KİBİR, İNSANI “TAĞUT”LAŞTIRIR

882
Paylaş:

26 Eylül 2018

Kibir; nefsini beğenmek, başkalarından üstün görmek, Allah’ın imtihan için verdiği bazı nimet ve faziletleri kendinden bilmek, gaflet ve cehaletle büyüklenmek demektir. Azazil’i İblis yapan ve Allah’ın kahrına uğratıp şeytanlaştıran bu düşüncedir. Nasıl ki, ümitsizlik küfür ise -çünkü ümidin tükenmesi, iman pilinin bitmesidir-; bunun gibi kibir de küfür ve nankörlük alametidir, gurur ve gafletin zirvesidir. Evet, kibir, bir kula imtihan icabı ve emanet olarak verilen servet, şöhret, etiket, rütbe ve yetki, gençlik ve güzellik, bilgi ve beceri gibi şeylerle övünmesi, böbürlenmesi, kendini beğenmesi, başkalarını küçük görmesi ve hatta Rabbine rakipliğe yönelmesidir.

Aslında gurur ve kibir, İslami anlayıştan uzak, batıl eğitimlerin ve batılı eğilimlerin bir sonucu olarak giderek yaygınlaşmaktadır.

Bakınız, insanı: Aristo, “politik” hayvan!… Descartes, “düşünen” hayvan!… Marks, “alet kullanan” hayvan!… Durkheim, “sosyal” hayvan!… Sartre, “isyan eden” hayvan!… Filozof Peter Singer ise; “birtakım ilave niteliklere sahip” hayvan! olarak tanımlamaktadır. Bunlardan etkilenen sözde yerli çömezleri ise, insanı: Akıllı hayvan!… Konuşan hayvan!… İki ayağı üzerinde yürüyen hayvan!… İnsanın kurdu olan canavar! şeklinde yorumlamaktadır.

Maalesef Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türkçe sözlükte bile, “insan: memelilerden, iki eli olan ve iki ayağı üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı (hayvan), mecazi/değişmeceli olarak da huy ve ahlak yönünden üstün nitelikli kimse”, diye tarif olunmaktadır.[1]

Diderot Ansiklopedisi’nde ise, insan; “hisseden, düşünen, Dünya üzerinde özgürce dolaşıp gezen, hükmettiği bütün diğer hayvanların başında görünen, toplum halinde hayat süren, sanatı ve bilimi icat eden, kendine özgü iyilik ve kötülükleri bilinen, kendine Efendiler ve manevi önderler edinen ve kanunlar üreten vs. bir varlık” diye tanımlanmaktadır.

Ancak son İlahi mesajları içeren Kur’an dışında, yapılan bütün bu tanımlarda; insanın yeteneklerini açık ve net bir şekilde ortaya koyacak bir izah yapılamamaktadır. Zira aynı ana-babadan da olsa ikiz de doğsa, her insan: Aklına dayalı “ilmi”, Hanif dine dayalı “fıtri”, nefsine/fücur ve takvaya dayalı “hissi”, iradesine dayalı “bedeni” farklılıkları olan, ama yeryüzünde Allah’ın halifesi-temsilcisi makamında yaratılan seçkin varlıktır.

Kibirli insanlar her ortamda en güçlü görünen ve en dikkat çeken insan olmak hevesindedirler. Güzelliklerine ve özelliklerine, mallarına ve mülklerine, bilgilerine ve mevkilerine çok güvenirler. Sahip oldukları şeyleri, sonsuza kadar kaybetmeyeceklerini zannederler. İşte bu kibirli insanlar, aslında içinde bulundukları kavrayış eksikliğinden dolayı farkına dahi varamadıkları bir acizlik içindedirler. Hatta bunların çoğu, açığa vuramadıkları bir aşağılık kompleksinin ters tezahürüyle böyle hareket etmektedirler. Allah bu kişilerin akli eksikliklerini Kur’an’da şöyle tarif etmiştir:

“Onlardan Seni dinleyecek (sözlerini önemseyip imana ve intibaha gelecek bir kısım insanlar) vardır. Ama hiç duymayan-sağırlara -üstelik hiç akılları ermiyorsa- Sen mi (hakikati) duyuracaksın? Ve onlardan Sana (bön bön) bakıp duracak olanlar da vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- Sen mi doğru yola eriştireceksin?” (Yunus: 42-43)

Gurur ve kibre kapılan bu bozuk karakterdeki insanlar, sahip oldukları özelliklere göre farklılıklar gösterseler de bazı ortak ruh halleri de bulunmaktadır.

Huzursuz ve hastalıklı bir ruh haline sahip bulunmaktadırlar:

Kendisiyle barışık, doğal ve normal bir insanın açık ve samimi, rahat ve kaprissiz bir ruh hali varken, kibirli kişilerde karanlık ve bozuk bir ruh hali yaygındır. Bir gurur ve aldanma içinde olan bu kişilerin iç dünyası, sürekli stresli ve kuşkulara bağımlı, korkularla kaplı, kirli hesapların yapıldığı, kafalarının basit ve fasit içten pazarlıklarla dolup taştığı, zifiri karanlık ve karmaşık bir dünyadır. Böyle bir hal kişiyi yıpratır ve yaşlandırır; ruh sağlığını da fazlasıyla bozup ahlaken yozlaştıracaktır.

Ruhi açıdan diğer insanlardan zayıf olan bu kişiler, soğuk ve bozuk tavırlıdır. Onlardan güzel bir mimik, sevgi alameti ve takdir görmek veya teşvik edici bir söz işitmek neredeyse imkânsızdır. Bulundukları ortamda insanlara gülümsemek, değer vermek gibi insani tepkilerden çok uzaktır. Özellikle kibirli erkeklerde ani saldırganlıklar, parlamalar çok yaygındır. Kadınlarda ise kibir, huzursuz ve mutsuz bir yapı ile açığa vurulmaktadır. Bundan dolayı bulundukları ortamda hava sürekli gergindir ve sıkıntılıdır, bunlar en ufak bir konuyu bahane ederek problem çıkartmaya hazırdır.

Kibirli insanların en büyük korkuları hata yapmak ve kınanmaktır!

En üstün niteliklerin sadece kendilerinde olmasını arzulayan ve bu kuruntuya kapılan, her yerde böyle de görünmeye çalışan bu tip insanlar, kabahatli ve hatalı olmaktan çok korkarlar. Büyüklük taslayan bu insanlar, garip bir şekilde kendinden emin görünmeye çalışırlar. Hiçbir eleştiriyi haklı bulmazlar. Asla hata yapmayacaklarını ve yanılmayacaklarını sanırlar. Sürekli olarak her konuda kendilerini temize çıkarmaya uğraşırlar. Bir ayette bu tür kimseler şöyle anlatılır:

“Kendi kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmez misin? Hayır; Allah dilediğini (ve hak edeni) temizleyip yüceltir ve onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılacak değildir.” (Nisa: 49)

Bu kişilerle aynı ortamı paylaşan diğer insanlar da, ortam gerilmesin diye onların yanında hata yapmaktan sakınırlar. Kibirli kişiler başkalarının hatalarını çok abartırlar ve sık sık hatırlatırlar. Çünkü diğer insanların hataları ortaya çıktıkça, kendilerinin daha mükemmel oldukları havasına kapılırlar. Bu tutumlarından dolayı da, kimse bunların yanlarında rahat ve doğal davranamaz; herkes onlarla beraber olmaktan huzursuzluk duyar. Kibirli insanlar, hem kendileri kimseye samimi ve seviyeli bir tavır takınamazlar, hem de başkaları onlara samimi davranamazlar. Çünkü her an normal tavırlarıyla, hatalarıyla, doğal noksanlıkları ve zaaflarıyla alay konusu olmaktan korkarlar. İşte bu kötü ahlakları, ellerindeki gücü veya serveti kaybettikleri anda yalnız kalmalarına sebep olmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki, kendilerini en kudretli zannettikleri zamanlarda bile, Kur’an ahlakından uzak karakterleri sebebiyle manevi yönden hep yalnızdırlar, huzursuz ve mutsuzdurlar. Maalesef bu tipler kof kibir zindanlarında mahpusturlar.

Kibirli kimseler eleştiriyi asla kaldıramazlar!

Öğüt verilmek, eleştirilmek, kibirli ve gururlu insanların hiç hoşlanmadıkları bir yaklaşımdır. Kendileri başkalarının hatalarını alaycı ve kibirli bir gözle değerlendirdiklerinden, başkalarının da kendilerine alaycı bakacağını ve hafife alacağını düşünüp hırçınlaşılmaktadır. Bir konuda eleştiri yapıldığında veya öğüt verildiğinde herkesin önünde küçük düştüklerine inanırlar. Böyle bir ruh hali yalnız manevi olarak değil, fiziksel olarak da etkilenmelerine sebep olmakta ve psikolojileri bozulmaktadır. Mimiklerinin doğallığı kaybolmakta, ses tonlarında ani iniş çıkışlara rastlanmakta, normal hallerinde bulunmayan “tikler” ortaya çıkmaktadır. Böylelikle maddi ve manevi yönden şiddetli bir sıkıntı ve kasılma hali yaşanmakta ve bunalımları artmaktadır. Bu hal içerisinde rahatlığı, huzuru yakalamaları da imkânsızdır.

Her şeyden önce “en güzel ve mükemmel” “en zeki ve bilgili”, “en kaliteli ve kıymetli” olmak gibi bir zan ve iddia ile yola çıkmışlardır. Bu da onları sürekli olarak sıkıntıya sokmakta, baskı altına almakta ve kasıntıya yol açmaktadır. Oysa bu insanların unuttukları önemli bir nokta vardır: Kendilerini insanlara karşı hatasız ve noksansız göstermeye çalışsalar da sonunda ahiret günü yaptıkları tüm hatalar (küçük-büyük ayırt edilmeksizin) tek tek karşılarına çıkacaktır. “(Peki) Onlar bilmiyorlar mı ki, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da Allah kesinlikle bilmektedir.” (Bakara: 77) ayetinde ifade edildiği gibi, nefislerine ilişkin her detayı üstün kudret sahibi Allah bilip durmaktadır. Onlar ise, insanları aldatmaya çalışırlarken son derece asılsız ve akılsız duruma düşmüş, Rabbimizi ve hesap gününü unutarak yalnız kendilerini aldatmışlardır.

Kibirli kimselerin en çok hoşlandıkları konu övülmek ve saygı duyulmaktır!

Kibirli bir insanın ruh hali, bakışlarından ve konuşma tarzından rahatlıkla anlaşılacaktır. Bu tip kişiler ya kendilerini alenen övmeye kalkışırlar ya da övülmelerini sağlayacak ortamlar oluştururlar. Öte yandan, diğer insanlara karşı -onların sahip olduğu üstün özelliklerden dolayı- içlerinde bir öfke ve kıskançlık vardır. Bu da bakışlarından ve yaklaşımlarından belli olmaktadır. Bu tip insanların üzerine kibrin getirdiği bir ağırlık ve soğukluk vardır. Genelde her ortamda ve her konuda kendilerini sıkarak ve kasarak özellikle diğer insanlardan “ağır” davranmaya, farklı olmaya çalışırlar. Tek hoşlandıkları şey kendilerini övmek, övülmek ve ön plana çıkmaktır.

Oysa kibir, sevmeyi ve sevilmeyi engelleyen bir ruh hastalığıdır!

Bu tip insanlar en çok kendilerini sevip sahip çıkarlar, bu nedenle de gerçek sevgiyi asla yaşayamazlar. Başkalarına sevgi ve saygı göstermek çok ağırlarına gider, buna yanaşmazlar; hep sevilen, ilgilenilen konumda olmaya çalışırlar. Sevmeyi veya sevgi göstermeyi bir nevi zayıflık ve aşağılık sanırlar. İçlerindeki kibirden dolayı sevme yetenekleri kısırlaşmıştır. Çünkü bir insanı sevebilmek için o kişideki güzel yönleri görebilmek lazımdır. Ancak kibirli insanlar başkalarının meziyet ve faziletlerine karşı kör ve nankör davranmaktadır. Zira onların gözünde hep en üstün olan kişi kendileri olmaktadır. Bu nedenle başkalarının sahip olduğu güzellik ve özellikleri sürekli kıskanırlar. Karşı tarafın sahip olduğu meziyetleri fark etmiş olsalar bile ifade etmekten özellikle kaçınırlar. Eğer bulundukları ortamda kendilerinden daha iyi özelliklere sahip bir kişi varsa, hemen oradan uzaklaşmaya çalışırlar. Kıskançlıklarından dolayı diğer insanlarla sürekli bir hazımsızlık ve anlaşmazlık durumu yaşarlar.

Bu şekilde davranışlar sergileyen kibirli kişiler, aslında hep çirkin bir ayıp, hem de çok büyük bir kayıp içerisinde olduklarını bile anlamazlar. Allah’ın insanlara verdiği önemli bir nimet olan sevgiyi böylelikle ellerinden kaçırmakta ve gerçek sevgiyi hayatları boyunca hiçbir şekilde yaşayamamaktadırlar. Çıkar ilişkileri nedeniyle yanlarında birtakım insanlar bulunsa bile çoğunluk, böyle insanları aralarında görmekten dahi hoşlanmazlar. Onların karakterlerinde ve hareketlerinde bir iticilik vardır. Elbette sevecenlik, yakınlık, samimiyet ve tevazu olmayınca, sahip olduğu imkânlar ne olursa olsun, herkesin bu kişilerden kaçması doğaldır.

Kibirli kimseler hiçbir şeyden zevk alamazlar

Kibirli insan, huzurlu olmayı ve mutlu yaşamayı asla başaramayacaktır. Herkesin hoşuna giden, neşelenmesine sebep olan olaylar ve mekânlar onlar için anlamsızdır. Onlar bu ortamlarda başkalarının açıklarını ararken bir yandan da kendi mükemmelliklerini(!) sergilemeye çalışırlar. “Ağır” ve farklı görünmeyi bir üstünlük sanırlar, neşelenip eğlenmeyi ise basitlik olarak algılarlar. Ama sonuçta bu kötü ahlaklarının karşılığını alarak; sevinmek, sevilmek, eğlenmek ve neşelenmek gibi doğal bir nimeti asla tadamazlar ve hep kendi karanlık dünyalarında yaşarlar. Ne ilginçtir ki, içinde bulundukları sıkıntılı halin sebebini de bir türlü anlayamamaktadırlar. İşte bu da Allah’a karşı büyüklenen insanların akıl ve anlayışlarının kapalı olduğunun bir ispatıdır. Zira onların kalplerine bu sıkıntıyı veren, O’na karşı olan acizliklerini unutarak büyük bir aldanış içine girdikleri Cenab-ı Hak’tır.

Kur’an’da, “Bunlara: “Allah’tan kork” (bu hıyanet ve tahribatlarından vazgeç) denildiğinde ise, büyüklük gururu (ve sapkınlık durumu) onu (daha da kuşatıp) günaha sürükleyecektir…” (Bakara: 206) ayetinde kibirli kişilerin nasıl bir büyüklenme içinde oldukları anlatılmıştır. Allah bu “büyüklük gururuna” ve Kendisini “unutmalarına” karşılık olarak bu kişilere sıkıntılı bir ruh hali ve pislik vermiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle haber verilmektedir:

“Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar). Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’an’a karşı ilgisiz ve sevgisiz kalır). Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (En’am: 125)

“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez (ve onları alçaltır). Yürüyüşünde orta bir yol tut, (ağırbaşlı ol; konuşurken) sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin anırmasıdır.” (Lokman: 18- 19)

“Yeryüzünde böbürlenerek (gücüne, güzelliğine, servetine, etiket ve rütbene ve çevrene güvenip kibirlenerek) yürüme!.. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girişebilirsin.” (İsra: 37)

“Şüphesiz Allah, onların (kalplerinde) saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri (kibirli gafilleri) sevmemektedir.” (Nahl: 23)

Kibir, aşağılık kompleksinin ters yansımasıdır!

İnsanoğlu bencillik duygusuyla gittikçe vahşileşmektedir. Paranın, makamın, şöhretin ve fırsatın kendisine vermiş olduğu gaflet rehavetiyle, kendinin nasıl yaratıldığını ve ne maksatla dünyaya gönderildiğini ve hangi şartlarda bu dünyadan ebedi âleme göçeceğini düşünmezler. Kendince yücelttiği sahte putlarıyla hâşâ, “dağları ben yarattım” havasına bürünmektedirler. Kibir, ruhumuzda biriken kirlerdir. Noksanlıklarımız ve hatalarımız, ruhumuzu kirlendirmekte ve böylece ruhumuzun aydınlığına kalın tabaka örmemizden ileri gelmektedir. Muhammed Bâkır R.A. Hazretleri’nin: “Kişinin noksanlığı, kalbindeki kibri kadardır.” sözü ne kadar yerindedir. Bir düşünür: “Küçük insanların büyük gururları olur.” demektedir. Gurur, kendisiyle barışık olmayan, özgüvenden yoksun insanların kalesidir. Kişiliği belirginleşmemiş, olgunlaşma sürecinde yarı yolda kalmış insanın kişiliksizliğini gizleme çabasıdır kibir… Kendisini olduğundan daha büyük gösterme ve bu amaç için eksikliklerini örtme gayretidir.

Ahlâk psikolojisi açısından baktığımızda gururun temel sebeplerinden biri de; insanın ‘aciz’ olduğu bilincinden uzaklaşıvermesidir. “Mala mülke mağrur olma, yok deme ben gibi. / Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi.” beytinde ifade edildiği üzere, sahip olduğu parasına, malına veya bulunduğu makama aşırı bağlanan ve güvenen insan, Allah’ın ve Resulüllah’ın otoritesini görmezden gelerek kendisini otorite haline getirme gayretindedir. Emretme tavırları, saldırganlık tarzları, aslında aşağılık kompleksinin tezahürleridir. Çevresinde emrine amade gibi gözüken sahtekâr insanların varlığı, kendisine değerli olduğu hissini vermekte ve bu yanılgısı bir yandan onun gururunu şişirmekte, diğer yandan ıstırabıyla kıvrandığı, ama farkında olamadığı inanç boşluğunu derinleştirmektedir.

Devamını okumak için tıklayınız.


[1] TDK, “Türkçe Sözlük”, TDK Yay, Ankara, 1998, c 1, s 1089

[2] Fatma Sibel Yüksek, 5 Ağustos 2015, acikistihbarat.com’dan alıntı

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.