurmaya çalışmaktadır. KKTC’de kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrı menkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu artırılmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi’nin adaya yerleşmesi ile birlikte İsrail de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın Avrupa, ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek Doğu Akdeniz bölgesinde merkezi olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyası oluşturulacaktır. İsrailli Yahudilerin son yıllarda Türkiye’nin Antalya kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça anlaşılmaktadır. Kıbrıs’a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye’deki benzer kesimleri ve lobileri de heyecanlandırmıştır. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Orta Doğu’yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında Türkiye Yahudileri ve Sabataycıları da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu, ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır. Tek İsrail ile bütün Ortadoğu’ya egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudileri aracılığıyla 2. İsrail’i Kuzey Irak’ta kurmaya çalışmakta, hem de Türkiye’deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden 3. İsrail’i de Kıbrıs’ta kurabilmelerinin yolunu aramaktadır.
İsrail’in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs’ın geleceği Ortadoğu’daki yeniden yapılanma ile yakından ilgilidir. Kıbrıs, İsrail’e hem bir giriş kapısı, hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs’tan zaman içinde Türklerin kaçırtılması, Hıristiyanların topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm’in ana hedeflerinden biridir. Türklerin ve Rumların birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenerek Kıbrıs’a Ortadoğu’da askeri birlik bulunduran ABD’nin müdahale edebileceği öne sürülmektedir. ABD’nin bir askeri işgali sonrasında, ya da NATO’nun Ortadoğu’ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs’ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs’a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist planın Kıbrıs kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs, Ortadoğu’da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir.
Kürt Yahudilerine kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu’da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezi Yahudi devleti (İSRAİL); Kürdistan ile doğuya karşı, Kıbrıs ile de batıya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.
Bu kapsamda Kıbrıs’ta oynanan bir oyunu daha gündeme getirmekte yarar vardır. Sıdıka Atalay, Asil Nadir ile birlikte Küçük Erenköy (Yeni Erenköy)’de bir liman yeri aldıktan sonra burayı Yahudi kökenli bir İngiliz firmasına devrettiği anlaşılır. Firma burada bir liman inşaatı başlatır. Bilindiği üzere bu bölge KKTC’nin en batı ucundadır. Şimdi gelelim KKTC’nin doğu ucuna. Magosa Askeri Bölgesi’nin hemen içinde deniz kıyısında ve Gülseren Bölgesi’nde, “Danya” adlı firma bir Yahudi Kolonisi kurmak çabasındadır. Proje ilk kez E. Korg. Ali Yalçın’ın KTBKK’lığı sırasında gündeme taşınmıştır. Ali Yalçın paşa ret cevabı verir. O tarihten bu yana her KTBKK değiştiğinde konu tekrar gündeme taşınır. Konuyu takip eden kişiler ise oldukça dikkat çekicidir. Mehmet Ali Talat’ın Yakovas’la birlikte eş başkan olarak görevlendirdiği Özdü Nami bunlar arasındadır. Bu şahıs Kıbrıs’ı terk etmek zorunda kalan ve Avustralya’da sürgünde bulunan eski polis müdürü Kâmil Nami’nin oğludur. Kıbrıs’ı neden terk ettiğini merak edenler biraz araştırırsa bu kişinin İsrail ve Yahudilerle ilişkisine dair ilginç tespitlerle karşılaşacaktır.
İsrail KKTC’de Üs Kuruyor, TSK ise Çıkarılmaya Çalışılıyor; Bu Hıyanetle Eş Anlamlıdır!
Yasal boşluklardan faydalanarak KKTC’de dönüm dönüm toprak satın alan İsrailli Yahudilerin adada cemaat olarak tanınmak için hükümetle irtibat kurduğu ortaya çıkmıştı. Ambargo ile mücadele eden hükümetin cemaat olma arzusundaki Yahudi grupların cazip tekliflerine boyun eğdiği anlaşılmıştı. Durumu doğrulayan Kıbrıs Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen İsrailli Yahudi sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir şekilde adanın belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik getiri sebebiyle yetkililerin buna göz yumduğunu açıklamıştı. Baskılar yüzünden kendilerinin dini görevlerini dahi yerine getirmekte zorlandıklarını kaydeden Dere, adaya yerleşen Yahudilerin ise her türlü dini isteklerini özgürce yerine getirebildiğini hatırlatmıştı.
Son birkaç yıl içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne İsrail ve ABD’den yüzlerce Yahudi ailenin göç edip arazi aldıkları adanın güneyinden gelenlerle birlikte Kuzey Kıbrıs’ta cemaat kurdukları ve birkaç aydır da Kıbrıs hükümetinin cemaatlerini tanıması için lobi çalışması başlattıkları vurgulanmıştı. Haim Azimov isimli Hahamın liderliğindeki Yahudi grubunun, Tel Aviv ve Hayfa’da yaptıkları tanıtım çalışmaları ile Kıbrıs’a yerleşimi özendirmeye çalıştıkları; İsrailli firmaların ise yatırımları ile hükümeti baskı altına aldığı konuşulmaktaydı. Dünyanın büyük çoğunluğu tarafından tanınmayan ve ambargo uygulanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yatırım yapan ülkelerin başında da İsrail’in gelmesi anlamlıydı. Adanın İsrail’e olan yakınlığı sebebi ile hafta arasını Kıbrıs’ta geçiren, hafta sonunda ise evine dönen, İsrailli firmaların çalışanları da, adadaki Yahudi Cemaati’ne sempatizan toplamaktaydı.
Yahudilere verilen özgürlük Müslümanlara tanınmamıştı!
Kıbrıs’a yerleşen Yahudilerin rahatça hareket edip dini özgürlüklerini yaşayabildiğini belirten Mehmet Dere, kendilerinin ise Yahudilerle mukayese edildiğinde büyük sıkıntı içinde olduklarını hatırlatmıştı. Dere, “Üzerimize farz olan bilgilendirme görevini dahi yerine getiremiyoruz. Yaz kursları konusunda büyük bir sıkıntı çekiyoruz, okullarda durum daha da vahim. Dini bilgilerin öğrenilmesi için 30 yerde kurs açılacaktı, onu da bloke ettiler. Yani anlayacağız garip bir işgal altındayız” itirafında bulunmuşlardı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokol ile okullarda iki ay süreyle dini bilgiler ve Kur’an-ı Kerim öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Kıbrıs halkının yoğun talebi üzerine açılması kararlaştırılan kurslarda eğitim 1 Ağustos’ta başlayacakken Kıbrıs Öğretmenler Sendikası ve benzeri çevrelerin baskısı yüzünden protokol iptal edildi. Yahudi ablukası Ada basını tarafından da dikkatle izleniyor. Kıbrıs’ta yayın yapan Havadis gazetesi, Yahudi grubu başkanı Haim Azimov ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın birlikte çekilmiş fotoğraflarını yayınlamıştı.
Kıbrıs bu iktidarın insafına bırakılamazdı!
Bir ara Sn. Erdoğan’ın AB ile görüşmelerin devam etmesi için ortaya attığı “Kıbrıs’ta AB’ye liman verilmesi” önerisi sadece bir işe yaramıştı. Sözlü beyanı yeterli bulmayan AB çevreleri yazılı belge isteme küstahlığına kalkışmıştı. Yani açıkça Erdoğan ve ekibine güven duymadıklarını gayet açık bir şekilde ortaya koymuşlardı. Evet, Erdoğan’ın AB ile görüşmelerin devam etmesi için ortaya attığı “size Kıbrıs’ta liman açalım” önerisi, AB’nin Türkiye’ye bakışını değiştirmediği gibi, Erdoğan’ın blöflerini ciddiye almadıklarını da ortaya çıkarmıştı!
Yıllardır bazı kiralık köşe yazarları, “Efendim bir Kuzey Kıbrıs için 70 milyonluk Türkiye’nin AB’ye giriş şansını feda mı edeceğiz?” diye iktidarı tahrik ediyorlardı. Bilmiyorlar ki, tâviz vere vere, kesinlikle başarıya ulaşılamazdı. Çünkü AB ve üye ülkeler maalesef hâlâ haçlı zihniyetiyle ve mantığıyla hareket ediyorlardı. Fırsat bulmuşken şu AKP hükümetinden, ne koparırsak kârdır, diyorlardı. Dicle, Fırat vadilerini istiyorlardı. Kuzey Doğu Anadolu’yu Ermenistan’a, Karadeniz bölgemizi Pontus Rum’a, ekümenik merkezi diye İstanbul’un bir bölgesini, Patriğe vermeyi düşünüyorlardı. Batılıların bu hâinane tekliflerinin altında, Eski Bizans’ı ihya planları yatmaktaydı. Böyle olmasaydı bu AB ülkeleri Londra, Zürih anlaşmalarını ve bu anlaşmalardan doğan Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’ninmeşru, siyasi hak ve yetkilerini ve bütün kazanılmış hakları çiğneyerek Güney Kıbrıs’a peşkeş çekmeye kalkışırlar mıydı?
Eğer Kıbrıs kontrolümüzden çıkarsa Türkiye kendi vatanında denizsiz kalacak, Yunanistan kuşatması karşısında âdeta hapsedilmiş olacaktı. Bilindiği gibi Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in emniyetinin kilidi konumundaydı. Doğu Akdeniz’de mevcut bir sabit uçak gemisi sayılmaktaydı. Bu sebepten bu stratejik mevki mutlaka Türkiye’nin elinden alınmalıydı. Mehmetçik mutlaka Kıbrıs’tan çıkarılmalıydı. Kıbrıs’ın stratejik önemi, 1400 küsur sene evvel, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından bilindiği için, bu adanın fethedilmesi gerektiği vurgulanmış ve fethedileceği, Tıpkı İstanbul’un fethi olayında olduğu gibi önceden hatırlatılmıştı. Şu beyanlarımızın, gerçek olup olmadığını merak edenler var ise, “Sahihi Buhari”nin 8’inci cildinin 389, 390 ve 391’inci sahifesindeki, Ümmi Haram, hadisini açıp okusunlardı.
Bu vatan kimlere kalmıştı?
İki yanlış bir doğru etmez şeklinde genel bir matematik kuralı vardır… AB ile yürütülen müzakerelerde ek protokole imza atarak, fiili şekilde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıyan AKP hükümeti, şimdi “Ne yapalım, ne edelim de, attığımız imzanın altından kalkacak bir salvo atışı gerçekleştirelim” tavrıyla, limanları açalım teklifini ortaya atmıştı. Hükümet bu teklifin Rumlar ve Yunanlılar tarafından kabul görmeyeceğini elbette biliyorlardı. Onların amacı, AB tarafından sürekli tazyik altında tutuldukları Kıbrıs meselesinde, “çözüm arayan taraf” imajı oluşturmaktı… “Çözüm arıyoruz, uzlaşmacı taraf oluyoruz” ayaklarıyla oynadıkları kumarın nereye uzanacağını gizleyerek, Kıbrıs’ı dilim dilim, parça parçaRumlara terk ediyorlardı… Ne hazindir ki, Kıbrıs’ın göz göre göre elimizden kayıp gitmesine yol açacak bu kumar, gazetelerde, televizyonlarda tartışılması ve gerçek zemininde ele alınması gerekirken, bambaşka bir havaya sokulmaktaydı!
Eski ortakları, şimdiki düşmanları Fetullahçı Zaman Gazetesine göre; AKP iktidarının Kıbrıs konusunda taviz vermesi ve çözümden yana görünmesi, Türkiye’nin yararınaydı!?
2007 yılında Zaman Gazetesinin tertiplediği, Ortak Akıl Toplantıları‘na katılan dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıs’a ilişkin şu tespit ve çözüm önerilerinde bulunmuşlardı:
• Türkiye, AB sürecinde ilerlerken bu sorunla birlikte yaşanamayacağı ve mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini öğrenmek durumundadır. Türkiye’nin AB macerası olmasa da Kıbrıs sorunu önemli bir sorun olacaktır. Kıbrıs’ın ulusal sorun gibi algılanması başka bir sıkıntıdır.
• Rum kesimi, AB üyeliğini kullanarak Kıbrıslı Türklerin bazı haklarını törpülemeye çalışmaktadır. Kıbrıs’ı BM sürecinden AB sürecine aktarabilmek için bütün gayretini ortaya koymaktadır. Türkiye bu konuda geride kalmamalıdır.
• Türkiye ile 8 müzakere başlığı askıya alınmıştır. Geriye kalan başlıklar da kapanmamıştır. Rum tarafının talepleri, Türkiye için ön şart haline getirilmiş durumdadır. Türkiye’ye bir de ceza yazılmıştır.
• Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için Kıbrıs sorununu çözümlemesi lazımdır. Bu olmazsa olmaz bir şarttır. Dolayısıyla bu sorun çözümlenmek zorundadır, ama çözmenin yükümlülüğü sadece Türkiye’ye ait değildir. Rumlara da baskı yapılmalıdır. Bunu AB sağlamalıdır.
• Şu anda Kıbrıs’ta zaten yürütülmekte olan aşırı milliyetçi politika …Devamını okumak için tıklayınız.