İFLAS PAZARLIĞI MIYDI, YOKSA KAÇIŞ HAZIRLIĞI MIYDI?

768
Paylaş:

3 Ekim 2018

Bakan Berat Albayrak’ın Siyonist ‘McKinsey’ şirketine teslimiyet açıklaması, yeni bir Duyun-u Umumiye ilanı mıydı, yoksa bir iflas pazarlığı mıydı?

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, ABD’de Yeni Ekonomi Programı (YEP) çerçevesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için, uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışacaklarını açıklamıştı. Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurul görüşmeleri için bulunduğu New York’ta, Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) tarafından düzenlenen 9. Türkiye Yatırım Konferansı’nda konuşan Bakan Berat Albayrak, YEP’in üç ana başlığı kapsadığını vurgularken, bunları dengelenme, disiplin ve dönüşüm olarak sıralamıştı. Özellikle değişim ile ilgili yeni bir birim kurduklarını aktaran Albayrak: “Yeni program bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik. 16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek” açıklamasını yapmıştı. “Finansal sektörün belkemiği olan bankaları desteklemeye devam etmek için her türlü seçeneğe sahibiz” ifadelerini kullanan Albayrak, gelecek 12 ayda özel sektörde döviz riskinin görülmediğini vurgularken: “Türkiye öngörülebilir gelecekte doğru yolda ilerleyecek ve ekonomide daha önemli adımlar atılacak” diyerek sözlerini tamamlamıştı.[1]

McKinsey & Company Şirketi kendisini şöyle tanıtmaktaydı:

Misyonumuz, müşterilerimize performanslarında belirgin fark yaratacak kalıcı iyileştirmeler konusunda destek vermenin yanında, yetenekli kişiler için cazip, heyecan yaratan ve bu kişileri elinde tutmayı başaran bir şirket olmaktır. McKinsey & Company; önde gelen işletmelere, kamu kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlara hizmet veren global bir yönetim danışmanlığı firmasıdır. Müşterilerimizin performansında uzun süreli gelişmeler sağlamasına ve en önemli amaçlarının farkına varmasına yardımcı olmaktayız. Neredeyse yüz yılı aşkın bir süre içinde, bu görev için benzersiz donanıma sahip bir firma yarattık.

McKinsey, 9000’den fazla danışman ve yaklaşık 2000 araştırma ve bilgi profesyonelinden oluşmaktadır. 60’tan fazla ülkede ofise, bu ofislerde 130 dilden çalışana sahibiz ve 100’den fazla ulusu temsil ediyor durumdayız.

Müşterilerimiz global yapımızı yansıtmaktadır. Müşterilerimizin yaklaşık %40’ı Avrupa’da, %35’i Amerika’da, %15’i Asya Pasifik’te ve %10’u ise Orta Doğu ve Afrika’da yer almaktadır. Özel ve kamu kuruluşlarından ve sosyal kuruluşlardan oluşan geniş kapsamlı bir müşteri yelpazesine hizmet sunmaktayız.

Firmamız bir bütün olarak faaliyet gösterecek şekilde yapılandırılmıştır. Güçlü değerlerle birbirine bağlanan ve müşteri etkisine odaklanan tek bir global ortaklık olarak faaliyet yapmaktayız. Firmamızın sahibi ise Avrupa, Amerika, Asya Pasifik, Orta Doğu ve Afrika’da bulunan 1400’den fazla ortağımızdır.[2]

Böylesine cafcaflı kılıflar altında çalışan McKinsey şirketi, aslında küresel sömürü sermayesinin ve Siyonist merkezlerin güdümünde bulunan bir küresel faktöring kurumu gibi çalışmaktaydı. İşte bu McKinsey şirketine, hem de 16 bakanlık görevlisiyle birlikte teslim olma anlaşması imzalanması, maalesef yeni bir “Düyun-u Umumiye” ilanından farksızdı ve bu perde arkasında bir iflas pazarlığıydı! Bu iddiaların aksine, madem McKinsey anlaşması; iktidarın ve yandaşlarının günlerce yararlarını anlattıkları ve karşı çıkanları “gaflet, cehalet ve hıyanetle” suçladıkları halde, neden sonunda Sn. Erdoğan “Biz bize yeteriz” diyerek McKinsey anlaşmasını askıya almışlardı?!

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim’in Cumhurbaşkanlığı filosuna hediye ettiği VIP Jumbo Jet uçağı için ilk kez konuşarak, “Katar Emiri uçağı Türkiye’ye hibe etti. O uçak benim şahsımın değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nindir” açıklamasını yapmışlardı. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in danışmanı ve Yeniçağ yazarı Murat İde, Katar tarafından Cumhurbaşkanlığı filosuna hediye edildiği belirtilen uçak hakkında bir yazı kaleme almıştı. Murat İde, “Beğenmediğiniz o Cumhuriyet, 9 yaşındayken uçak hediye ediyordu, siz 95 yıl sonra hediye uçak alıyorsunuz” ifadesini kullanmıştı.[3]

Uçan sarayla ilgili sordukları yazılı sorulara henüz bir cevap alamayanalar ise, bu sefer sorularını görsel olarak sormaya başlamışlardı. Yapılan araştırmalara ve ulaşılan kaynaklara göre:

a) Katar Emiri uçaklarından biri olan B747-8 model lüks uçak sarayını satma kararı almıştı.

b) Ne tesadüf ki; Şubat ayında THY envanterinde bulunmayan aynı model uçak için pilot arayışına başlanmış ve ilana çıkılmıştı. Burada yetkililere şunu sormak lazımdı: Yapılan ilanın ve pilot alımının bu olayın kurgusuyla, yani Katar’dan Uçak Sarayının alımıyla, bir ilgisi var mıydı?

c) Katar Emiri bu uçağın satışı için İsviçre merkezli bir firmaya satış yetkisi tanımıştı. Ve ikinci el uçak sitesine bu şirket satış ilanını yazmıştı. Ağustos ayında İngiliz basınında da bu ilanın haberleri çıkmıştı. Ve içerisinde küçük bir ameliyat yapabilecek hastanesi de bulunan ultra lüks VIP uçağın, 4 milyar 240 milyon lira değerinde bir fiyatı olduğu vurgulanmıştı. Yine, 2018 Ağustos ayının sonunda ulaşılan bir bilgiyle, Fransız basını Katar Emirinin uçağının bir devlet başkanına satıldığını duyurmuşlardı. Eylül 2018’de ise, THY haber sitesinde uçağın Türkiye tarafından satın alındığı ve 12 Eylül’de Türkiye’ye iniş yapacağı yazılmıştı. Bu uçağın rotasını takip edenler, B747-8 model uçağın 11 Eylül’de İsviçre’nin Basel kentinden havalandığını, 12 Eylül günü Türkiye saati ile saat 00:19’da Sabiha Gökçen Havalimanı’na iniş yaptığını saptamışlardı. İsviçre merkezli şirket yetkilileri kendileriyle yapılan görüşmelerde, uçağın satıldığını doğrulamışlardı ve kendi internet sitesinde de uçağın fotoğrafının üzerine “satıldı” ibaresini koymuşlardı. Şimdi burada, asıl kafa karıştıran soruyu tekrar ediyoruz; “Bu uçak satın mı alınmıştı, yoksa hibe ve hediye olarak mı bağışlanmıştı?”

Erdoğan’a uçak saray hediye eden Katar Emiri; acaba yıllardır en ağır hakaret ve sefaletler içinde kıvranan Filistinli mazlumlara, Arakanlı mağdurlara, Suriyeli göçmen mahzunlara niye acaba hiçbir ciddi yardım elini uzatmazlardı? Bu cömertlik numarası altında hangi “dü-bara”lar (gizli oyunlar ve hesaplar) yatmaktaydı?

Van ilimizin Erciş Kazası civarındaki Celoy aşiretinin yaşlıları arasında Kürtçe bir haşlama tabir kullanılırdı: “Rahvan (hızlı ve uygun) yürüyen bir atı, ariyet ve emanet (ödünç) alanlar için ‘herhalde kaçmaya hazırlanıyor! esprisini yaparlardı. Yeri gelmişken Rahmetli Erbakan Hocamızın: “Müflis tüccar, hala zengin görünmek ve çevresine ümit vermek için, çok pahalı mekânlarda kalabalık resepsiyonlar tertipleyerek günü kurtarmaya ve iflasını saklamaya çalışırmış!..” benzetmesini de hatırlamakta fayda vardı.

Sn. Devlet Bahçeli’nin: “Katar’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir VIP uçak hediye edildiği iddialarıyla ilgili olarak ne söylersiniz?” sorusuna verdiği:

“O konuda benim görüşüm çok nettir. Türkiye Cumhuriyeti devleti hediye, hibe kabul etmez. Türkiye’de uçak ihtiyacı varsa, bunun piyasası neredeyse, kendi kaynaklarıyla almayı tercih etmelidir. Şu sualin cevabı da netleşmelidir. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı’nın ve devlet yönetiminin kendilerinin uluslararası ilişkilerde taşıyıcısı olarak uçaklardan ihtiyacı varsa onu satın alabilir, ihtiyaç yok ise almak zaten gereksizdir. Ama “Bu uçak bana hibe edildi. Hediye edildi… (demek rencide edicidir.)” Bu, Türk milletinin kabul edeceği bir durum değildir. Recep Tayyip Erdoğan’ın da bunu kabul etmemesi gerekirdi diye düşünüyorum.” yanıtı da oldukça önemlidir ve anlamlıdır.

Türkiye Varlık Fonu’nun Başkanı Sn. Erdoğan, yardımcısı ise Sn. Damadıydı!?

Türkiye Varlık Fonu, yapısı ve işleyişine ilişkin esaslarda yapılan değişikliğin ardından ilk yönetim kurulu toplantısı yapılmıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki toplantıya, başkan vekili olarak Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ile yönetim kurulu üyeleri Selim Arda Ermut, Hüseyin Aydın, Rıfat Hisarcıklıoğlu, Erişah Arıcan, Fuat Tosyalı ve Zafer Sönmez katılmıştı. Toplantıda, yönetim kurulu üyeleri, bünyesinde bulunmayı milli bir vazife gördükleri Türkiye Varlık Fonu’ndan maaş almama kararına varmışlardı. Bu fon ile güya reel sektör yatırımlarına ve stratejik öneme sahip şirketlere finansman sağlanarak kalkınmanın hızlandırılması, yüksek ve sürdürülebilir büyüme yakalanması ve ekonomik istikrarın önünün açılması amaçlanmıştı. Türkiye Varlık Fonu, sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak sağlamak ve stratejik, büyük ölçekli yatırımlara katılmak amacıyla 2016 yılında kurulmuştu. Oysa Türkiye’nin ekonomik istikrarının arttırılması ve kalkınmasına katkı sağlamak amacıyla Temmuz 2016’da kurulan Türkiye Varlık Fonu, hiçbir işe yaramamıştı. Bünyesine dev kamu şirketleri alınan Fon, kamuya ait olan varlıkları daha etkin ve verimli bir şekilde yönetmekten ziyade; eski yönetiminin makam aracı ve maaş tespit araştırmalarıyla gündeme taşınmıştı. Türkiye’nin stratejik varlıklarını geliştirerek, öncelikli yatırımlar için kaynak sağlamak misyonuyla güya yeniden şekillendirilen Türkiye Varlık Fonu, portföyündeki her şirket için yeni dönemde 5 yıllık dönüşüm programı oluşturarak yol alacakmış… Fonun bünyesinde THY, Türk Telekom, Ziraat Bankası, Halk Bankası, BOTAŞ, Türkiye Petrolleri, PTT, TÜRKSAT, Borsa İstanbul, TCDD, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, Eti Maden, Kayseri Şeker, ÇAYKUR, Türkiye Jokey Kulübü ile mülkiyeti hazineye ait olan Antalya, Aydın, İstanbul, Isparta, İzmir, Kayseri ve Muğla’da bulunan bazı taşınmazlar bulunmaktaydı.

Cennet yurdumuz Anadolu’muzun kapılarını Aziz Milletimize açan büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ve oğlu Melikşah’ın bilge veziri ve İmamı Gazali Hz.lerinin destekçisi Nizâmülmülk, (Bu Zatın bakımsız ve ziyarete kapalı mezarı şu anda İran’ın İsfahan kentinde bulunmaktadır. İran ziyaretimizde tesadüfen oraya varılmış ve özel girişimler sonucu ziyaret imkânı sağlanmıştı.) meşhur Siyasetname kitabında ve 42. fasılda:

“Devlet görevlerinde bir kişiye iki iş vermek, iki kişiye bir iş vermekten daha sakıncalıdır. Ve hele aynı adamlara, üç-beş görev ve yetkiyi aynı anda aktarmak ise devlet işlerinin hepten aksatılmasına ve tıkanmasına yol açacaktır. Bu davranış, yüksek yöneticilerin etrafını saran fırsatçıların ve hırsız takımının işini kolaylaştıracaktır. Hatta belki de bizzat kendileri vurgun ve soygunlarını daha rahat yapmak üzere bunu yapmaktadır!?” buyurmakla çok önemli uyarılarda bulunmaktadır.

• Türkiye’de ekonomi tıkanmıştı.

• Faizin yükselmesine rağmen kurlarda düşüş sağlanamamıştı.

• Ülkemiz ve askerimiz İdlib’de bir kaosun içine çekilmeye çalışılmaktaydı.

• Katarın hibe ettiği uçak sarayın sırrı özenle saklanmaktaydı.

Ancak bunların hepsi bırakılmış, “CHP’nin İş Bankası ilişkisi” gündeme taşınıp tartışılmaya başlanmıştı.

Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce milyon kere gündeme gelmiş olan “CHP’nin İş Bankası’ndaki hisseleri” meselesini gündeme getirince… CHP’liler, “Yahu bu apaçık bir gündem değiştirme oyunu… Bu oyuna gelmeyelim… Bu topa hiç girmeyelim…” demek yerine; oltaya takılan balıklar gibi konunun üstüne atlamış ve kof tartışmanın malzemesi olmuşlardı.” tespit ve tenkitleri haklıydı.

Politika faizi; %17,75’ten, %24’e yükselmiş, böylece 62 milyarlık ek maliyet ortaya çıkmıştı.

TCMB, politika faizini 6,25 puanlık artışla, %24’e yükseltmişti. ‘Faizi arttır, dolar düşsün’ sloganlarına özellikle reel ekonomi tarafından itiraz gelirken, faizde her 1 puanlık yükselişin, ek maliyetinin 10 milyar lira olduğuna dikkat çekilmişti. Böylece, üretim yerine faizden para kazananların hepimize yükü, 6 puanlık artışla 62 milyar lirayı geçmişti.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK), Sn. Erdoğan’ın atıp tutmalarına rağmen, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını yüzde 17,75’ten yüzde 24’e çıkartmıştı. 6,25 puanlık artış, üretim yerine, paradan para kazananları sevindirirken üretici ve yatırımcıyı kara kara düşündürmeye başlamıştı. TCMB’nin faiz artışında belirlediği oran şimdiden farklı çevrelerde tartışılsa da asıl olarak bu kararın ekonomiye getireceği maliyet konuşulmaktaydı. Politika faizinde yaşanan her 1 puanlık artışın Hazine’ye 10 milyar liralık yük getirdiği düşünülürse, kamuya yaklaşık 62 milyar lira maliyet binmiş olacaktı.

Yüksek faiz liginde dünyada üçüncü sıradaydık.

Özellikle reel ekonomi çevreleri, beklentinin üzerindeki faiz artışını; ekonomiyi sadece dolar, avro ve borsadan ibaret gören piyasacı çevrelerin istediğinin karşılanması şeklinde yorumlamıştı. Politika faizinde gelinen yüzde 24’lük oran ile küresel piyasalarda en yüksek faiz veren ilk 3 ülkeden biri olup çıkmıştık. Yüzde 60 faiz veren Arjantin ve yüzde 25’lik Surinam’ın ardından dünyada üçüncü sıradaydık. Sermayelerini üretim ve istihdam yerine, dövizde veya banka faizli mevduatında tutanların, reel kesimin üretimi ve oluşturduğu katma değeri; yüksek faiz ve kur artışları ile sömüren mekanizmalara dönüşebileceği uyarısı yapılmaktaydı. Yani daha fazla faiz artışı kaçınılmazdı. Üretim yapıp istihdam sağlamak yerine, alın teri dökmeden paradan para kazanan kesimlerin ekonomiyi faiz ve kur üzerinden okuyup sahte kurtuluş reçeteleri sunanlara aldanmamak gerektiği vurgulanmaktaydı.

Reel ekonomiye kur üzerinden tehdit oluşturulmaktaydı!

Nitekim geçtiğimiz aylardan itibaren bazı finans çevrelerinin sıkça gündeme taşıdığı hatta kimi zaman tehdide vardırdığı “Faizi arttır, dolar düşsün” şeklindeki söylemlere karşı “Yüksek faizle nasıl kredi çekilir ve nasıl yatırım yapılabilir” sorusu hala yanıtlanmamıştı. Çünkü AKP kafası ile faize çare bulunamazdı. Lafa bakın: “TCMB piyasaya zorunlu aşısını yaptı.” Bu iddialar safsatadan öte gerçekleri saptırmak ve halkımızı aldatmaktı. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekip Avdagiç’in, “Merkez Bankası, faiz artışı ile piyasaya zorunlu aşısını yaptı. Sıradaki karma aşı ise Orta Vadeli Program’dır. Merkez’in bu hamlesi, reel sektör için asıl anlamını OVP hedefleri ile birlikte okunduğunda kazanacaktır” sözleri tam bir yanıltmacaydı. Dış Ekonomik Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak ise “Piyasada cari faiz oranlarında ciddi anlamda rahatsızlık duysak da piyasa, faizleriyle arası tamamen açılmış bir Merkez Bankası faiz oranının anlamını yitirdiğini düşünüyoruz. Merkez Bankası’nın aldığı bu kararın TL’deki volatiliteye olumlu etkileyeceği ortadadır” iddiaları da temelden yanlıştı.

Rahmetli Erbakan: “Merkez Bankası Hükümetten ve Milletten bağımsız ama aslında FED’e (ABD Merkez Bankasına) ve Siyonist Sermaye odaklarına bağımlıdır!” uyarısı yapmıştı.

FED bile ABD Merkez Bankası değil, Siyonist-Küresel sermayenin bir üst bankasıydı!

Yani, kendi hükümetinden bağımsız ama batılı şirketlerin ve gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını ve bankacılığını kontrol altında tutan FED’e ve yan birimlerine biat etmiş bir “merkez bankasının” perde arkası da bir muammaydı. Peki, kuruluşundan bu yana ülkeyi az gelişmişlik sarmalında tutsa da, illa ki dümen suyunda ilerlememiz gerektiği söylenen bu FED, ABD’nin mi, yoksa Siyonist sermayenin mi bir hizmet aracıdır? Bu bankanın kime ait olduğunu söyleyerek konuyu açıklayalım. ABD ve Avrupa’da yaşayan dünyanın en zengin “iş ailelerine…” Rockefeller’lara, Goldman Sachs’lara, Lehman Brothers’lara, Rothschild’lara, Warburg’lara, Lazard’lara, Moses Seifs’lere ait bir üst bankadır. Karşılıksız Dolar basma yetkisi olan, özel bir bankadır. Yani şahane ve şeytani bir icattır. Bankanın yöneticilerinin atanması işini de görüntüde siyasi sorumluluğu olanlara vermek suretiyle, bu Siyonist tezgâhı meşrulaştırmışlardır.

Büyük şirketler bile batmaya başlamıştı.

Dev şirket Yeşil Kundura konkordato kararı almıştı. Türkiye’nin en eski ayakkabı markalarından Yeşil Kundura, konkordato başvurusunda bulunmuşlardı. Şirket hakkında karar veren mahkeme, Yeşil Kundura’yı hacizlere karşı korumaya almıştı. Üç ay geçici mühlet verilen Yeşil Kundura’nın faaliyetlerinin denetimi için de iki kişilik konkordato komiser heyeti atanmıştı.

HOTİÇ Ayakkabı’nın Eylül 2018 başında yaptığı konkordato başvurusu sonrası ayakkabı sektörünün bir diğer önemli oyuncusu Yeşil Kundura Sanayi A.Ş. de, yaşadığı mali darboğazı aşamayınca mahkemeye başvurmak zorunda kalmıştı. Yeşil Kundura Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Kızanlıklı, mahkemeye yaptıkları başvurunun gerekçesine ilişkin şunları aktarmıştı: “Son dönemde, ülkemizde Dev şirketten flaş karar: Yeşil Kundura konkordato istedi. Yaşanan; yüksek faizlerin uzun vadeli yatırımlara imkân vermemesi, TL’de yaşanan değer kaybı neticesinde satışların giderek düşmesi, ithal girdilerin kurdaki dalgalanmalardan etkilenmesi ve bunun gibi birçok olumsuz ekonomik gelişme nedeni ile, kısa vadeli ödemelerimizde yaşanan güçlükleri bertaraf etmek, ticari faaliyetlerimizi sürdürebilmek, müşterilerimizin, tedarikçilerimizin, bayilerimizin ve diğer iş ortaklarımızın bu zorlu süreçten daha da olumsuz etkilenmesini önlemek amacı ile Av. Ertuğrul Kılınç aracılığı ile konkordato başvurusu yapma kararı almış bulunmaktayız.”

Erdoğan’dan: “Esrar tüccarı mısınız?” çıkışı da tutarsızdı. Özellikle faiz konusundaki hassasiyetim aynıdır, değişen bir şey yoktur. Merkez Bankası bağımsız, dolayısıyla o kendi kararını kendisi alır o ayrı. Bunun dışında özel sektöre ait bankalar var. Bu bankalar neye göre hareket ediyor, Merkez Bankası’nın açıkladığı karara bakıyor. Onlar da bu karara göre bakıyorsunuz 50’lere varan şu anda faiz uygulaması var. Ben esnaf kardeşlerime soruyorum. Allah aşkına bana söyler misiniz, içinizde öyle yüzde 50 kârlılıkla çalışan, kazanan var mı? Bu ancak esrar, eroin tüccarlarında olur. Bu gerçek ortada olduğuna göre, faiz denilen bu sömürü aracını kullanmaya asla aracı olamayız, vesile olamayız. Türkiye’nin en büyük avantajı, sorunların finans kesiminden kaynaklanmıyor olmasıdır. Bankalarımız şu anda tüm göstergeleriyle sapasağlam ayakta. Paranın ürkek olması finans kesimini aşırı ihtiyatlı davranmaya itiyor. Ama seni ayakta tutan reel sektör. Parayı kime satacak, reel sektöre satacak. Reel sektöre parayı satacağına göre müşteriyi öldürme, müşterini ayakta tut, ona yol göster, otur, konuş. Ona göre adımı at. Kur, faiz ve enflasyon dalgalanması istikrara kavuştukça, finans kesimi daha cesur hareket etmeye başlayacaktır. Faiz ve enflasyonu bir sebep-netice ilişkisi olarak masaya yatırdığınız zaman faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Ama yok ‘Enflasyon sebeptir, faiz neticedir’ diyorsan bu işi bilmiyorsun arkadaş. Zira faizin oranını sen tespit edersin ama enflasyon o akışta kendiliğinden oluşur. Enflasyonunun oranını bankalar belirler mi? Hedefimiz üretimi, verimliliği ve tasarrufu esas alan bir ekonomik anlayışı yerleştirerek, yaşadığımız sıkıntıların üstesinden gelmektir. Böyle dönemlerin en önemli hastalığı fırsatçılıktır. Bankalar kredi faizlerini aşırı şekilde yükselterek ve kredi musluklarını kısarak, reel sektör fiyatlarını şişirerek, yangının üstüne körükle giderlerse, bundan herkes zararlı çıkar. İnanın bu dönemde döviz bahanesiyle, dolarizasyonla sattıkları ürünle hiç alakası olmadığı halde 1’e 3, 1’e 5, 1’e 10 zam yapanlar, iflah olmayacaklardır.” diyen Erdoğan bu palavra politikasıyla ekonomiyi iflastan kurtaramazdı!

Ekonomideki darboğazın ve üretimsizliğin sebebini İstanbul’un Sanayi Odasının başkanı açıklamıştı: Kârın yarısı faize aktarılmaktadır!

İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Bizim sanayi sektörü ne yazık ki binbir zahmetle, emekle kazandığı kârların yüzde 50-60’ını faize veriyor. Böyle bir finansman pahalılığı ve maliyetinde siz ne kadar şevkle, gayretle, sanayi işi yapsanız da, cebinizdeki paranın yarısı kalmıyor. Kalan parayla da ne kadar yatırımı kendi öz kaynağınızla besleyebilirsiniz?” şeklinde yakınmıştı.

Bazı fırsatçılar da devleti dolandırmaktaydı!

Türkiye’nin önde gelen içki ithalatçılarından Bt Pazarlama A.Ş. yaşadığı mali sıkıntıyı aşamayınca mahkemeye başvurmuşlardı. Mahkeme, 41 milyon liraya yakın borcu olan şirketi hacizlere karşı korumaya aldı, üç kişilik geçici konkordato komiser heyeti atanmıştı. Aynı zamanda İstanbul’un gözde eğlence mekânı Sorti’nin de eski ortaklarından Burak Türeci, bir kez daha mahkemeden ‘koruma’ talebinde bulunmuşlardı. Şirket adına, İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi’ne 3 Nisan günü başvuruda bulunulmuş ve iflas ertelemenin kaldırılması sonrası yerine gelen ‘Kurtarma Anlaşması’ talep edilen şirketin faaliyetlerinin yürütülmesi için mahkemeden süre talebinde bulunmuşlardı. Mahkemeye yapılan başvuru dosyasında yer alan bilgilere göre şirketin 40 milyon 881 bin 283 lira borcu vardı. Söz konusu borca karşılık şirket varlıklarının değeri ise 26 milyon 765 bin 592 liraydı. Mahkeme, yapılan başvuru ve sunulan konkordato projesi sonrası 6 Nisan günü kararını açıklamıştı. Mahkeme, 11.5 milyon lira sermayeli Bt Satış Pazarlama ve Tic. AŞ (Bt Pazarlama AŞ) için 3 ay süre ile geçici mühlet kararı almıştı. Bu kararla birlikte, şirkete yönelik olası hacizler ihtiyati tedbir yolu ile durdurulacaktı. Mahkeme, kararla birlikte 3 kişilik konkordato komiseri heyeti atamıştı. 16 yıl önce kurulan Bt Pazarlama, içki ithalatında pazarın önemli oyuncuları arasında yer almaktaydı. Şirket, dünyaca ünlü bir dizi içki markasının Türkiye temsilcisi konumundaydı. Bir dönem eski adı Laila olan gözde eğlence mekânı Sorti’nin de ortağı olan Türeci, Margaux ismi ile de restoran açmıştı.

10 Eylül’den itibaren başlayan altın tahvil ve lira sertifikası günü kurtarma hesaplıydı!

Yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılması ve yatırımcı tabanının genişletilmesi için Hazine ve Maliye Bakanlığı tekrar altın tahvili ile altına dayalı kira sertifikası çıkarma kararı almıştı. 10 Eylül’de talep toplama işlemleri başladı, altınını yatırana her 6 ayda bir altın fiyatına endeksli yüzde 1.20 getiri sağlanacaktı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, finansman araçlarının çeşitlendirilmesi, yatırımcı tabanının genişletilmesi ve yastık altında bulunan altınların ekonomiye kazandırılması bahanesiyle 10 Eylül’den itibaren, Türkiye genelinde etaplar halinde iki yıl vadeli altın tahvili ve altına dayalı kira sertifikası talep toplama işlemleri ve ihracı gerçekleştirileceğini açıklamıştı. Bakanlıktan yapılan yazılı duyuruda, senetlerin ilgili etaba ilişkin talep toplama dönemini takip eden hafta çarşamba günleri yatırımcıların hesaplarına aktarılacağı, yatırımcısına her altı ayda bir altın fiyatına endeksli yüzde 1.20 (yıllık yüzde 2.40) getiri sağlayacağı vurgulanmıştı. Getiriler ise yatırımcıların hesaplarına TL cinsinden yatırılacaktı. Altına dayalı kira sertifikası, Ziraat Bankası ve Ziraat Katılım şubeleri; altın tahvili ise sadece Ziraat Bankası şubeleri aracılığı ile satışa sunulacaktı. Açıklamada, yatırımcıların vade sonunda anaparalarını 1 kilogramlık külçe altın veya Darphane tarafından üretilen çeyreklik Cumhuriyet ziynet altını olarak talep etmeleri durumunda, bu taleplerini her bir etap için geçerli olan fiziki altın talep etme dönemlerinde Ziraat Bankası’na/Ziraat Katılım Bankası’na başvurarak iletmeleri gerektiği hatırlatılmıştı. Sadece günü kurtarmaya yönelik bu adımlar da halkı oyalayıp aldatmaktan başka işe yaramayacaktı!

Halkbank’ta skandal! Ucuza dolar kimlere satılmıştı?

Devamını okumak için tıklayınız.


[1] (Bak: tr.sputniknews.com – 16.53 – 27.09.2018)

[2] (Bak: http://www.mckinsey.com.tr/)

[3] 18-09-2018 Yeniçağ

[4] Odatv.com / 01-09-2018

[5] sadettininan@milligazete.com.tr
[6] fatihyilmaz@milligazete.com.tr

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Makaleyi dinleyebilirsiniz