Sonsuz ve Kusursuz Bir Hayat: CENNET DİYARI VE YÜKSEK STANDARTLARI

939
Paylaş:

9 Ocak 2019

Cenab-ı Hak; mevcudiyetini, vahdaniyetini, kudret ve rahmet eserlerini ilan ve izhar etmek üzere kâinatı yarattı. Tabiattaki bu muazzam resimlerden ressamını, harika eserlerden ustasını düşünüp tanımak ve O’na kulluk yapmak üzere, yeryüzünde Allah’a halife olabilecek kabiliyetlerle insan donatıldı ve dünya geçici bir imtihan alanı olarak hazırlandı. Hakkı Batılı, Doğruyu Yanlışı, Helâli Haramı, Güzel Ahlakı Haksızlık ve Hayâsızlığı öğretmek üzere Peygamberler ve Kitaplar gönderip, insanları hür iradeleriyle baş başa bıraktı. İşte bu büyük imtihanı kazananlar, şu fani dünya hayatına karşılık ebedi Cennet diyarında, sonsuz ve kusursuz bir mutluluğa kavuşacaklardır. İman, ihlâs, ibadet ve istikamet sahipleri, dini gayret ve hassasiyet ehli, kötülük ve musibetlere karşı sabır ve teslimiyet sahipleri, elbette ve herhalde Allah’ın lütfuyla dünyada gönül huzuruna, ahirette cennet yurduna varis olacaklardır.

Kutlu Cennet gerçeği ve ebedi mutluluk ülkesi!

Cennetin en büyük özelliği; ölümle sonlanması, yaşlılık ve sakatlıkla zevklerin sınırlanması, oradaki nimet ve lezzetlerden usanılması ve sıkıntı duyulması gibi her türlü olumsuzluk ve huzursuzluktan uzak bulunması, yüksek özellik ve güzelliklerin sürekli artmasıdır. Kur’an’da tarif edilen ve övülen cenneti düşünerek, ayetlerde yapılan tasvirlerden esinlenerek, CENNET denen o muhteşem mekânı kavrayabilmek bir ilim ve ibadet sayılır. Ancak bundan önce değinilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. Cennet konusundaki bazı yanlış kanaatler ve izlenimler birçok insanın aklında ya da bilinçaltında bu konuya doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumdadır. Bu engeller nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış bazı temel İslami kavramları, Kur’an’a göre yeniden tarif etmek lazımdır. Bu amaçla yapılması gereken ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden ayırmaktır.

Kur’an’da tarif edilen cennetin son derece “lüks” ve ihtişamlı bir mekân olduğu kesindir. Cennet hayatının olabilecek en konforlu, en göz alıcı hayat olduğunu ayetler ve hadisler haber vermektedir. Allah’ın kulları için seçip beğendiği cennet hayatı; her türlü lüksü, konforu, gösterişi içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel, en asil, din ahlakına en uygun olan sonsuz nimetler ülkesidir. Hatta Cennette, Hz. Adem’den, öncesinden, kıyamete kadar bütün olayları ve zamanları ileri-geri alma ve bizzat görüp yaşama imkânının da mü’minlere verileceği sezilmektedir.

Allah’ın, Kur’an’daki; “Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz” (Kasas Suresi, 5) şeklindeki va’adi, dünyada da gerçekleşecektir, ancak ahirette kesin olarak verilecektir. Allah, A’raf Suresi’nde bu gerçeği iman edenlere şöyle bildirmektedir: “De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır’…” (A’raf Suresi, 32) Nitekim Kur’an’da iman edenlere örnek olarak Hz. Süleyman’ın zenginliği verilmektedir. Hz. Süleyman’a Allah çok büyük bir mülk vermiştir. Kur’an’da, Hz. Süleyman’ın sarayındaki ihtişam ve sanat eserleri çok ayrıntılı olarak tarif edilmektedir. (Sebe Suresi, 12-13, Neml Suresi, 44) Ancak önemli olan, Hz. Süleyman’ın tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah’a sürekli şükretmesi ve tüm bunların Rabbimiz’den gelen birer lütuf olduğunu bilmesidir. Kur’an’da, Hz. Süleyman’ın; “Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim…” (Sad Suresi, 32) şeklindeki sözü haber verilirken, bu derin kavrayışa dikkat çekilmektedir.

Hz. Süleyman’ın hayatının anlatıldığı kıssalar bize göstermektedir ki, “mal sevgisi” kavramı, yani zenginliğe ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak, Allah’ı zikretmeye vesile olduğu sürece, meşru ve mübarektir. Kuşkusuz bu tür bir “mal sevgisi”ne sahip olan mü’min, o malı Allah’ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi de Allah’tır; dolayısıyla Allah Kur’an’da nasıl emretmişse, sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o şekilde değerlendirilecektir. Ancak eğer mal, bir nimet olarak görülmez ise, o zaman sefahate dönüşebilir. Kur’an’da Allah, fasıklara ait olan bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir. “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir…” (Kasas Suresi, 78) diyen ve “Şımararak sevince kapılan…” (Kasas Suresi, 76) dönemin zenginlerinden Karun, bu yanlış zihniyete bir örnektir. Karun’daki gibi bir mal sevgisi insanı Allah’a yaklaştırmaz, aksine O’nun yolundan sapıverir. Kur’an’da, insanı Allah’a imandan ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran mal sevgisinden şu şekilde bahsedilmektedir: “Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahittir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.” (Adiyat Suresi, 6-8)

Allah’ın Kudret ve Rahmet tecellisi ve Dünyanın geçiciliği:

“Dünya” kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapçadaki “deniy” sıfatından türemiştir. “Deniy” ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda “dünya” kelimesi de, bu sıfatlara haiz bir mekân anlamını içerir. Nitekim Kur’an’da, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği sık sık belirtilir. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen zenginlik, aile, statü, başarı gibi faktörler, Kur’an’a göre geçici ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler. Allah bir ayette dünya hayatı hakkında şunları bildirmektedir: “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.” (Hadid Suresi, 20)

Başka ayetlerde ise insanın dünya hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle açıklanır: “Hayır, siz dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.” (A’la Suresi, 16-17) Ayette bildirildiği gibi söz konusu kişiler dünya hayatını ahirete üstün tutmaktadırlar. Bunu yaparak, Allah’a iman etmemiş ve Kur’an ayetlerine yüz çevirmiş olmaktadırlar. Kur’an’da bu gibi kişiler “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar”(Yunus Suresi, 7) şeklinde tanımlanmakta ve hepsinin sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacakları uyarılmaktadır. Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamını taşımamaktadır. Aksine, Allah dünyayı, cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle donatmıştır. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği, cennet ve cehenneme ait özellikler bir arada bulunmaktadır. Bu şekilde mü’minler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir sahibi olmaktadır. Hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete hazırlanmaktadır. Allah’ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır.

Maalesef birçok insan dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini zannetmektedir. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri ise, son derece doğal özellikler olarak görmektedir. Örneğin hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı şekilde yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece olağan şeyler olarak benimsenir. Oysa dünya hayatına ait tüm eksiklikleri, Allah çok büyük hikmetlerle takdir etmiştir. İnsana düşen, bu hikmetler üzerinde derin derin düşünmek ve bunlardan kendine öğütler çıkarabilmektir. İnsan hiçbir zaman hasta olmayabilir, hiçbir zaman yorulmayabilir, uyumak ve dinlenmek zorunda kalmayabilirdi. Hiç yorgunluk duymayacak bir güç ve enerjiye sahip olabilirdi. Allah dileseydi insanı tüm bu eksikliklerden ve kusurlardan arındırarak yaratabilirdi. Ancak, Allah insanı bu şekilde yaratmakla, ona kendi acizliğini ve zayıflığını göstermektedir. İnsan acizliği ve zafiyetiyle, dünya hayatının her anında defalarca yüzleşmek zorunda kalır. Öncelikle çok değer verdiği bedeni ona bu durumu sürekli olarak hatırlatır. Her sabah uyandığında şişmiş ve şekli bozulmuş bir yüzle güne başlar. Ağzında hoş olmayan bir tat ve koku, cildinde, saçlarında ve bedeninde rahatsızlık verecek bir kirlilik vardır. Eğer ayrıntılı bir temizlik yapmazsa, insan içine çıkamayacak durumdadır. Üstelik bu temizliği gün içinde sık sık tekrarlaması gerekmektedir. Çünkü üzerinden birkaç saat geçmesi, sabah yapılan temizliği yok edecektir. Birkaç gün ayrıntılı temizlik yapmaması ise insanı çok aciz ve çevresindekileri dahi rahatsız edecek bir duruma sokmaktadır. İnsan bedeni, taş ya da metal gibi sağlam ve dayanıklı bir maddeden değil, son derece çürük bir malzeme olan etten yapılmıştır. Bu etten oluşan beden, incecik bir deri ile kaplıdır; her an en ufak bir kazada bu deri yırtılabilir. Et de yapısı gereği son derece dayanıksızdır; basit darbelerden etkilenir, şekli bozulur, morarır ve yaralanır. Ve yaşlılıkla birlikte de eski canlılığını yitirmeye, buruşmaya ve pürüzsüz halini kaybetmeye başlar. Ölümle birlikte çürüme gerçekleşir. Toprağa konulduktan birkaç hafta sonra, beden parçalanmaya başlar, kurtlanır, bakteriler tarafından yenir ve yok olup toprağa karışır.

Başta belirttiğimiz gibi, tüm bunlar insana aczini göstermek ve dünyanın eksikliğini hatırlatmak için özel olarak yaratılmış kusurlardır. Oysa insan et yerine çok daha sağlam ve temiz bir malzemeden yaratılmış olabilirdi. Acıdan, hastalıktan ve pislikten tamamen uzak olabilirdi. Tüm bunlar aslında, insanın Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu ve acizliğini hissettirmek ve dünyanın ne denli “eksik ve kusurlu” bir yer olduğunu göstermek için var edilmektedir. Kişi bu eksikliklere bakarak, hem kendi acizliğini hem de diğer insanların dünya hayatındaki güç ve değerlerinin ne kadar geçici olduğunu anlayabilir. Gözünde büyüttüğü, ilgisini çekmeye, takdirini toplamaya çalıştığı insanlar da kendisi kadar aciz, eksik ve kusurları olan, bakıma muhtaç insanlardır. Ancak çoğu insan bunları kavrayamaz, var olan büyük eksiklik ve kusurları göremez. İşte bu nedenle de dünya hayatı ile tatmin bulur. Aslında bu son derece büyük bir akılsızlığın sonucudur ve cehaletin göstergelerindendir. Nitekim Kur’an’da bu insanların ahlakı şu şekilde tarif edilmektedir: “Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur…” (Necm Suresi, 29-30)

Dünya ahiretin hazırlık yeridir:

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara Suresi, 214)

Kuşkusuz ki zor durumlar, Peygamberin ve onların yolundaki mü’minlerin Rabbimize olan güçlü imanlarını ve Kur’an ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Mü’min zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbir şey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve cesaretini hiçbir zaman olumsuz yönde değiştirmeyecektir. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında alacağını bildiğinden, şevki ve heyecanı daha da güçlenir. Bu durum inkâr edenler için tam tersi yöndedir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden bir kişi, dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcı sayılabilir. Allah, bu insanları bir ayette şöyle tarif etmektedir: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (En’am Suresi, 125)

Allah, Kendisi’nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma dileyip, tevbe eden salih mü’minleri ise, dünya hayatında da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi’nin 3. ayetinde şu şekilde emredilir: “Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım.” Burada bildirildiği gibi, Allah’tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih mü’minlerin özellikleridir. Bu davranışlar mü’minin Allah karşısında ne kadar aciz ve zayıf olduğunun, farkında olduğunun da bir ifadesidir. Çünkü iman edenler hataları ve eksiklikleri olduğunu ve dünya hayatı boyunca da hata yapabileceklerini bilmekte, bundan dolayı Allah’ın rahmetini dilemektedirler. Rabbimiz de ayette bildirildiği gibi onların bu güzel ahlaklarının karşılığını dünya hayatında verir ve bu kişileri ölümlerine kadar güzel bir yaşamla şereflendirir. Bir ayette mü’minlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir: “Allah’tan sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” dendiğinde “Hayır” dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.” (Nahl Suresi, 30)

Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen mü’minlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini ziyadeleştirir. Mü’minler dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de Allah’tan isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi’nde şu şekilde bildirilir: “Artık (Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde; (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız (şeref ve faziletlerini heyecanla anlatıp övmeye çalıştığınız) gibi; hatta ondan daha kuvvetli (ve içtenlikli) bir yalvarma ile, Allah’ı zikredip çağırın. İnsanlardan öylesi vardır ki (ahireti önemsiz görüp): “Rabbimiz, bize (her nimeti) dünyada ver” der; onun ahirette nasibi yoktur, olmayacaktır.”

“Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru” diyerek (yalvarmakta ve dengeli davranmaktadır)”

“İşte bunların kazandıklarına (güzel davranışlarına ve ahiret hazırlıklarına) karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir (unutmayın).” (Bakara Suresi, 200-202)

Kur’an’da Allah’a gönülden iman eden, ihlâs sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kılındıkları bildirilmektedir. Şüphesiz ki Allah’ın va’adi Hak’tır ve gerçekleşecektir. Allah bir ayette şöyle haber vermektedir: “Allah, içinizden iman edenlere ve salih ameller işleyenlere (şunları) va’adetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirip (huzura ulaştıracaktır. Çünkü) Onlar, yalnızca Bana ibadet yaparlar (her hususta Kur’ani kuralları esas alırlar) ve Bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur Suresi, 55)

Sadakat ve cihat ehlinin övülmesi ve mü’minlerin müjdelenmesi:

Allah’a gönülden teslim olmuş ihlâslı mü’minlerin daha cennete girmeden önce, bu dünyada Allah’ın nimetlerine ve güzelliklerine kavuştuklarından bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en önemlilerinden birisi mü’minlerin “müjdelenmeleridir”. Kur’an’ın birçok ayetinde Allah’ın cenneti vaat etmesinden ve mü’minleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir. Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir: “Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler.” (Tevbe Suresi, 21)

Bir başka ayette ise mü’minler için şöyle denmektedir: “Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Yunus Suresi, 64)

Allah’ın kendilerini çeşitli ayetlerle cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih amellerin Allah katında geçerli sayıldığını ve bekledikleri güzelliğin ise pek yakında olduğunu umut eden mü’minlerin kalplerini büyük bir ferahlık kaplayıverir. Kur’an’da mü’minlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah’a samimi bir kalple iman edip, O’na hiçbir şeyi şirk koşmayan, Allah’ın Kur’an’da bildirdiği emir ve tavsiyelerine titizlikle uyan ve Kur’an ahlakını yaşamak için gayret eden salih kullar, böyle bir müjdeyi umut edebilirler. Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mü’min için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kur’an’da şöyle bildirir:

“Şüphesiz “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’adolunan cennetle sevinin.” “Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin Velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir.” “Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak.” (Fussilet Suresi, 30-32)

Allah, resullere de mü’minleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzab Suresi’nin 47. ayetinde elçisine, mü’minlere Kendisi’nden büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kur’an’a uyan ve gayb ile Rahman’a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini emretmektedir. Zümer Suresi’nin 17. ayetinde ise tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler için bir müjde olduğu haber verilmektedir. Yunus Suresi’nin 2. ayetinde ise Allah elçisine, “… İman edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver” diye vahyetmektedir. Cennetle müjdelenen mü’minlerin ayetlerde belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların Allah’a karşı son derece samimi, acizliklerinin bilincinde, Kur’an’a ve Elçiye itaat eden, Allah’tan korkan ihlâslı kimseler olduklarını görmekteyiz. Mü’min olarak huzuruna gelecekler için Allah içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetleri vaat etmiştir. Allah’ın va’adi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin gerçektir. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu va’adin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mü’min olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini umabilir. Bir ayette şöyle müjde verilir: “Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan va’adetmiştir. Şüphesiz O’nun va’adi yerine gelecektir.” (Meryem Suresi, 61)

Allah’ın kendilerine cenneti vaat etmiş olması, mü’minleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya sürükler. Onlar, Allah’ın salih kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler. Allah’ın kullarına cenneti va’ad etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir: “Şimdi kendisine güzel bir va’adde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir?” (Kasas Suresi, 61) Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah’ın bir va’adde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti va’ad etmişse, bunlar Allah’ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Mü’minler de cennete girdiklerinde bu durumu ifade edecek ve Allah’a şöyle şükredeceklerdir: “(Onlar da) Dediler ki: Bize olan va’adinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.” (Zümer Suresi, 74)

Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş olan ve Allah’ın kendilerine cenneti va’ad ettiği mü’minler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an gelir. Bir mü’minin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için var gücüyle çalıştığı yer, “kalınacak yerlerin en hayırlısı” ve “Allah katındaki asıl varılacak güzel yer” olan cennettir. Bu kusursuz mekân mü’minler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Mü’minlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayette bu eşsiz manzara şöyle anlatılır: “Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Ra’d Suresi, 23-24) Onlar cennette “esenlik dileği ve selamla” (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve“oraya esenlikle ve güvenlikle” gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece mü’minler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek ve yaşamaktır.

Ahirete kutlu geçiş ve ölüm süreci:

“Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl Suresi, 32)

Bu ayetlerden, salih mü’minlerin dünyada güzel bir hayatla yaşatıldıkları, korkuya ve hüzne kapılmadıkları, sağlıklı ve huzurlu bir ruh haline sahip oldukları anlaşılmaktadır. İman edenlerin Allah’ın rızasına uymalarından ötürü Allah’ın özel yardımını ve korumasını kazandıklarını, kötülüklerinin örtüleceğini, yaptıklarının en güzeliyle karşılık göreceklerini ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklarını da Kur’an ayetleri sıklıkla vurgulamaktadır. Dünya hayatına karşılık ahireti “satın alarak”, Kur’an’da geçen ifadeyle “güzel bir alışveriş” yapmışlar ve Allah onlardan, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Peki bu kişiler ömürlerinin sonuna ulaştıklarında ne olacaktır? Allah’ın takdir ettiği ölüm anı onlarla nasıl ve nerede buluşacaktır? İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah’ın ayetlerini inkâr eden bir kişi olsun, bir kimsenin nerede ve ne zaman öleceğini bilmesi imkânsızdır. Bu gerçek Lokman Suresi 34. ayetinde şöyle açıklanmıştır: “Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.”

Bununla birlikte, ölümün mü’minleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölüm anında neler olacağını Kur’an’dan öğrenme imkânımız vardır. Kur’an’da bize bildirildiği kadarıyla, mü’minin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah’ın “bir tür ölüme sokmuş olduğu kişinin” (Zümer Suresi, 42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi, mü’min de ölümünde, bir anda “dünya” boyutundan sıyrılacak ve “ahiret” boyutuna ulaşmış olacaktır. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziat Suresi’nin 2. ayetinde görevli meleklere işaret ederek, “yumuşacık çekip alanlara” şeklinde haber buyurmaktadır. Melekler, mü’minlerin canlarını almaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl Suresi’nin 32. ayetinde ise şu şekilde anlatılır: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: ‘Selam size’ derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.”

Başka bir ayette de mü’minlerin ölüm anı şöyle anlatılır: “Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: ‘İşte bu sizin gününüzdür, size va’ad edilmişti’ diye melekler onları karşılayacaklardır.” (Enbiya Suresi, 103) Görüldüğü gibi, dünyada güzel bir hayat yaşatılan mü’minin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. O andan itibaren dünyayla tüm ilişkileri kesilmiş ve kişi, Allah’ın huzuruna çıkmak üzere tespit edilmiş bir yere yollanmıştır. Bunun devamında da mü’minler için sonsuz bir rahatlık ve kolaylık vardır.

Mü’minlerin kolay hesap vermeleri ve berat etmeleri:

Kabirden sonra hesap anı, yani insanların tüm yapıp ettikleriyle Rabbimizin huzuruna çıkacakları an gelmektedir. Kıyametin kopmasıyla birlikte başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde bir araya toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekilecektir. Bunların sonunda Allah mü’minleri rahmetiyle cehennem ateşinden kurtararak, cennetine sokuverecektir. Kıyamet günü ve mü’minlerin o günkü durumları Kur’an’da ayrıntılı olarak bildirilmiştir:

Sur’a ilk üfürülüş ile artık kıyamet başlamıştır. Dünya ve tüm evren, geriye dönüşü olmayan bir yok oluşa sahne olacaktır. Dağlar parçalanacak, denizler kaynatılacak, gökler yok edilip yıkılacaktır. Sur’a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte insanlar diriltilecek ve hesaba çekilmek üzere bir araya toplanacaktır. En ufak bir ayrıntı dahi atlanmadan, hayatı boyunca yapmış olduğu her şey kişinin ve şahitlerin gözleri önüne konulacaktır. Kâfirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü Kur’an’da, “… O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir…” (Tahrim Suresi, 8) şeklinde buyrulmaktadır. Allah, “Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları gün yardım edeceğini” vaat etmiştir.” (Mü’min Suresi, 51) Kıyamet günü salih mü’minler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap defterlerini “sağ yanlarından” alacaklardır. Kitabını sağ tarafından alacak olan insanlar, Kur’an’da “kolay” hesaba çekilecek ve cennete sokulacak insanlar olarak tanımlanmıştır: “Artık kitabı sağ eline verilen kişi, der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette.” (Hakka Suresi, 19-22)

Rabbimizin kendilerine vaat ettiğine kavuşmak üzere olan mü’minler, o “ebedilik gününde” (Kaf Suresi, 34) heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları İnşikak Suresi’nde şöyle aktarılır: “Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır.” (İnşikak Suresi, 7-9)

Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık mü’minler, kurtulmuş olmanın sevincini tadacaktır. Ayette,“Oraya esenlikle ve güvenlikle girin.” (Hicr Suresi, 46) buyrulmaktadır. Bu durum başka ayetlerde de şöyle anlatılır: “Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr Suresi, 27-30)

Artık Allah, rahmet etmiş olduğu kullarının günahlarını da bağışlayıp silmiş, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine “cennete gir” denilen mü’min ise şöyle diyecektir: “… Keşke kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını.” (Yasin Suresi, 26-27) Bir başka ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:

“Allah dedi ki: “Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin (sadakat ve samimiyet göstermelerinin) yarar sağladığı gün (olacaktır). Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razıdır, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte (asıl) büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ bu (olacaktır.)” (Maide Suresi, 119)

“Ey (muttaki) kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız.”(Zuhruf Suresi, 68) Başka bir ayette de Allah, “Cennet de (o gün) muttakiler için yakınlaştırılmıştır (hiç de) uzak değildir.” (Kaf Suresi, 31) şeklinde bildirmektedir.

Selamet ve Saadet yurdu Cennetin olağanüstü doğal güzellikleri:

“Takva sahiplerine va’ad edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu, korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkâr edenlerin sonu ise ateştir.” (Ra’d Suresi, 35) Evet doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel nimetlerindendir. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin içinde, pınarların yanı başında kurulmuş olması da ayrı bir güzelliktir.

Cennet, “… ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk…” (İnsan Suresi, 13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahip bulunmaktadır. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Allah mü’minleri cennette, “… ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe…”sokacaktır. (Nisa Suresi, 57) “Tam kararında” ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret buyrulmaktadır. Cennetteki her şey ve her durum mü’minin “tam istediği” gibi olacaktır. Allah’ın cennet ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, “Durmaksızın akan su(lar)”dır. (Vâkı’a Suresi, 31) Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna ferahlık katacaktır. Sarayların, konakların, malikânelerin ya da villaların bahçelerine yapılan göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep ruhtaki bu estetik özleminden kaynaklanır.

Bu estetik görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir:“İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır.” (Rahman Suresi, 66) Akan suyun görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden dökülen suların görüntüsü ve gür sesi ruhu şenlendirir. İnsanı, Allah’a şükretmesine ve O’nun adını yüceltmesine yönlendirir. Özellikle su tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm arz etmektedir. Ya döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk göstergesidir. “Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır” (Hicr Suresi, 45) ayetinden de anladığımız gibi, mü’minler cennette bu tür yerlerde yaşayıp bundan zevk alarak sevinmektedir. Benzer başka bir ayette de “Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır” (Mürselat Suresi, 41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelikler, (doğrusunu Allah bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş mekânlar olabilir. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kuruluvermiştir. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilebilir, birçok detay aynı anda görüş sahasına girmektedir. Gölgelikler, özel olarak mü’minlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, mü’minlerin bir araya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri yerlerdir. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraları daha da güzelleştirir. Bu pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırdığını da Kur’an haber verir.

Cennete has bir başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçeler ve çeşit çeşit ağaçlardır. Şura Suresi’nin 22. ayetinde bahsedilen “cennet bahçeleri” sadece mü’minler için hazırlanmıştır. Bahçelerin özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır. Bahçeler, değişik boylarda ağaçlar, “alabildiğine yemyeşil” (Rahman Suresi, 64) alanlar, bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskiyelerle donatılmıştır. Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu simgelercesine “yüklü dalları bükülmüştür” (Vâkı’a Suresi, 28), “üst üste dizilmiş meyveleri sarkmıştır”. (Vâkı’a Suresi, 29).

Tüm bu saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz en genel bilgilerdir. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, “çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip” (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayâl gücümüzün ötesinde ve Allah’ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette mü’minleri beklemektedir. Özellikle “… Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur…” (Şura Suresi, 22) ayetiyle bildirildiği gibi, tüm doğal güzellikler de dâhil cennetteki her şey mü’minin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)

Ebedi Cennetin mükemmel lezzetleri ve muhteşem nimetleri:

Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.