İSLAM’DA İÇTİHAT KAVRAMI VE ÇAĞDAŞ SORUNLARI AŞMA KURALLARI

787
Paylaş:

23 Mart 2018

Kur’an-ı Kerim, Kıyamete Kadar Gerekli ve Geçerlidir. Ama Yöresel ve Dönemsel İçtihatlar Geçicidir ve İhtiyaca Göredir!

Hem aklen, hem ilmen, hem de vicdanen kesindir ki, elbette Allah vardır, hücrelerden galaksilere her şeyin yaratıcısıdır. Basit bir tükenmez kalemin bile kendiliğinden ve tesadüfen meydana geldiğini söyleyene, ya yalancı veya kaçık gözüyle bakılır. İnsanları her şeyden üstün ve farklı yaratan ve gerçek saadet ve adalet kuralları olarak Kur’an’ı yollayan da Allah’tır.

Kur’an-ı Kerim, temel ve genel kurallar kaynağıdır

Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetleri: “Mutlak Delil”; sahih Hadis-i Şerifler: “Delil”; Bu iki delile uygun yapılan akli ve ilmi içtihatlar: “Hüküm”; üzerinde ulemanın icma ve ittifak ettiği içtihatlar ise “Mutlak Hüküm” sayılır. Hz. Peygamberin (SAV) sünnetini (Hadis-i şerifleri ve hayat prensiplerini) gereksiz ve geçersiz saymak, “Kur’an-ı Kerim bize yeterlidir” iddiasında bulunmak, yanlıştır ve yanıltıcıdır. Çünkü bu düşünce, önce Kur’an-ı Kerim’in emirlerine aykırıdır. Onlarca ayeti kerimede “Allah’a itaatle birlikte, Resulüne itaat de” farz buyrulmaktadır. Peki, Allah’a itaat; Kur’an ayetlerine uymak ise, ayrıca Resulüne uymak ne anlamdadır? Evet, Resule itaat; Onun sünnetine, hayat sistemine ve ayetlerde belirtildiği gibi: “Kur’an’ı açıklayan, bizzat yaparak ve yaşayarak ümmetine örnek-model olan” Hz. Peygamberin öğretilerine tabi olmak, amellerindeki hikmet ve hedefleri kollamaktır. Hz. Peygamberi örnek almadan bir rekât namaz kılmak bile imkânsızdır, çünkü Kur’an-ı Kerim namazı emir buyurmakta, ama onun kılınış şeklini, dua biçimini, nelerin okunması gerektiğini anlatmamakta, bunları Resulüllah’ın eğitim ve öğretimine bırakmaktadır.

Hz. Peygamberin öğretileri ve örnekliği gereksizdir, Kur’an’ın emirleri yeterlidir” iddiasında bulunanlar, ayetleri kendi keyiflerince yorumlamak, ibadet ve istikamet sorumluluğundan kaytarma yolları aramak için çırpınmakta, bazı gafil ve cahil kimseler de bunlara aldanmaktadır. Yani Kur’an-ı Kerim, hazır bir fetva kitabı veya ansiklopedik bir başvuru kaynağı değil; sürekli değişen ve gelişen bütün şartların ve zamanların ortaya çıkaracağı, içtimai, idari, hukuki, ahlaki ve ekonomik her türlü sorunların çözümüne esas olacak “genel kaideler ve temel prensipler” içeren Allah’ın kelamıdır.

Mutlak delil: Bir konuda, sorunların çözümüne esas olacak ve mihenk yapılacak genel ve temel kural ve kaidelerdir. Bunlar her zaman için gerekli ve geçerli olan kaynak ve dayanak yerindedir. Çok açık ve net anlaşılan; kesin emir ve nehiy makamında vahyolunan Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetleri böyledir.

Delil: Hakkında böylesi ayetler bulunmayan hususlarda, problemlerin aşılmasında ve uygun proje ve pratiklerin hazırlanmasında, sağlam Hadis-i Şerifler ve Hz. Peygamberin (SAV) sünneti, yani sorunlara yaklaşım yöntemi ve sistemi de elbette önemli bir örnektir.

Hüküm: Delil ve dayanaklara uygun olarak verilmiş, akli, vicdani, hukuki ve ahlaki karar ve içtihatlar demektir.

Kesin hüküm: Farklı ilim ve içtihat ehlinin aynı konuda, aynı ortak kanaate varmaları; bir sorunun çözümü hususunda ittifak ve içtihat birliği oluşturmaları ise, daha belirgin ve güvenilir bir karar ve hüküm meydana getirir.

Delil ve dayanaklar, sabit ve süreklidir. Hüküm ve içtihatlar ise, şartlara, ihtiyaçlara ve gelişen hayat standartlarına göre değişmeye ve yenilenmeye müsaittir.

“Delil”ler ilahi ve naklidir. Hüküm ve içtihatlar ise “akli ve beşeridir”. Ancak, bu içtihatlar, vahye istinat ettiğinden özel bir öneme haizdir. Sadece insan aklının ve nefsani arzu ve kurguların eseri değildir. Muhkem ayetler ve sağlam hadislerden çıkan “delil”ler, mutlak ve değişmez doğrular olan HAK’tır. Ama içtihatlar ise, hem sevap, hem hata ihtimalini barındıran “yorum”lardır. Şartlara ve ortamlara göre uygun olan; ama değişme özelliği de bulunan “doğru”lardır. Böylece İslam hukukunun  iki temel “delil”i  ortaya çıkmaktadır:

1- Nakli deliller. (Sarih ayetler ve sahih hadisler)

2- Akli delillerdir. (Kıyas, içtihat ve icma prensipleri)

Laiklik ve demokrasi gibi çağdaş kurum ve kavramların da, onlarca farklı, hatta birbirine aykırı tanımları ve tatbikatları yapılagelmektedir. Bu nedenle her türlü istismar ve suiistimale açık vaziyettedir. Öyle ise, bunların da evrensel hukuk kurallarına ve temel insan haklarına uygun, yeni anayasal hükümlerinin belirlenip çerçevesinin konulması ve Türkçe tariflerinin yapılması kaçınılmaz görünmektedir. Üstelik bu tanım ve kalıpların da, doğal değişimlere ve sosyal gelişmelere açık tutulması gerekir.

Şu gerçekler asla unutulmamalıdır:

Kur’an ve sünnet, geçmişe değil, bugüne ve bize hitap etmektedir, tarihi örnekleri ve meseleleri de ibret ve hikmet dersleridir.

Kur’an-ı Kerim; Felsefi ve statik bir kitap değil, devamlı diri ve dinamiktir ve pratik çözümler üretmeye müsaittir.

Kur’an-ı Kerim; hem mümin bireyler ve topluluklar, hem de farklı konum ve kapasitedeki kurum ve kuruluşlar için; pratik, psikolojik, sosyolojik ve stratejik prensip ve projeler üretmeye yarayacak ilahi bilgi merkezidir.

Kur’an-ı Kerim; Sürekli gelişen ve değişen: siyasi, iktisadi, ilmi ve içtimai hayatı her halde ve yeniden düzenleyip disiplinize edecek, değişmez hakikat ve hikmetler içermektedir.

İslam: Akla, araştırmaya, bilimsel ve teknolojik buluşlara oldukça önem verip sürekli teşvik eden; ama beynin ve bilimin, şeytani odakların zulüm ve sömürü aracı yapılmaması için de, imani ve vicdani emniyet sigortalarını ve Rabbani kuralları merkeze yerleştiren bir hayat ve imtihan dinidir.

İslami hayatı ve mümin toplumları içten çürüten, çağın ve medeniyet yarışının dışına iten en büyük talihsizlik ve tehlikelerin başında ise;

Kur’an-ı Kerim’le alakayı koparıp onu araştırmayı ve hayatın temel kaynağı yapmayı bırakıp, yani “mutlak delil ve dayanak”ları askıya alıp; asırlar önceki şartların ve ihtiyaçların gereği olarak Kutsal Kitabımızdan çıkarılan içtihatları (karar ve yorumları), dinin temel esasları ve hayatın vazgeçilmez hususları saymak” şeklindeki şuursuz taklitçilik ve ruhsuz şekilcilik gelmektedir.

Ancak, bu gerçeği istismar ederek, Müslümanları tamamen dünyevileştirmeye ve manevi disiplini dejenere etmeye çalışan modernistlerin yozlaştırma niyetleri de; takva ve fetva bahanesiyle Müslümanların sosyal, siyasal ve ekonomik hayattan kopmasından ve emperyalizmin kulları ve kuklaları yapılmasından başka sonuç doğurmayan, “kör taklitçilik ve köhne şekilcilik” heveslilerinin yobazlaştırma gayretleri de, yani hem ifrat hem tefrit aynı ölçüde zarar verici ve tahrip edicidir.

“Kur’an-ı Kerim Tefsiri” diye, tahrif girişimleri yoğunlaşmıştır!

İsrail, Kur’an-ı Kerim’i sözde tefsir etmek için kurduğu internet sitesinde modern İsrailiyat yöntemlerini deneyerek Kur’an’ı tahrif etmeye çalışmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Kur’an-ı Kerim’i çarpıtmak ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için yazdırdığı sözde tefsirden sonra, şimdi de İsrail Dışişleri Bakanlığı Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmek için Yahudi bir profesör olan Ofer Grosbard’ın yönettiği bir internet sitesi kurmuş bulunmaktadır. Ofer Grosbard Yahudi’sinin “Kur’an’ı Peygamber öğretilerinden ve ilmi tefsir prensiplerinden bağımsız ve akılcı bir yöntemle algılayıp yorumlama” önerileri de bunların şeytanlık damarını ve İslam’ı yozlaştırma amacını ortaya koymaktadır.

“Yahudi gibi inanan, Hıristiyan gibi yaşayan ama İslami gelenekleri uygulayan bir Müslüman tipi” yetiştirilmek isteniyor

Filistin İslami Hareket Sözcüsü Şeyh Zahi Nüceydat, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın duyurduğu “Yahudilerin Kur’an-ı Kerim tefsir projesinin” çok tehlikeli ve sinsi bir girişim olduğunu kaydederek, bu projenin asıl amacının Kur’an’ı İsrail ve ABD’nin istediği tarzda anlayan “Müslüman” bir nesil yetiştirmek olduğunu vurgulamaktadır. Fetullahçıların “Dinlerarası Diyalog salatası” ve AKP iktidarının ve yandaş fetvacıların “ılımlı İslam” safsatası böylesi şeytani ve Siyonist hesaplara hizmetkârlıktır. İsrail bu yolla, İslâm dünyasında yayılmakta olan emperyalizm ve Siyonizm karşıtı direnişi pasifleştirmeye çalışmaktadır. Dünyanın birçok yerindeki Müslüman bilim adamları ve kuruluşlar, İsrail’in bu girişimiyle Kur’an ayetlerini İsrail ve ABD’nin istediği şekilde yorumlatacağı uyarısında bulunmaktadır.

Fetullah Gülen’in “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” kitabını İngilizce bastırıp bedava dağıtan Siyonist ADL örgütüyle İsrailli Prof. Ofer Grosbard’ın işbirliği dikkat çeken çok önemli bir ayrıntıdır.

Ahlak dışı gönül ilişkileri, medyaya malzeme olacak kadar sorumsuz ve doyumsuz birtakım sözde ilahiyat Prof.larının patavatsız yorumları da, bu Siyonist kâfirlere ve cahil kesimlere, maalesef gerekçe oluşturmaktadır.

“Sana Kur’an’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’an’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem ayetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalplerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp manası kapalı olan) müteşabih ayetlerin peşine düşmektedir. Hâlbuki bunların gerçek te’vilini ancak Allah bilir… İlimde derinleşenler (rasihun) ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Al-i İmran:7)

(Ey Resulûm!) De ki: “Eğer (gerçekten) Allah’ı seviyorsanız (bu iddianızı ispat etmek üzere) Bana (sünnetime ve hayat sistemime) tabi (ve teslim) olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlayıversin. Allah Ğafur ve Rahim’dir.” Not: (Hz. Peygamberimize: “Allah’ı seviyorsanız, O’nun Kitabına uyun” yerine “Bana tabi olun” buyrulması; Sünnete ittiba ve itaatin gereğini ve önemini göstermektedir.)” (Al-i İmran: 31)

“… Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. …(Haşr Suresi: 7)

“Allah ve Resulû, bir işe hükmettiği (bir konuda karar verdiği) zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine (ve beklentilerine) göre (başka görüşleri) seçme ve tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulû’ne isyan ederse (ayet ve hadislerin açık hükümlerini çiğner ve kendi keyfince te’vil edip tersine çevirirse), işte gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzab Suresi: 36)

“Bu, onların: (Biz seçilmiş ve sevgili kullarız, bu yüzden) “Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak.” demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmesi sebebiyledir. (Bunları asıl aldatan ve avutan Şeytan vesvesesi ise; “Dünyalık makam ve menfaat için, bazı Tevrat hükümlerini -şimdi Kur’ani emirleri- terk etmemizde ve bazı günahları işlememizde, öyle korkulacak bir vebal yoktur. Çünkü bizim bu kötülüklerimize karşı, hayırlı hizmet ve ibadetlerimiz de vardır. Bu nedenle Cehennem ateşi ve ahiret azabı bize sayılı gün dışında asla dokunmaz” düşüncesidir.)(Al-i İmran: 24)

(Artık), “İman edenlerin Allah’ın (hüküm ve haberlerini, nimet ve hikmetlerini düşünmek) ve Hakk olarak indirilen Zikri (Kur’an’ı dikkatle okuyup anlamaya ve gereğini uygulamaya gayret etmek) için, kalplerinin saygı ve kaygı ile yumuşayacağı zaman halâ gelmedi mi? …” (Hadid Suresi: 16) ayetleri hem bu konudaki sorunlarımızın nedenlerini, hem de kurtuluş çarelerini ortaya koymaktadır.

“Bu konu Kur’an’da geçmez”, “Şu gibi sorunlarla Kur’an ilgilenmez” veya “Kur’an o soruların yanıtını vermez” şeklindeki kanaatler de yanlıştır, Kur’an’ı tanımamaktır ve cehalet sonucu yapılan hatalardır. Ve hele: “Kur’an Ortaçağ kitabıdır. Çok eski dönemler için yararlı bazı yasalardır. Günümüzde bunlara ihtiyaç kalmamıştır. Akıl ve bilim bunların yerini almıştır” şeklindeki iddialar, sadece sapıklık ve inkârcılık değil, aynı zamanda utanç verici bir bilgisizlik ve akıl noksanlığıdır.

Cihat ve İçtihat Birlikte Yürütülmelidir!

Faizi “Alışveriş gibi mubah sayan” ve ders programları bu marazlı mantıkla hazırlanan fakültelerde okuyanlara göre: Faiz, ekonomi biliminde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamda faiz, bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen gelir oranıdır. İkinci anlamda ise üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin kazanç miktarıdır. Bu iki anlam aslında iktisadi açıdan birbirlerinin aynısıdır ve iktisatçılar tarafından faiz olarak tanımlanır. Bunlara göre faiz ekonominin canı-kanıdır, faizsiz sistem imkânsızdır. Oysa faizin gerçek tanımını ve yaptığı tahribatları en iyi açıklayanlar ve faizsiz sistemin kurum ve kurallarını en iyi ortaya koyanlar, İslam fakihleri olmuşlardır.

Çünkü Faiz, kredi kullanılan teşebbüsün kârla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı veya kârla sonuçlanacaksa bu kârın ne miktarda gerçekleşeceği önceden bilinememesine rağmen, faiz nispetinin baştan tespit edilmesi sebebiyle, bu kredi kullanımından elde edilen sonucun taraflar arasında âdil ve dengeli bir şekilde paylaştırma imkânının ortadan kalkması; neticede, ister alan ister veren olsun, taraflardan birinin mutlaka zarara uğraması ve bu zararın hiçbir şekilde önlenmesinin mümkün olmaması sebebiyle haram kılınmıştır.

Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde faizin zararları ve haram kılınma sebepleri konusunda geniş bilgiler yer almazken, tarafları (faiz verenleri ve alanları) zalim ve mazlum durumuna düşürme sebebi konusunda ise açık ayet vardır. Bu ayet, faizin her halükârda iki taraftan birisi için zulüm sebebi olduğunu net bir şekilde açıklamaktadır: “Eğer tevbe eder, faizden vazgeçerseniz, anaparanız sizindir. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.” (Bakara: 279) Mefhum-u muhalifi (zıt anlamı) şudur: “Eğer faizden vazgeçmezseniz ya zulmeder ya da zulme uğrarsınız.”

Yani faizli bir kredi muamelesinde kaçınılmaz bir surette haksızlık ve zulüm ortaya çıkmaktadır. Bu haksızlık ve zulüm, faizin ayrılmaz bir parçası olarak onun bünyesinde kökleşmiş bulunmaktadır. Bu haksızlığın hem ortaya çıkmasına hem de önlenememesine sebep olan unsur ise, faiz miktarının baştan tespit edilmesidir. Piyasa şartlarının değişken olup gelecekte neler olup biteceğini ve faizli kredi kullanılan işin akıbetini baştan görmek mümkün olmadığına göre, kredi işlemini takip eden günlerde faiz, iki taraftan birini şöyle veya böyle incitmeye başlayacaktır. Çünkü işin akıbeti çok büyük bir ihtimalle en azından bir tarafın beklentilerinin tersine sonuçlanacaktır. Şöyle ki: Olumsuz piyasa şartları kredi kullananı sıkıntıya sokarken, parasını her şeye rağmen faiziyle birlikte sağlama almış bulunan sermaye sahibinin rahatı bozulmayacaktır. Bunun tersi durumda, yani belli bir faiz haddiyle kredi işlemi yapıldıktan sonra piyasa şartlarının beklenmedik bir şekilde canlanması, başka bir ifadeyle, sermayenin getiri oranının çok yükselmesi durumunda ise, parasını daha evvel normal bir getiriyle faize bağlamış olan sermaye sahibi şöyle veya böyle bir pişmanlık duyabilecektir. Bu pişmanlığın sebebi, bu işlemde faiz oranını biraz daha yüksek tutmamış olması veya şu anda elinde olsaydı çok kârlı işler çevirebileceği parasını, sadece normal bir faize bağlamakla şimdi karşısına çıkmış bulunan cazip imkânlardan mahrum kalmasıdır. İki tarafın da memnun kalabileceği tek sistem İslam’ın Katılım Ortaklığı ve “Karz-ı Hasen” programıdır. Fakat insanların maddî hesaplarını çok ince yaptığı düşünülecek olursa, faizli bir işlemin sonucundan iki taraftan birinin mutlaka rahatsızlık duyacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Önce faiz nedir ve faizsiz sistem nasıl olmalıdır?

1- Faiz, “zamanla artan borç” olmaktadır:

Örneğin 1 milyon borç verilir. Her ay %’de şu kadar artarak katlanır.

2- Faiz; zarara katılmayan kârdır:

“Para bir taraftan, emek diğer taraftan, hem kâra hem de zarara katılmak” üzere kurulan bir ortaklık caizdir, ama sadece “ben parama karşılık şu kadar kâr isterim, zarara karışmam” demek ise faizdir.

3- Faiz; misliyattan alınan fazlalık ve kiradır:

Buğday, arpa, toz şeker gibi aynı cins üretim mallarının borç alınıp, sonradan geri ödenirken verilen fazlalık faizdir.

4- Faiz; başkasının zararına doğan kazançtır:

Adil Düzen’de asıl olan “para parayı doğurur” değil, “para, emek ve üretmek karşılığıdır” düsturudur. Faiz, çalışmadan veya üretmeden, başkalarının kazancını ve hakkını sömürmek, başka bir ifadeyle “üretmeden tüketme hakkı elde etmek” demektir ki bu açık bir haksızlık ve bir nevi hırsızlıktır.

Faizle Selem’in (para peşin, mal veresiye şeklindeki alışverişin) farkına gelince:

1- Faiz, malı önceden alıp parasını sonradan ödemek şeklinde olduğu için – vade farkından dolayı – fiyatlar artıyor ve enflasyonu körüklüyor. Selem’de ise parayı peşin verip mal sonradan alındığı için fiyatları düşürüyor ve enflasyonu önlüyor.

2- Faiz, daha parasını ödemeden ve karşılığında bir şey üretmeden önce “peşin tüketim” yaptırıyor. Böylece “borçlu yaşama” düzenini doğurup, ekonomik dengeyi bozuyor. Selem’de ise önce parası ödeniyor, tüketim sonraya bırakılıyor. Böylece hem üretime destek verilip teşvik ediliyor, hem de “dengeli yaşama düzeni” kuruluyor.

3- Adil Düzen’deki Selem (Sipariş) senedi “malı” temsil ediyor. Bugünkü senetler ise “para” yerine geçtiği için mevcut para değerini ve alım gücünü otomatikman düşürüyor.

4- Faizli krediler; işletmeyi küçültür, üretimi düşürür ve işsizliği artırır. Selem kredisi ise tam aksine işletme kapasitesini büyütüyor, üretimi artırıyor ve işsizliği önlüyor.

5- Selem senetleri zaten “Hamiline” (taşıyana) yazılı olduğu için icabında para gibi işlem görüyor. Böylece Selem yoluyla faizsiz kredi bulabilen kimse, artık faizli krediye mecbur kalmıyor ve itibar etmiyor.

Yani sadece “Selem Müessesesi” bile faiz yuvalarını kurutmaya yetecektir. Bu nedenle “Atom bombasıyla sarsamayacağınız Siyonist sömürü sistemini Selem senediyle yıkabilirsiniz” sözü, asla mübalağa olmayıp gayet ilmi ve insani bir gerçeğin ifadesidir.

Faize niçin karşıyız?

Sömürü sistemi ve zulüm tekeli olan Kapitalizmin mikropları ve kanser urları faizdir. Bakınız, Robert Kohl’un doktora tezi bir cümledir: “Tüberküloz (verem) hastalığının sebebi Kohl basilidir.”

Ülkemizde de, Milli Görüş’ün dışındaki bozuk zihniyetlerin sahiplendikleri ve sürdürmek istedikleri bu kapitalist köle düzeninin ise “5 mikrobu” vardır.

1 – Katmerli faiz.

2 – Haksız vergi.

3 – Karşılıksız para basan darphane.

4 -Yabancı paralar karşısında Türk Lirası’nın değerini düşüren Kambiyo sistemi

5 – Halktan ucuz faizle topladığı mevduatları bir avuç zengine kredi olarak pompalayan bozuk Banka düzeni.

Bu beş mikroptan da haliyle şu hastalıklar zuhur etmektedir.

1- Devamlı artan fiyatlar, pahalılık, yani enflasyon.

2- Yeni yatırımların, fabrika ve iş imkânlarının açılamaması yüzünden giderek çoğalan işsizlik.

3- Tekelleşme, banka, fabrika, piyasa, medya (gazete, TV.) gibi tüm imkânların Siyonist sömürü merkezlerinin eline ve emrine geçmesi.

4- Genel ahlakın bozulması, insani ve İslami değerlerin yozlaşması hırsızlık, huysuzluk ve hayasızlığın yaygınlaşması ve namusların sokağa atılması.

5- Devlet kurumlarının ve adalet mekanizmasının felç olması sonucu MAFYA’ların ortaya çıkması ve toplumun yeraltı dünyasından medet umması.

6- Ve nihayet anarşik olayların ve sosyal patlamaların toplum düzenini temelinden sarsması ve bütün dengelerin yıkılması.

Nasıl ki “Kötülük kötülükleri doğurur” gerçeğince bir adam içki içse zamanla kumara da alıştırılır. Kumar oynayan haliyle evinden uzaklaşıp gece hayatına başlar… Gece hayatı olan birisine helal kazancı yetmez… Rüşvet, hırsızlık ve benzeri yollara bulaşır… Bunları yapanlar yalana ve harama alışır, aile yuvası dağılır, sağlık ve ahlakı bozulur… Aynen bunun gibi faizci bir düzende, diyelim peşin para ile bir fabrika 300 milyona çıkıyor olsun. Kapitalist kodamanların birisinin elinde bu kadar parası olsa da yatırıp fabrikayı kurmuyor. Gidip kendi özel bankasından veya devlet kasasından yüksek oranlı faizli kredi çekiyor. Niye mi? Çünkü sömürü sistemi böyle kurulmuş… Faizler masrafa yazılıyor, onlar maliyeti arttırıyor, sonunda da fiyatlara yansıtılıp halktan çıkarılıyor… Bu faizli kredilerin de çoğu geri ödenmiyor, batık kredi olarak yine millete fatura ediliyor. Böylece faizli kredi yüzünden 300 milyonluk maliyet 500 milyona fırlıyor. 50 milyon peşin vergi, 50 milyon reklam parası da masrafa eklenince maliyet 600 milyona çıkıyor. Şirketin satış müdürlerinin, bölge bayilerinin yurt dışı turistik gezileri, milyonluk nişan ve düğün merasimleri, siyasi partilere verilen seçim giderleri de eklenince bu meblağ 700 milyona yükseliyor… Bu maliyet üzerinden %20 de kâr eklenince 850 milyona çıkıyor. Ana bayiinin, bölge bayisinin ve nihayet tüccarın ve satış şubelerinin faiz ve kâr hadleri de üzerine binince fiyatlar otomatikman asıl maliyetinin on misli artıyor ve 1 milyara yükseliyor. Yani faizsiz ve adil bir sistemde 200 liraya mal olacak bir buzdolabı bu düzende evimize 2 bin liraya geliyor. Normalde beş bin liraya çıkması gereken bir traktör köyümüze 50 bin liraya geliyor. Yani bu faizci Masonik holdinglerin faiz farkını, vergi ve reklam parasını, düğün ve seyahat masrafını sonunda işçi, köylü, esnaf ve memur vatandaş ödemek durumunda kalıyor!.. İşte bu nedenle bir türlü karnımız doymuyor, yüzümüz gülmüyor, ülkemiz borçtan ve batmaktan kurtulamıyor.

Şeytanın sömürü hortumu olan faiz yoluyla halkın alın teri ve emeği kapitalist kodamanların kasasında toplanıyor. Fabrikalar, bankalar ve piyasalar ellerine geçiyor ve tekelleşiyor. Banka, fabrika ve para ellerinde olunca yüksek tirajlı gazete, dergi ve TV kanalları da emirlerine giriyor. Böyle olunca siyasi partiler de bunların güdümüne giriyor ve ülkede bir sermaye diktatörlüğü başlıyor. Sonunda çağdaş Karunlar çağdaş Firavunlara yön veriyor. Görmüyor musunuz birkaç yüz üyesi olan TÜSİAD misali zengin kulüpler hükümetler yıkıyor, hükümetler kuruyor. Faiz ve vurgun yoluyla süper zenginleşen Karunlar, halkın ve ülkenin gerçek kalkınmasına ve bağımsızlığına yarayacak yatırımlar yerine, lüks tüketime ve israf ekonomisine dayanan ve dünya Siyonizm’inin Türkiye şubesi gibi davranan bir yapıya yöneliyor. Bir kısım mutlu azınlık faiz, karaborsa, vurgun ve rüşvet yoluyla bedavadan kazandığı milyarları en ahlaksız ve acımasız bir tarzda harcamaya başlarken, ezilen, sömürülen ve fakirleşen halk, tembelliğe, beleşçiliğe ve hatta bir kısmı namus ticaretine başlamak zorunda kalıyor… Ülkede korkunç bir ahlak erozyonu ve kokuşma başlıyor… Arkasından anarşi ve sosyal patlamalar hızlanıyor. Devlet yönetimi perde arkasında fiilen mason localarının ve MAFYA babalarının eline geçiyor. Ülke yarı sömürge haline sokuluyor. Halk demokrat köleler ve serseri sefiller durumuna getiriliyor.

İşte görülüyor ki;

Faiz, işsizlik ve fakirlik sebebidir.

Faiz, sosyal dengesizlik vesilesidir.

Faiz, çağdaş sömürgecilik sistemidir.

Faiz, ahlaki seviyesizliği netice vermektedir.

Faiz, sonunda zulüm ve zillete dönüşmektedir.

Faiz, maddi ve manevi yüzlerce hastalığın mikrobu (basilidir.)

Ve Faiz, Allah ve Peygamberle harp etmektir…

Faizi savunan bütün partiler, faizci düzeni ayakta tutan kesimler ise insanlığa ve İslam’a karşı en büyük kötülüğü işlemektedir.

Özet olarak;

1- Faiz, paranın zamanla artmasıdır.

2- Faiz, enflasyona sebep olmaktadır.

3- Faiz, gelişmeyi durdurmaktadır.

4- Faiz, tekele neden olmaktadır.

5- Faizli sistemde ekonomik denge kurulamayacaktır.

6- Pozitif faiz çelişkidir, gerçekleşmesi imkânsızdır.

7- Faiz ekonomiye geri dönemediğinden zararlıdır.

8- Faiz hızlanarak artmak zorundadır.

9- Fiyat anarşisinden doğan enflasyon, faizli sistemi işlemez hale sokmaktadır.

10- Faiz çıkar çatışmasına dayanır, savaşların ve anarşinin kaynağıdır.

Faiz ile kâr payının farkı şuradadır:

Faiz, belirli bir miktardaki anaparanın belirli bir vadede, belirli bir oranda elde ettiği getiri olarak tanımlanmaktadır. Yani borç verenin (banka ya da özel kişi) vadeyi ve oranı belirlediği, alanın da kabul ettiği bir uzlaşma vardır. Faizli uygulamalarda her iki taraf, üzerinde anlaşılan vade geldiğinde anaparanın dışında ne kadar vereceğini ya da alacağını bilmek durumundadır. Faizsiz çalışma esasına dayalı kâr payı ise, taraflarca belirlenen vadeye kadar ticari veya sınai bir ekonomik faaliyette kullanılan anaparanın elde ettiği kârın vadesi geldiğinde anlaşılan oranda taraflara dağıtılan kısmıdır. Vade sonunda elde edilen getiri, yani kâr, %80’i tasarruf sahibine, %20’si kuruma olmak üzere dağıtılır. Kâr payı esasına göre çalışan sistemde anaparanın vade geldiğinde ne kadar kazandıracağı belirli olmaması hatta doğal olarak bazen zarar etme ihtimalinin de hesaba katılması ve buna hazır ve razı olunması lazımdır.

Dağıtacakları kârın önceden açıklanması, faize kılıf uydurulmasıdır!

Devamını okumak için tıklayınız.

 


[1] http://kibritcioglu.com/iktisat/blog/?p=3649

[2] http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=793

[3] http://www.dunya.com/turkiyede-sicak-para

[4] http://www.cnnturk.com/video.ekonomi/turkiye/2015te

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.