18 Ocak 2019
Bu yazımız tam 13 sene önce yayınlanmıştı:
DÜRÜST YAHUDİLERLE,
SİYONİST ZALİMLERİ AYIRMAK GEREKİYOR!
Milli duyarlı bir yazarımızın, önemli tespitlerinden kesitler vermeden önce, bazı gerçeklerin daha rahat anlaşılmasına yardımcı olmak üzere, Erbakan Hoca’nın şu sözlerini aktaralım: “Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü doğru diye algılanma ve aldatılma riski çok yüksek bulunmaktadır.”
Bu arada, İslam hukukunun:
a) Eksik anlatılan doğruların,
b) İlave katılan anlatımların,
c) Kasıtlı olarak bazı gerçekleri gizlemeye ve üstünü kapatmaya çalışmanın da “yalancı şahitlik” saydığını da hatırlatalım.
Şimdi; İsrail kanadından ilginç bir dezenformasyon esintisi başlatılmıştı. Bu durum aynı zamanda “geri çekilme ve savunmaya geçme” anlamı taşımaktaydı. Önce ABD’de yönetimin Yahudilerle bir sorun yaşadığı ve yönetimde Yahudilere yönelik bir tepkinin arttığı yönündeki söylentiler yaygınlaştı…. ABD’deki devlet yapısında Yahudiler ve İsrail yüzünden derin çatlaklar olduğu doğruydu, fakat bu iç savaşın İsrail aleyhine geliştiği kısmı yoruma açıktı… Ayrıca MOSSAD’ın çok ilginç bir huyu vardır: Anti-İsrail bilgilerini, kendi elleri ile Anti-İsrail yazarlar üzerinden beslemeye bayılırlardı. Yeri gelmişken şu gerçeği de vurgulamak lazımdı: Dürüst ve insancıl Yahudilerle, Siyonist ve zalim kesimleri mutlaka ayrı tutmalıydı. Kur’an-ı Kerim,“Ben-i İsrail” ile “Yahudi” kavramını ayırmaktaydı.
Bakınız Facebook, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun oğlunun Filistinli Müslümanları hedef alan paylaşımını silip kaldırmış ve hesabını geçici olarak askıya almıştı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu’nun 2018 Aralık ortasında Facebook’ta paylaştığı “Ya tüm Yahudiler veya tüm Müslümanlar bu topraklardan (Filistin-İsrail) tamamen ayrılmadan buraya barış gelmez. Ben ikincisini tercih ederim.” şeklindeki mesajı tam bir vahşi Siyonist mantığı yansıtmaktaydı. Ancak birçok insaflı Yahudi bile buna şiddetle karşı çıkmıştı. Filistinlileri hedef alan mesajı silmesinin ardından Facebook’u hedef alan Yair Netanyahu, sosyal paylaşım sitesini “düşünce polisliği” yapmakla suçlayacak kadar şımarmıştı. Bu suçlamanın ardından Facebook, oğul Netanyahu’nun hesabını 24 saatliğine dondurduğunu açıklamıştı. Siyonist eniği Yair Netanyahu Facebook’ta yayınladığı mesajında bölgede barışın sağlanması için iki seçenek olduğunu hatırlatıp, “Ya tüm Yahudiler veya tüm Müslümanlar bu topraklardan (Filistin-İsrail) tamamen ayrılmadan buraya barış gelmez. Ben ikincisini tercih ederim.” diyerek bütün Müslümanları bölgeden kovmak veya öldürüp kökünü kurutmak istediklerini böylece açığa vurmuşlardı.
Yanlışın da doğrunun da bu kadar çok kulvarının olduğu ve karıştırılarak sunulduğu bir dünyada Siyonistlerce önemli olan; insanların doğruyu öğrenmesi değil, kendi bulundukları ve uydurdukları kulvarın EN DOĞRU olduğunu zannettirmeleridir. Hassas ve karmaşık operasyonlar; EN DOĞRU’yu bildiklerini zannedenlerin, DAHA DOĞRU şeridi üzerinden sollanıp yaya bırakılması sonucu gerçekleşir.
Veri ve bilgi kanallarının bu kadar çeşitlendiği bir dünyada Dezenformasyon Sanatı; Yanlış Besleme Değil, “Eksik Doğruyu, En Doğru Zannettirme” Ve Eksik Doğru Üzerinden Yanlış Kulvarda Harekete Geçirme Sanatıdır. MOSSAD’a hakkını vermek lazım, uzun zaman bunu iyi yapmıştı, ama artık çuvallamaktadır!… Türk basınında ve internet gruplarında belli köşelerden sahneye sürülen; “ABD İsrail’le cepheleşiyor” DEZENFORMASYONU doğru test edilmez ve Milli Çözüm adresi gösterilmezse, iki şeytanlığa yarardı:
1- AKP iktidarının masonik ve kiralık takımının, ABD’nin Siyonist kadroları ile manevra alanını genişletmiş olacaktı. (Tabana; “Ortadoğu’da İsrail’e karşı ABD ile iş birliği yaparak, İsrail’i sıkıştırıyoruz” mesajı, çok daha rahat kandırıcıydı.)
2- Güvenlik bürokrasisinde ve asker kesiminde, İsrail’e soğuk bakanların ABD’ye olan eğilimleri artacak ve dolaylı yoldan yine İsrail’in eline düşmüş olacaklardı.
Bakınız, bir Musevi vatandaşımız; Türkiye – İsrail arasında son zamanlarda soğuyan ilişkileri kendisine dert edinmiş ve kendi deyimi ile: “az buçuk soğumaya yüz tutan ilişkileri daha düzgün bir zemine oturtmak için” ISRATURK isimli bir e-posta grubu kurmuşlardı. Bu Musevi vatandaşımız hakkında henüz elimizde bir bilgi olmadığı için, kendisinin kaygıları konusunda samimi olduğunu varsaymak ve inancı itibarı ile kendini yakın hissettiği İsrail’le Türkiye arasındaki; “az buçuk soğuyan” ilişkileri düzeltmeyi dert edinmesini kendisi açısından belki normal karşılamak lazımdı.
Kurduğu grubu; “TÜRKISRA” değil de, “ISRATURK” olarak adlandırmasının psikolojik zemin analizlerine şimdilik takılmayalım, ama dikkate alalım. “ISRATURK” grubunun konumuzla bağlantılı posta trafiği ise hayli ilginç bulunmaktaydı. Grubun sahibi; İsrail hakkında Türk kamuoyunda yer alan ve “İsrail Devleti olarak, nerede ise tepkisiz kaldığınız veya tepkilerinizin basına aksetmediği konuları” açıklığa kavuşturması için; adeta “bir şeyler söyleyin; ben İsrail’in böyle şeyler yaptığına inanmak istemiyorum” diye bas bas bağıran bir ruhla yazılan yazıyı; cevaplanmasını istediği iddialar ile birlikte İstanbul Başkonsolos Yardımcısı Moshe Kanfi’ye yollamıştı.
Şu sorular sorulmaktaydı:
1) “İsrail Kuzey Irak’ta ne yapıyor hakikaten? Kürt birlikleri Türkiye’ye karşı eğitiyor veya başka işlere karıştırıyor musunuz?”
2) “Türk Basınında gün geçmiyor ki İsraillilerin ve İsrailli şirketlerin GAP bölgesi, Mardin, Diyarbakır ve Urfa bölgelerinde büyük miktarda arazi satın aldıkları ve bu arazileri satın almalarının ardında ise BÜYÜK İSRAİL PROJESİ ve Tevrat’ta sözü edilen ‘Fırat ile Dicle’nin çıktığı yerden Nil Nehrinin denize döküldüğü yere kadar, kurulması öngörülen bir İsrail Devleti hülyasının yürürlüğe konması hedeflendiği iddia edilmekte ve İsrail devleti ile İsrailli iş adamları, Türkiye’nin topraklarının çalınması ile suçlanmaktadır. İsrail Devleti olarak bu sizi hiç rahatsız etmiyor mu?”
3) Bir başka iddia ise; “İsrailli Hamile kadınların Urfa’ya doğurmak için gittiklerini ve son bir yılda 20 bin’e yakın İsrailli kadının doğum maksadı ile Urfa’ya geldiği” yazılıp iddia ediliyordu. Elinizde bu konuda bildiğiniz rakamlar var mı? İsrailli kadınlar ne diye Urfa’ya çocuklarını doğurmaya gidiyordu?
İşte bu sorular şeytanı bile şaşırtan bir şarlatanlık içeriyordu!..
Şunu özellikle belirtelim; üçüncü maddede yer alan haberin Kolay Yalanlanabilir ve Kolay Damgalanabilir özelliği ile kamuoyunda İsrail’le ilgili iddiaları sulandırmaya yönelik sinsi bir hamle olduğu sırıtıyordu. Bu haberin yayılması ile birlikte; “İsrail’le ilgili her şeye inanmaya hazır hale gelmiş” kitleler bir anda ofsayta düşürülmüş ve haberin yalan çıkması ile birlikte;“acaba İsrail toprak alıyor iddiaları da mı sahte” imajı oluşturuluyordu. Böylece, doğru bilgiler sürüsü; yanlış ve abuk sabuk bir bilginin hırçınlığı üzerinden dezenformasyon alanına doğru sürülmüş oluyordu.
Zaten ISRATURK grubunun sahibi bu iddiayı sona yerleştirip; yazıyı: “Güldüğünüzü ve ‘benimle dalga mı geçiyorsun’ dediğinizi görür gibiyim. Ama Türk basınında bu haberlerin dolaştığını ve Türk Halkının büyük bir kısmının bu hikâyelere inandığını siz de biliyorsunuz. Lütfen bu soruları büyük bir ciddiyet ve resmi verilerle cevaplandırmanızı rica ederim.”cümlesi ile bitiriyordu.
Soruların içeriğinden çok; gösterilen çabanın naifliğine ve sinsiliğine bakmak gerekiyordu… Ne kadar da masum bir çaba gibi sunuluyordu!
“Hikâyelere inanan Türk halkı”… lütfen bizi “ciddiyet ve resmi verilerle” bu hikâyelerden kurtarın diye yalvarıyordu… Ama kahkahanızı sona saklayın… Bakın İstanbul Başkonsolos Yardımcısı bütün ciddiyeti ile bunlara karşılık neler yazıyordu…
• “İsrail Irak’ın hiçbir bölgesinde bulunmamaktadır!?..
• En güvenilir ve bilgi sahibi kurumlara danıştıktan sonra sizi temin ederim ki İsrail’in kat’iyyen bu bölgede mevcudiyetine rastlanmamıştır!?..
• İsrail vatandaşlarının toprak satın almadıklarını ve bölgede yabancılar tarafından alınan toprağın %90’ının Suriyelilere ait olduğu saptanmıştır!?..
• Yaptığımız medya operasyonundan sonra, Tapu ve Kadastro Genel Müdürü Zeki Adlı bir basın toplantısı düzenleyerek, bölgede hiçbir İsraillinin toprak almadığını resmi kaynaklara dayanarak açıklamıştır!?..
El İnsaf Yahu! Bir yalan ancak bu kadar fütursuzca söylenebilir ve insanın bilinçaltı ancak bu kadar net konuşabilirdi… “Yaptığımız medya operasyonundan sonra!?” diye başlayan İsrail Büyükelçisi Mosha Kanfi; Medya çalışmasını OPERASYON olarak tanımlamakla kalmıyor, bir de utanmadan “en güvenilir ve bilgi sahibi kurumlara” (MOSSAD diyememiş) danıştığını belirttikten sonra şöyle buyuruyordu: “İsrail Irak’ın hiçbir bölgesinde yoktur!?”
MOSSAD’ın kamuoyunu dezenforme etmekten; kendi diplomatlarını dezenformasyon sanatı konusunda eğitmeyi ihmal ettiğinin bundan daha net bir kanıtı olabilir miydi? Türk kamuoyunun zekâ seviyesini ABD kamuoyu ile karıştıran, İstanbul İsrail Başkonsolos Yardımcısı Mosha Kanfi’nin durumuna gerçekten çok üzülmek gerekirdi.
Hâlbuki sorsaydı biz ona; MOSSAD’ın Bağdat’ta zenginlerin oturduğu semtteki kullandığı villadan; Kuzey Irak’taki mekânlarına kadar nerede olduklarını anlatırdık… Ya da Tapu Kadastro müdürünün bilgilerini değil ama; İsrail’in emekli generallerinin, Türkiye’de hangi isimler üzerinden Güneydoğu’da dönüm dönüm arsa aldığını da iletir, kendisine aktarırdık… Niye öyle; “en güvenilir ve bilgi sahibi kurumlara” başvurup zaman kaybediyordu…” saptamaları hain ve iş birlikçi odakların canını sıksa da, çok gizli ve kirli gerçekleri yansıtıyordu.
Bu arada Büyükelçi Mosha’ya ve MOSSAD’a bir tavsiyemiz vardı: Bayım, bu numaraları Amerikalı ve Avrupalı civcivler yutuyordu. Artık, Erbakan Hoca’nın başlattığı Milli şuurla dirilen Müslüman Türk Milleti ve Kuvayı Milliye erleri, bu basit balonlara kanmıyordu!.. Yani sizi çok acı ve aldatıcı bir gelecek bekliyordu!..
Şeytani Şebekeler ve Kuklaları!..
Bugün Barzani ve Talabani’nin kardeşleri ve yeğenlerine bağlı kulvarlardan Türkiye’ye ne kadar para soktukları, bu paraların hangi döviz büroları (Üsküdar’dan Silopi’ye), hangi mafya/iş adamı vari tipler aracılığı ile aklandığı, hangi şirketlerin finanse edildiği ve bu para akışının iktidar ve bürokrasi kadrolarında kimlere ulaştığı bilgisi; seyrettiğimiz rezalet tablosu ile doğrudan bağlantılıdır. Kürtçü-Siyonist iş birliğinin haritası üzerine serpiştirilen yüzlerce döviz bürosu ve onlarca şirket; bir çete başının hem de kendi ekranlarımızdan bize meydan okumasına fırsat tanımaktadır. Bu iki sürü başının temsilcilerinin bürolarının hâlâ Ankara’da açık olması; Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği noktanın en hazin göstergelerinden birisi sayılmalıdır. Böyle bir ortamda ve bunca hıyanet ve hakaret karşısında hâlâ Ankara’da bu iki çete başının bürosunu kapatamayanların; Kerkük’e müdahale edip edemeyeceklerini tartışmak boşunadır. Ve yine böyle bir ortamda; ABD’ye sürekli çağrıda bulunup, kaygıları aktarmak; önce milleti, sonra kendini salak yerine koymaktır.
Hayret! İran’daki bazı derin çetelerin casusları ile İsrail’in casusları kol kolaydı!
2005 yılında Harp Akademileri’nde 2000 NATO personelinin katıldığı bir savaş oyununda; NATO’nun etnik çatışma çıkan bir “Ada”ya müdahalesinin konu edildiği ve bu adanın aslında “Kerkük” olduğunu vurguladıktan sonra; Uluslararası politika düzlemine, gazete sayfalarından lanse edilen “monoblok devletler” düzleminde değil de; kendi çıkarları doğrultusunda şebekeleşen devlet altı ve devlet üstü grupların çıkar çatışması ve işbirliği olarak bakmanızı ve bu filtreleri uyguladığınızda önünüzdeki tablonun farklı bir şekle bürünebileceği konusunda uyarmıştık.
Ve temel soru şuydu: “Ya İran’daki Mollalar arasındaki bazı Farisi-Şii görünümlü gizli Yahudilerin, Anglo-Sakson/Siyonist cephe ile kontrollü bir savaş senaryosu üzerinde anlaştıkları doğruysa!? Bu soru İran’daki Milli ve samimi cephe için de uyarıcıydı ve yardımcıydı.”
Şimdi; Türkiye ziyaretleri ile gündeme gelen isimleri hatırlamakla başlayalım: Douglas Feith, Condoleeza Rice, İsrail Genelkurmay Başkanı… bunlar bildiğimiz insanlardı.
Ankaralı dostlarımızın kulağıma fısıldadığı; üst düzey Rus yetkililerin de bu ziyaretler sırasında Ankara’da bulunduğu yolundaki bilgileri şimdilik “şüpheli bilgi” kategorisinde tutalım. ABD’nin Siyonist cephesinin Pentagon’daki kilit adamlarından Douglas Feith‘in kim olduğunu biliyorsunuz. Fakat özellikle hatırlamamız gereken ve gizlenen kişi Larry Franklin.
Larry Franklin; FBI’ın, Pentagon’dan gizli bilgileri İsrail’e sızdırdığı için suçladığı Yahudi asıllı Amerikalıydı. Harold Rhode ile birlikte Douglas Feith’in ekibinde yer almaktaydı. Pentagon’un demirbaşı bu iki isim, 2001 yılında Fransa ve İtalya’da Manuçer Gorbanifar’la gizlice görüşmeler yapmakla suçlanmışlardı. Hani şu ortaya çıkınca; Dışişleri Bakanı Powell’ı bile çileden çıkaran ve Savunma Bakanı’ndan açıklama yapmasını istemesine neden olan gizli zirve vardı ya… Malum kendisi şu sıralar emekli ve yerini başka bir kuş beyinli (malum şahin olur kendileri); Condoleeza Rice almış durumdaydı.
İyi de Manuçer Gorbanifar kim olmaktaydı?
Kendisi “İran-Kontra” skandalında; İsrail ile İran arasındaki silah trafiğini yöneten; İran Yahudi’si bir zattı.
Peki Manuçer Gorbanifar ile Ahmed Çelebi arasındaki ortak özellik nasıl ortaya çıkmaktaydı? Biri Irak’taki uranyumları İran’a satmakla; diğeri İran’a gizli bilgileri aktarmakla suçlanmakta ve ikisi de Pentagon’daki Siyonist cephe (Perle, Douglas Feith, Larry Franklin, Harold Rhode gibilerin alt kadroyu oluşturdukları ekip) ile çalışmaktaydı. İran’a casusluk yapmakla suçlanan Ahmed Çelebi ile İsrail’e casusluk yapmakla suçlanan Larry Franklin, savaş öncesinde koparılan “Saddam kitle imha silahları üretiyor”yaygarasının baş mimarlarıydı. Ve tabi bütün bu yaygarayı Londra’dan yönetiyorlardı.
İsrail’e casusluk yapanlarla; İran’a casusluk yapanlar kol kola çalışıyorlar ve haklarındaki suçlamalara rağmen konumlarında pek bir değişiklik olmuşa benzemiyordu!?
En azından bu tablo, İran-İsrail-İngiltere-ABD-Rusya köprüsünü kurduğumuzda; “Olur mu canım, baksana adamlar saldırmakla tehdit ediyor” gibi uluslararası politikayı holding medyası köşe yazarı düzeyinde yorumlayanları biraz frenlemiş olmalıydı. Artık, devletlerin; kendi milletinin kontrolünden çıkıp, çıkar ve rant şebekelerinin eline geçmeye başladığı bir dönemde; medya üzerinden oynanan küresel ve yerel perde oyunlarına karşı çok daha temkinli olmak zorundayız. Çünkü bu sahne üzerinde hem Amerika’ya, hem de İran’daki bazı hain takımına Siyonizm’in hâkimiyeti hesabına bütün insanlığın feda edildiği, uyutulduğu sahnede figüranlık yaptırmaya çalışılmaktaydı. Kuklacılar bu gölgeleri perde üzerinde çatıştırırken, arka plandaki ilişkiler ağı üzerinden devletler üstü küresel oyunu kurgulamaktalardı.
Bu perde üzerinde; ABD Başkanı İran’a; İran da ABD’ye “şeytan” diye sataşırdı ama arka planda “şeytanlar” sofrasında milletlerin kaderi meze olarak çoktan servis edilmiş bulunmaktaydı. İşte devletimizi böyle bir perde üzerinde, milletinden soyutlanmış bir gölge haline dönüştürmemek ise, ancak dışarıdaki şebekeler ve içerideki iş birlikçilerinin oyunlarını, bütün olasılıkları ile hesaba katıp tedbir almamızla mümkün olacaktır. Anglo-Sakson/Siyonist cephe ile İran’daki gizli ama etkili hıyanet şebekesi arasındaki kontrollü savaş senaryosu bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir olasılıktır.”[1]
Yahudilerle Savaş Hadisiyle İlgili Bir Yanılgı ve Yanıltma Çabası!
Hüseyin Hatemi’nin yazdığı ve Yeni Şafak’ta yayımlanan bir makalede, yazar tarafından “doğru değil” ve “Hadis külliyatına sokuşturulmuş” diye nitelendirilip “yüce sevgili böyle bir söz söylemez” yargısıyla reddedilen “sahih” Hadisin, bir cümle daha ilaveli şekli Mişkâtü’l-Mesâbih’in Fiten bölümü, Melâhim konusunda, birinci fasılda (Sıhah) 5414 numara ile yer almaktadır. Hz. Ebû Hüreyre’den rivayet olunan bu Hadis-i Şerif’te Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudi taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür” der. Yalnızca garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”[2]
Bu Hadisin Kaynakları
Hadis-i Şerif, “muttefakun aleyh” yani Buhârî (v. 256) ve Müslim’in (v. 261) Sahih’lerinde bulunan bir rivâyettir. Ayrıca Abdurrezzak b. Hemmam’ın (v. 211) el-Musannef’i,[3] Ahmed b. Hanbel’in (v. 241) Müsned’i,[4] Tirmizî’nin (v. 279) Câmi’i,[5] İbn Hıbbân’ın (v. 354) Sahih’i,[6] Taberâni’nin (v.360) el-Mu’cemü’l-evsat’ı[7] gibi tasnif devri Hadis kaynaklarında ya aynen ya da sonucu değiştirmeyen ve fakat Hadisteki asıl mesajın anlaşılmasını kolaylaştırıcı biraz farklı ifadelerle yer almaktadır. Ayrıca pek tabii olarak, bu kaynaklardan seçmelerle gerçekleştirilmiş olan el-Beğavî’nin (v. 516) Mesâbihü’s-sünne’si,[8] ve Şerhu’s-sünne’si,[9] en-Nevevî’nin (v. 676) Riyâzü’s-sâlihin’i,[10] M. Ali Nasıf’ın, et-Tâcü’l-câmi’i[11] gibi sonraki dönem ve çağdaş Hadis kitaplarında da Hadisimiz yerini almış bulunmaktadır.
Diyanet Yayınlarındaki Tercümeleri de Aşağıdadır:
Hadis, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tercüme ve şerh ettirilip resmen yayımlanan Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercümesi’nde[12] Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhümâ’nın rivayeti olarak yer almış ve şöyle Türkçeleştirilmiştir: “(İleride) Müslümanlar Yehûd ile harb edecek (ve onları tamamıyla kırıp mahvedecek). Hattâ onlardan bir Yehûdî, taş arkasına saklansa (da sağ kaldığı farz edilse) taş parçası da (dile gelecek) ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yehûdîdir, onu da öldür! diyecektir.”
Mütercim Prof. Dr. Kâmil Miras merhum, daha sonra yukarıda manasını verdiğimiz“Yalnızca garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır” cümlesi bulunmayan Ebû Hüreyre rivayetine atıfta bulunmakta, onun da anlamını özetlemekte ve başkaca bir açıklama yapmamaktadır.
Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir başka resmi yayını olan Riyâzü’s-sâlihin’de[13] de eski başkanlardan rahmetli Hasan Hüsnü Erdem tarafından Ebû Hüreyre rivayeti, -Müslim’in rivayeti esas alınarak- şöyle tercüme edilmiş bulunmaktadır: “Müslümanlarla Yahudiler arasında bir harb olmadıkça kıyamet kopmaz. (Bu harbte Müslümanlar, Yahudileri tamamiyle mahvedecek) Hatta Yahudilerden biri taş ve ağaç arkasında gizli kalsa bile (Allah’ın izniyle) o taş ve ağaç (dile gelerek): Ey Müslüman! Arkamda saklanan Yahudi’dir. Gel onu da öldür, diyecektir. Yalnız (Beyt-i Mahdis’de ma’ruf) Garkad denilen dikenli ağaç müstesnâdır. Çünkü o, şecere-i Yahuddur.”
Bu Hadis-i Şerif; Çağrı/Teşvik Değil, Haber Niteliği Taşımaktadır.
Hadisin bazı rivayetlerinde, değerlendirmede dikkate alınması gerekli önemli ifadeler bulunmaktadır. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki üç rivâyette (II, 131, 133, 149), Buhârî’de (Menâkıp 25, babu alâmâti’n-nübüvve fi’l-İslâm) ve Müslim’de (Fiten 81) “tükâtilükümü’l-yehûdu fetüsellatûne aleyhim = Yehûdiler sizinle savaşacak. Siz onların üzerine gönderilecek, galip geleceksiniz” ifadesi; yine Müslim’de, (Fiten 80)“ Taktetilüne entüm ve yehûd = Siz ve Yehûdiler savaşacaksınız” kayıtları bulunmaktadır. Bu farklı ifadeler, bir taraftan Hadis’ten anlaşılması gereken asıl anlamı açıklamakta, bir yandan da bir Hadis-i Şerif’i değerlendirirken o Hadis’e ait tüm rivayetlerin görülmesi gerektiğini, bilimsel bir gereklilik ve yöntem olarak ortaya koymaktadır
O halde Hz. Peygamber’in uygulamaları ve tarihî süreç içinde ehl-i kitaba ve özellikle de Yahudilere yönelik İslam yönetimlerinin tavırları dikkate alınınca bu Hadis-i Şerif, kesinlikle bir“soykırım çağrısı ve teşviki” değildir. Sadece, Yahudilerin sebep olacakları, Müslümanların da mecbur kalacakları bir son hesaplaşmayı, bir büyük olayı haber vermektedir. Bu çerçevede Hadis-i Şerif, esasen Yahudilere bir uyarı niteliği taşımaktadır. Yahudi vatandaşların kendi kitaplarındaki kimi haberleri “emir” telakki etme alışkanlıkları, büyük bir ihtimalle bu Hadis-i Şerif’teki haberi de “soykırım çağrısı ya da emri” olarak algılamalarına sebep olmuştur. Bu, onların sorunudur.
Bu Hadis Kur’an-ı Kerim’le Uyumlu Bulunmaktadır.
Öte yandan Hadis-i Şerif, bize göre,[14] Kur’an-ı Kerim ile de tam bir uyum içindedir… Zira İsrâ Suresi’nin 4-8. ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
“Biz, Kitap’ta İsrailoğullarına; ‘Sizler yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız’ diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmiş bir va’ad idi. Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık). Belki Rabbiniz size merhamet eder, fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, Biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.”[15]
Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber, Yahudilerin (ayette şart cümlesiyle ifade buyrulan) eski fesatçılıklarına bir kez daha döneceklerini, bunun sonucunda da bu defa Müslümanlar vasıtasıyla İlâhî cezaya çarptırılacaklarını haber vermiş olmaktadır.
“İçlerinden zulmedenleri bir yana, Ehl-i Kitap’la ancak en güzel yoldan mücadele edin!”[16] ayetindeki en güzel yolla mücadele ilkesi, nasıl Hz. Peygamber zamanından beri özenle uygulanmış ve bu uygulama nasıl Kur’an-ı Kerîm’e uygun ise, Hadisin verdiği haberin gerçekleşmesi de aynı şekilde; “Siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, Biz de sizi yine cezalandırırız” ayetinin kapsamı içinde bulunmaktadır. Yani Hadisin Kur’an-ı Kerim’e aykırılığı iddia edilemeyeceği gibi “metin tenkidi esasları”na göre de reddi yoluna gidilemeyeceği ortadadır. Bu durumda Hadis-i Şerif, ne sened ne de metin tenkidi yönünden “uydurma, yalan” sayılabilecek bir kusur taşımamaktadır. Esasen uydurma rivayetler ile ilgili hiçbir kitapta da bu Hadise yönelik hiçbir iddia yer almamıştır.[17]
Hadisin Manası ve Mesajı
Hadisin tüm rivayetlerindeki ifadeler dikkate alındığı zaman, “ortak anlam ve vurgu olarak”: “Yahudilerin zulüm ve fesat çıkarmakta çok aşırı davranacakları ve bu sebeple yeryüzünde onlara arka çıkacak herhangi bir milletin kalmayacağı” anlaşılmaktadır. Devamını okumak için tıklayınız.