ERKEN SEÇİM ERDOĞAN’IN KURTULUŞ ŞANSI MIYDI? YOKSA MİLLETE SON ŞANTAJI MIYDI?

906
Paylaş:

31 Ocak 2018

 Siyasette Strateji Fırtınası mı, Yoksa Kısırların Kapışması mı?

AKP iktidarı ve tabi özellikle Genel Başkanı Erdoğan; muhalefet daha fazla organize olup etkinliğini arttırmadan ve hele MHP ile oluşan ittifakın havası ve heyecanı soğumadan 2019’daki seçimleri 2018 yaz sonuna alarak Demukratur Saltanatını sürdürme hesabındaydı. Bu erken seçim olasılığı, zaten kulağı delik kulislerde ve güvenilir kaynak(!) mahfillerde çoktandır konuşulmaya başlanmıştı. Elbette herkesin bir hesabı varsa, Cenabı Hakk’ın da bir planı vardı ve Allah ezeli takdir programında asla yanılmayandı. Bakalım Erbakan’a ve Milli Görüş davasına hıyanet karşılığı iktidara taşınan Sn. Erdoğan’ın bu son fırsatçılığı kurtuluşuna mı, yoksa gaflet ve dalalet temelli şahsi ve siyasi emellerinin kökünün kurutuluşuna mı yol açacaktı?

Evet-hayır, yüzde 50+1 ve seçim ittifakları yeni bir planın parçalarıydı: İki partili meclis hesapları…

Meclis’te bir yanda giderek yakınlaşan AKP-MHP iktidar ortaklığına, diğer yanda CHP-HDP ittifakına doğru kayılmaktaydı. Bir yanda 16 Nisan referandumunun Türk toplumunu ortadan ikiye bölen evet-hayır kamplaşması, diğer yanda 2019’a doğru yüzde 50+1 için seçim sisteminde düşünülen “seçim ittifakı”… Türkiye için iki partili Meclis planını gündeme taşımıştı… Türkiye, 16 Nisan sonrası dalgalanan siyasi yapısında, 2019’a (veya 2018 yazına) doğru yeni planlar konuşulmaktaydı. Buna göre partileri birbirine yaklaştıran, birbirleri ile seçim ittifakına el veren ve Meclis’te iki büyük parti ile sonuçlanacak bir siyasi sürecin dizayn edildiği anlaşılmaktaydı. Türkiye bu tabloyu 1950’deki Demokrat Parti – CHP ikili siyasi yapısından sonra tam olarak 2002 seçimlerinde yaşamıştı. Seçime ilk kez katılan ve bir yıl önce kurulmuş bulunan ve Erbakan’a hıyanet karşılığı önü açılan AKP, aldığı yüzde 34 oy ile neredeyse anayasayı değiştirecek çoğunlukta tam 365 milletvekili çıkarmıştı. Parlamento’ya giren ikinci parti ise yüzde 19 ile CHP olmuş ve 177 milletvekili çıkarmıştı. Yani oy kullanan milli iradenin sadece yüzde 53’ü Meclis’e yansımıştı. Aksi yönde oy kullanan yüzde 47’nin milli iradesi ise hiç istemedikleri partilerce kullanılmıştı. Şimdi Türkiye, 2019 öncesi, Meclis’te bulunan AKP – MHP ile CHP – HDP birlikteliğine doğru bir sürece kaydırılmaktaydı. Bu tezi destekleyen bir gelişme olarak MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmada 15 Temmuz sonrası üstlendikleri görevi devam ettireceklerini belirterek, “Yeni sistemin tesisi için AKP ile yan yana mücadele ederiz… MHP 2019 seçimlerine kadar AKP ile birlikte hareket edecektir” ifadelerini kullanmıştı.

Erdoğan’ın Kafasında İki Partili Sistem mi Vardı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yol haritasında ise ABD’deki gibi Demokratlar ve Cumhuriyetçiler gibi iki partili, üçüncü partinin dahi yer almadığı bir siyasi sistemin olduğu vurgulanmaktaydı. Oysa iktidar, 2016 cumhurbaşkanlığı sistemi anayasa değişikliğini, yönetimde istikrar sağlanacağı için temsilde adalet adına yüzde 10 seçim barajını dahi kaldırarak, ülkedeki bütün siyasi düşüncelerin TBMM’de adaletle temsil edileceği vaadiyle savunmuşlardı. Sn. Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasında yaptığı çıkış, bazılarını şaşırtmıştı. Oysa, bu gidişin AKP ile MHP arasında bir seçim ittifakı doğuracağı açıktı. Belki sürpriz olan, sadece bu ittifakın bu kadar erken açıklanmasıydı. İki parti, neredeyse bir buçuk yıldır siyaseten zaten aynı kulvarda koşmaktaydı. Referandumda denenen bu ortaklığın 2019 seçimlerine “ortak liste” olarak yansıması doğaldı. Her iki partinin de sayısal anlamda bu siyasi evliliğe ihtiyacı olduğunu söyleyenler vardı. Ama bu ittifakın arkasında daha başka hesaplar aranmalıydı. İktidar açısından MHP ile ittifakın bir mantığı daha vardı; ki o da Tayyip Erdoğan’ın farkında olduğu, muhalefetin hâlâ tam anlamıyla kavrayamadığı bir durumdu: Yani bundan sonra artık “siyasi partilerin” hiçbir önemi kalmayacaktı. Çünkü Türkiye 16 Nisan’da başkanlık sistemine geçmiş bulunmaktaydı ve siyasi partiler bundan sonraki aşamada sadece başkan adayının belirlenmesinde rol oynayacaktı. Bunu ilk anlayan Erdoğan, seçim sonuçlarını ve kamuoyu yoklamalarını önüne almış, harıl harıl 2019’da kendi markasını parlatacak bir siyasi oyun kurmaya çalışmaktaydı. Muhalefet ise 2019’a hâlâ parlamenter sistem mantığıyla yaklaşmaktaydı. Güya muhalefet yapmaya ve Meclis’i anlamlı kılmaya uğraşmaktaydı. Oysa muhalefetin yapması gereken, yüzde 50+1’e odaklanmaktı. Yani muhalefetten beklenen yüzde 50’lik muhalefet bloğunun oyun kurucu güce ulaşmasıydı. Çünkü asıl sorun henüz ortada ne 2 yıldır sivil toplumda gündem olan “demokrasi bloku” vardı, ne de yüzde 50’ye hitap edebilecek bir aday saptanmıştı.” uyarıları haklıydı.

Yeni seçim ittifakları ve cepheleşme blokları ortaya çıkacaktı!

İYİ Parti lideri Meral Akşener, Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ile ittifak yapacakları iddialarına ilişkin konuşurken; 2019 seçimlerine tek başlarına gireceklerini ifade ederek ikinci tur için ise açık kapı bırakmıştı. Edirne’nin Havsa ilçesinde Hayvan Pazarı’nı gezdikten sonra Edirne şehir merkezine geçerek kadınlarla bir araya gelen Akşener, gazetecilerin, NATO tatbikatındaki skandalla ilgili sorusu üzerine, gerçekleşen tabloyu kınadıklarını ve özür dilenmesinin Türkiye açısından önemli olduğunu vurgulamıştı. Akşener, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tek başlarına gireceklerini ifade ederek, “CHP ile bir aday çıkarmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Onlar açısından da bizim açımızdan da Türkiye açısından da. Ama ikinci tura kim kalırsa o hayır blokundan elbette ki biz sonuna kadar onun yanında durup çalışacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci turda bütün siyasi partilerin adaylarını çıkarabilmelerini diliyoruz” sözleriyle CHP ile aynı cephede yer alacaklarını açıklamışlardı.

Türkiye hızla 2019 seçimlerine yaklaşırken, iktidar partisinde de seçim yasalarında ittifaklara imkân veren çalışmalar hızlanmıştı. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partiler arası ittifaka izin veren bir yasa değişikliğinin talimatını verdiği konuşulmaktaydı. Son günlerde yayınlanan anketlerde iktidar oylarının Haziran 2015 düzeylerinin, yani yüzde 40’ların altında çıkması, yüzde 50+1 için seçimlerde siyasi ittifaka imkân veren acil çalışma yapılmasını gündeme taşımıştı. Bu kapsamda Meclis’e sadece üç partinin girmesini sağlamak amacıyla yüzde 10 barajına dokunulmayacağı kulislere yansımıştı. Seçimlerin birinci turunda cumhurbaşkanlığını almaya dönük ittifak değişikliğinde, partilerin bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi seçim ittifakı yapmasını yasallaştıracak düzenleme için düğmeye basılmıştı. Bu sistemde partiler seçimlerden önce hangi parti ile ittifak yapacağını deklare edecek. Seçimde ittifak yapan partilerden biri diyelim ki cumhurbaşkanı olurken, yapılacak düzenleme ile cumhurbaşkanı yardımcısı da partili olacaktı. Henüz istişare ve tartışma aşamasında olan düzenleme uyum yasaları kapsamında Meclis’ten çıkarsa muhtemel bir AKP – MHP seçim ittifakı doğacak. CHP ve HDP’nin de yer aldığı ‘Hayır Bloku’na ise Meral Akşener’in İyi Partisi de katılacaktı. Ancak bu değişikliğe partinin bazı isimlerinin, “Parti oy kaybediyor, erimeyi getirir” kaygısıyla itiraz ettiği ortaya çıkmıştı.

Böylece İYİ Parti’nin kurulmasından sonra MHP’nin AKP’ye daha da bağımlı hale geldiği konuşulmaktaydı?

Devlet Bahçeli önce yüzde 10’luk seçim barajını tartışmaya açmış, ardından da 2019 seçimlerine dek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin yanında olduğunu açıklamıştı. Herhalde; Bahçeli ve MHP sözcüleri açıkça söylemiyorlardı ama, yüzde 10 barajı ile 2019 seçimlerinde Meclis’te grup kuramayacakları endişesini taşımaktalardı. Halbuki daha önce yüzde 10 barajının düşürülmesine en şiddetli itirazları hep MHP ve Bahçeli yapmıştı. Bu zincir 2015 seçimlerinde kırılmış; 7 Haziran 2015 seçiminde HDP yüzde 13,1 oy almıştı. (MHP yüzde 16,3 idi.) Tekrarlanan seçimde, 1 Kasım’da ise MHP’nin yüzde 11,9 oyuna karşın HDP yüzde 10,8 aldı ama Meclis’teki sandalye sayısında MHP’yi geçerek üçüncü sıraya taşınmıştı. Sivil PKK olan HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş’ın kendisinin tutuklanmasının gerçek nedenlerinden birisinin de AKP-MHP ittifakına zemin hazırlamak olduğu iddiaları herhalde bu tahminlere dayanmaktaydı. Daha önce “parti içi muhalefet” diye anılan milletvekillerin Meral Akşener altında İYİ Parti’de toplanmaları MHP’yi daha da zorlamaya başlamıştı.” tespit ve tahminlerinde haklılık payı vardı.

AKP kurmaylarına göre: AKP – MHP ittifakının yararları ve zararları

Erdoğan ile Bahçeli, başkanlık sistemi için işbirliği yapmıştı. Erdoğan,16 Nisan sürecinde Bahçeli’nin tarihi bir görevi ifa ettiği kanaatini taşımaktaydı. O nedenle MHP lideriyle Meclis’in açılışında iki günde üç kez buluşmuşlardı. Daha sonra Külliye’de bir görüşme yapılmıştı. Aslında Erdoğan, MHP Genel Merkezi’ni ziyaret etmeyi planlanmıştı. Bu düşüncesini partisinin yetkili kurullarının toplantısında paylaşmış. “Sizin cumhurbaşkanı olarak oraya gitmeniz doğru olmaz. Ayrıca biz iki ayrı partiyiz, MHP Genel Merkezi’ne ziyaretiniz yanlış anlaşılır” şeklindeki değerlendirmeler üzerine bundan geri adım atmıştı.

MHP ile İşbirliğinin Zararları

AKP’de MHP ile seçim ittifakına ilişkin değerlendirmeler yapılmaktaydı. İttifaka soğuk bakanlar şu tezleri savunmaktaydı:

1- MHP ile ittifaka kızacak olan Kürtleri kaybederiz, Kürt oyları HDP’ye kayacaktır.

2- Geçmişte yapılan seçim ittifakları partilere yarar sağlamadı. SHP ile HEP, ANAP ile BBP seçim ittifakı yaptı, başarılı olmamıştır.

3- 16 Nisan’da AKP ile MHP’nin oyları toplandığında yüzde 61 evet çıkacağı sanılmıştı; ancak 51.4’te kalmıştı.

MHP ile İşbirliğinin Yararları

MHP ile ittifaka sıcak bakanlar ise:

1- Suriye ve Irak’ta Kürt devletinin kurulma hazırlıklarının yapıldığı bir sırada iki partinin ittifakının Türkiye’nin bekasına hizmet edeceği görüşünü dile getiriyorlardı.

2- “Başkanlık sistemini birlikte getirdik, birlikte hayata geçiririz” tezini savunuyorlardı.

3- 1991 seçimlerinde Erbakan, Türkeş ve Aykut Edibali tarafından gerçekleştirilen Refah-MÇP ve IDP ittifakının tabanda sinerji meydana getirdiğini hatırlatıyorlardı.[1]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebi doğrultusunda AKP’li belediyelerde yaşanan istifalar sonrası ikinci bir dalganın kopacağı ve bunun CHP’li belediyeleri de kapsayacağı konuşulmaktaydı. İddianın sahibi Posta Gazetesi yazarı Candaş Tolga Işık’tı. Işık, Kılıçdaroğlu’na listenin gittiğini bile yazmıştı. Tolga Işık, “Belediyeler operasyonunda ikinci dalga” başlıklı yazısında; istifaların ikinci dalga operasyonuyla devam edeceğini açıklamıştı. İstifaların il belediye başkanlarıyla sınırlı kalmayacağını hatırlatan Candaş Tolga Işık, “Ne kadar doğru ne kadar söylenti yakında göreceğiz ama Esenyurt, Bahçelievler ve Üsküdar belediye başkanlarının adı geçiyor.” ifadelerini kullanmıştı. Bu girişimlerin CHP cephesini zorlama amacı taşıdığı da açıktı.

TBMM eski Başkanı Bülent Arınç, “40 yıldır tanırım” deyip kefil olduğu 82 yaşındaki FETÖ tutuklusu Mustafa Türk’ün halâ cezaevinde tutulmasına karşı çıkmıştı. Arınç’ın tepkisinden Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek de nasibini almıştı.

TBMM Eski Başkanı Bülent Arınç, FETÖ soruşturması kapsamında 1 yıldan fazla bir süredir tutuklu bulunan Manisalı hemşehrisi 82 yaşındaki Mustafa Türk’le ilgili çok sert bir açıklama yapmıştı. Sosyal medyada dolaşan Mustafa Türk’ün eşinin “Mustafa Türk’ü Bülent Arınç’a sorun” başlıklı video üzerine 2 sayfalık yazılı bir açıklama yapan Arınç, “40 yılı aşkın süredir tanırım” dediği Türk’e sahip çıkmıştı. Manisa’da FETÖ konusunda Mustafa Türk’ten önce de benzer bir mağduriyet için devreye girdiğini belirten Arınç, “Mağduriyeti Adalet Bakanlığı’nın o dönemdeki en üst yetkilileri nezdinde dile getirdiğimde ‘ilgileneceklerini’ söylemişler fakat kanser hastası tutuklu şahıs tahliye edilmemiş ve ağır cezaevi şartlarında ölmüştü! Şahsın cenaze namazı kılınırken ‘ilgililer’ beni arayarak ‘tahliye oldu” demişlerdi. Ne ölümden, ne cenazeden ne de tabut içinde tahliyeden haberleri vardı” ifadelerini kullanmış ve açıkça AKP yönetimine çatmıştı. 

“82 yaşında, çok ciddi sağlık sorunları olan ve başkasından yardım almadan hareket edemeyen yaşlı bir insanı tutuklu yargılayan ve ellerini kelepçeleyen irade milletin iradesi değildir!”  diyen Bülent Arınç: “O irade, ‘hukuk, siyasetin köpeğidir’ diyen ve Mustafa Türk örneğindeki gibi mağduriyetlere yol açan hukuksuz yargı süreçleri için, büyük bir sevinçle ‘Türk yargısı son 50 yılın altın devrini yaşıyor’ diyenlerin iradesidir.” ifadelerini kullanmıştı. Arınç’ın büyük harflerle dile getirdiği iki sözü Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de kullanmıştı. Perinçek Habertürk’teki bir programda “Hukuk siyasetin köpeğidir” demiş, bir basın açıklamasında da FETÖ soruşturmalarıyla ilgili olarak “Türk yargısı son 50 yılın altın devrini yaşıyor” tespitini yapmıştı. Bu çıkışlardan sonra Sn. Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin ittifak ihtiyaçları daha iyi anlaşılmaktaydı!

Bu küstahlıklarına karşı, NATO’yu kınamak ve tatbikattan ayrılmak yetmez; bütün ilişkilerimizi askıya almak lazımdı!

8-17 Kasım 2017 tarihleri arasında Norveç’te gerçekleşen NATO tatbikatında Atatürk ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hedef gösterilmesi sonrasında NATO’dan açıklama yapılmış; tatbikatta Atatürk ve Erdoğan’ın hedef gösterilmesiyle ilgili olarak bir teknisyen ve subayın ordudan atıldığı hatırlatılmıştı. NATO’da gerçekleşen skandalın iki boyutu vardı. Birinci küstahlık; Atatürk resmiyle ilgili olarak bir teknisyen tatbikatta düşman saflarını temsil etmek için internette bulduğu Atatürk fotoğrafını kullanmıştı. Tatbikat esnasında Türk subaylarının olayı tespit etmesi sonrasında teknisyen görevden geçici olarak alınmıştı.

İkinci küstahlık; NATO içindeki sosyal medya paylaşım sitesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan adına açılan sahte hesapta Türkiye aleyhine paylaşımlar yer almıştı. NATO’nun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki Türk subayların tespiti sonrasında sahte hesap açan kişinin Türkiye kökenli, PKK yandaşı ve Kürt asıllı bir Norveç subayı olduğu ortaya çıkmıştı. Söz konusu PKK yandaşı ve Kürt asıllı subay da ordudan uzaklaştırılmıştı. Bütün bunlar NATO’nun ve Amerika’nın, Türkiye’nin değil PKK’nın arkasında yer aldıklarının ve resmen dile getirmeseler de, fikren ve fiilen Türkiye’yi düşman saydıklarının acı ve açık bir kanıtıydı. Bu skandallara rağmen, NATO’yu kınamak ve katılımcı askerleri geri çağırmak değil, en azından geçici de olsa bütün ilişkilerimizi askıya almak lazımdı!

Bu arada NATO ve arkasındaki Siyonist odaklar; acaba bütün bu kışkırtıcı küstahlıkların, istismar için fırsat kollayan Sn. Erdoğan’a, yaklaşan 2019 seçimleri sırasında artı puan kazandıracağını, Türk toplumunda oluşacak haklı tepkilerin “Erdoğan’a oy” şeklinde sandığa yansıyacağını hesap edemeyecek kadar ahmak takımı mıydı; yoksa zaten bu sonuç hasıl olsun diye dolaylı destek mi sağlanmaktaydı?

Hatırlayacaksınız: NATO’nun Norveç’te düzenlediği komuta kontrol amaçlı Trident Javelin adlı tatbikatta Atatürk’ün fotoğrafının, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da isminin ‘düşman taraf’ olarak gösterilmesi haklı tepkilere yol açmıştı. Türkiye tatbikattaki 41 askerini geri çekme kararı almış. Skandal sonrasında NATO en üst düzeyde resmi özür dilemek zorunda kalmıştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ise o sırada NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile Kanada’da bir görüşme yapmışlardı. Stoltenberg’in talebi üzerine yapılan görüşmede, Stoltenberg tatbikatta yaşanan olaydan dolayı NATO adına özürlerini aktarmıştı. Görevinden uzaklaştırılan personellerden birinin Türkiye kökenli Kürt asıllı bir PKK yandaşı olması ise kafa karıştırıcıydı. Bu küstahlığın bir medya teknisyeninden ve Norveç ordusunda görevli bir sivil personelden kaynaklandığının belirtilmesi Türkiye’yi avutma amaçlıydı. Norveç ordusu skandalda sorumluluğu anlaşılan (birisi Türkiye kökenli Kürt asıllı olmak üzere) iki personelin işine son verildiğini açıklamıştı.

AKP iktidarının, küstahlıktan öte açıkça düşmanlık ve kışkırtıcılık kokan bu yaklaşımından dolayı; NATO’ya karşı gerekli ve yeterli tavrı aldığı, milli haysiyet ve hassasiyetlerimize tercümanlık yaptığı kanaati maalesef oluşmamıştı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Kanada’da düzenlenen Halifax Güvenlik Forumu’nda yaptığı konuşmada “ABD’nin terör örgütlerine verdiği desteği anlamlandırmakta zorluk çektiklerini” vurgulamıştı. Terör örgütüyle mücadele için başka bir terör örgütüyle iş birliği yapmanın mantıksızlığına dikkat çeken Akar, teröristlere verilen silahların Türk vatandaşlarına döndüğünü hatırlatmıştı. Akar’ın bu sözleri üzerine salonda bulunan Amerikalıların pek memnun kalmadığı anlaşılmıştı.

ABD ve NATO Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 füze savunma sistemleriyle ilgili açıkça tehditlere başlamıştı. Son açıklamayı ABD Hava Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı Heidi Grant yapmıştı.

ABD Hava Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı Heidi Grant, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemleri satın alması halinde Türkiye’nin NATO teknolojilerine erişiminin kısıtlanacağını açıklamıştı. Hatta uluslararası saygınlığı olan “Defense News – Savunma Haberleri” dergisine konuşan bir Amerikalı askeri yetkili, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alması durumunda sadece NATO sistemine bağlanamamakla kalmayacağını, ortak üretimine katıldığı yeni nesil F-35 savaş uçağı konusunda da kısıtlamalar yaşayabileceğini hatırlatmıştı. İnsanın aklına Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere’nin parası ödenen iki savaş gemisini vermemesi geliyor, sonrası malum.” diyenler haklıydı. S-400 füzeleri gerçekten NATO sistemiyle uyumlu çalışamıyordu. Dahası, Rus yapımı uçak ve füzeleri, örneğin diyelim Suriye’den gelecek tehdidi “düşman” olarak tanımıyordu. Ruslar ise yazılımın değiştirilmesine -en azından şimdilik- yanaşmıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yunanistan aldığında NATO sorun çıkarmadı” diyor ama S-300 füzeleri Yunanistan’a sorun olmuştu. NATO sistemine bağlanamıyor ve Girit’te bir askeri depoda çürüyordu.

Başbakan Binali Yıldırım ABD ziyareti öncesi açıklamalarda bulunarak halâ; “Türkiye-Amerika müttefik iki ülkedir!” havasındaydı.

Başbakan Yıldırım ABD ziyareti öncesi yaptığı açıklamada Türkiye ve ABD arasında bütün konuları ele alacaklarını belirterek, “Bu çerçevede yapacağımız ziyaretin ülkemizin ABD ile ilişkilerinin bulunduğu düzeyden daha ileri bir düzeye taşınmasına vesile olmasını ümit ediyorum. İnşallah bu ziyaret ülkemiz açısından verimli bir ziyaret olur. Türkiye-ABD müttefik iki ülkedir” açıklamasıyla açıkça halkımızı oyalamaktaydı.

ABD müttefikimiz ise, kim düşmanımızdı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO’daki “hedef skandalını” anlatırken: “Bu nasıl müttefiklik?” diyerek, farkında olmadan kendi Başbakanını da yalanlamıştı.

“12 Eylül darbesinin yapıldığı gün hangi ülkenin ulusal güvenlik danışmanı hangi ülkenin başkanına “Bizim çocuklar başardı” demişti?.. 12 Eylül öncesi Türkiye çapında komünizmle mücadele dernekleri kurup bunlardan birinin başına FETÖ elebaşını oturtan ülke kimdi?.. Terörist başı Öcalan’ı 12 Eylül’de darbe yapılacağını söyleyerek Ortadoğu’ya kaçıran, Apo’yu 1990’ların sonuna kadar dünyanın dört bir yanında gezdiren, işi bitince Kenya’da elleriyle paketleyip Türkiye’ye veren ülkenin adı neydi?.. PKK’nın en kanlı saldırılarına imza attığı 1990’ların başında İncirlik’teki üssünden Kuzey Irak’taki teröristlere havadan destek yağdıran hangi ülkeydi?.. Teknik ve operasyon alt yapısını kendi gizli servisinin mutfağında hazırlatıp FETÖ’nün devlet içindeki militanlarına teslim eden 17-25 Aralık operasyonunun esas mimarı ülke hangisiydi?.. Türk halkının neredeyse tamamı tarafından 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi’nin arkasındaki güç olduğuna inanılan ülke hangisiydi?... Devamını okumak için tıklayınız.


[1] Hürriyet – Abdulkadir Selvi

[2] https://www.gazeteoku.com/yazar/can-atakli/229136/zarrab-konusu

[3] https://www.gazeteoku.com/yazar/ahmet-takan/229043

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.