CUMHURİ KRALLIK’IN DEMOKRASİ ANLAYIŞI VE İKTİDARIN SEÇİM HAZIMSIZLIĞI

629
Paylaş:

16 Nisan 2019

AKP iktidarının 31 Mart 2019 yerel seçim sonuçlarına yönelik hazımsızlığını ve Cumhurbaşkanlığının, nasıl “Cumhuri Krallık”a çevrilme hazırlıklarını, yandaş Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül’ün şu yaklaşımı açığa vurmaktaydı:

“Zihinlerdeki soru işaretlerini, şüpheleri, seçime düşen gölgeyi tamamen ortadan kaldırmak için, uygulanan “İstanbul Projesi” hakkında kapsamlı bir dosya ve soruşturma açılmalıdır. Seçimlerin de ötesinde, Belediye Başkanını belirlemesinin de ötesinde gerçekler açığa çıkarılmalıdır.

Şahsen, seçimlerin yeniden yapılmasının tek çözüm olduğuna inanmaktayım.

Bu yapılmazsa, 31 Mart İstanbul sonuçlarının şaibeli olduğunu, hep şaibeli kalacağını söylüyorum. Dahası, İstanbul üzerinden uygulanan “müdahale”nin, Türkiye için vahim bir sürecin ilk adımı olduğunu düşünüyorum… Kimse yanlış anlamasın, kimse kızıp bağırmasın, Ekrem İmamoğlu’nun aldığı oyları sorguluyor değilim. Onun Belediye Başkanı olmasına duyduğum hazımsızlık yüzünden de bunları yazmıyorum… Demokrasiye, seçimlere yönelik şüphelerim varmış gibi de algılanmasın. Başka bir şeyden, İmamoğlu’na oy verenlerin bile her şey ortaya saçıldığında rahatsız olacakları bir endişeden söz ediyorum… (Çünkü) Seçimlere müdahale edilmiştir. Artık bu yadsınamaz bir gerçektir. CHP’lilerin, FETÖ’cülerin, PKK’lıların hatta AKP’li görünen bazılarının “artık hazmedin”, “gerçeği kabul edin” söylemlerinin çok ötesinde bir durumla karşı karşıyayız.”

Yani; “AKP’nin seçimi kaybettiği her yerde oylar bir daha sayılmalı, sonuç değişmezse bu sayım yeniden tekrarlanmalı… Geçersiz oylar AKP’ye yazılmalı… Velhasıl her yola başvurulmalı ve mutlaka AKP adayı kazandırılmalıydı!..”

Sn. Bahçeli; “Bir oy bile fazla alan kazanmış sayılır” diyerek doğru bir tavır takınırken, Sn. Erdoğan; “Hiç kimse 13-14 bin oy fazla aldım diye ben İstanbul’da kazandım havasına kapılmasın. Çünkü böyle bir hakkı bulunmamaktadır!”diyecek kadar anti demokratik, hatta despotik sayılacak laflar etmeye başlamıştı. AKP kanadındaki bu şaşkınlık ve şımarıklık, korkarız ki tüm ülkeyi karıştıracak kışkırtmaların fitilini tutuşturacaktı. Ve zaten hemen ardından Meral Akşener’in; “Halkın tercihlerinin tersine gidilirse, Türkiye demokrasi perdesini kapatır!” çıkışları da ateşe benzin serpmek cinsinden talihsiz bir yaklaşımdı.

Ve maalesef YSK da sanki bu despotik ve antidemokratik yaklaşımı benimsemiş gibi; “Seçim sonuçlarıyla ilgili, genellikle AKP’nin itirazlarını yerinde bulmakta ama muhalefetin itirazlarını ciddiye almamaktaydı” şeklinde bir algıya sebep olacak bir tavır takınmaktaydı.

Zaten hem Sn. Recep T. Erdoğan’ın hem Binali Yıldırım’ın defalarca: “YSK mazbatayı kime verirse Belediye Başkanı o olacaktır!” söylemleri de işte bu yaklaşımı yansıtmaktaydı. Bu mantık, demokrasinin nasıl despotizme alet edildiğini ve Başkanlık Sisteminin nasıl “Cumhuri Krallığa” çevrilmek istendiğini de ortaya koymaktaydı. AKP’nin bu hırçınlık ve hazımsızlığı maalesef kendilerinin de ülkemizin de başına büyük işler açacaktı!

1) Oysa seçimler, Anayasa’ya göre yargı denetiminde yapılırdı ama yargı, sanki iktidarın siyasal etkisine açık hale getirilmiş durumdaydı.

2) Üstelik, Olağanüstü Hal, OHAL koşullarında yapılan Halkoylamaları ile Anayasa değiştirilip yetkiler icranın başındaki tek kişinin eline verilince, farklı partilerin/görüşlerin bazı propaganda olanakları bile, Vali ve Kaymakamların iznine bağlanmıştı.

3) Bırakınız iktidarın medyanın tümüne yakın kısmını doğrudan kontrol ederek kendi halkla ilişkiler bülteni gibi kullanmasını, demokratik devletin tarafsızlık ilkesine uygun davranması gereken ve halkın vergileriyle finanse edilen TRT ve Anadolu Ajansı bile doğrudan iktidar taraftarı olarak davranmaktaydı.

4) Tarafsızlık yemini etmiş olan Cumhurbaşkanı, doğrudan propaganda etkinliklerine çok yoğun ve en sert biçimde liderlik etmiş, bununla da yetinmemiş, muhalefet adaylarını doğrudan muhatap almış ve “illet” (iltihabi hastalık) ve “zillet” (aşağılık, bayağılık) ittifakı diye sataşmıştı.

5) Bazı partilere ve adaylara “ihanet” ve “terör” suçlamaları yapılmıştı.

6) İktidarın İstanbul adayı, Meclis Başkanlığı’ndan ayrılmadan makamının bütün olanaklarıyla kampanyaya başlamış, “Seçim siyasal faaliyet değildir” diyerek bu tavrını meşrulaştırmaya çalışmış, bunun hukuken olanaklı olmadığını anlayınca, ancak adaylığı resmen onaylandıktan sonra görevinden ayrılmıştı.

7) Üstelik 2019 seçimleri, iktidarın değişmeyeceği, seçilecek Belediye Başkanlarının ise bu iktidarla çalışmak zorunda olduğunun bilindiği, dolayısıyla zaten iktidarın avantajlı olarak girdiği bir ortamda yapılmıştı.

Zaten iktidar bundan önceki seçimleri de:

a) Açıkça eşitsiz ve adaletsiz koşullarda…

b) YSK’nın mevcut yasalara açıkça aykırı olan bazı kararlarıyla…

c) Çeşitli şaibe iddialarıyla…

d) Üstelik de bazılarını OHAL baskıları altında… Yaptırmış ve sonuçlara olan itirazları da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diye alaya almıştı.

Bu açıdan iktidarın tamamen kendi denetimi ve egemenliği altında yapılan bu seçimlerin sonuçlarına, kaybettiği yerlerde yaptığı itirazları ve halk iradesinin, dalkavuk medya tarafından “darbe” diye nitelenmesini nasıl yorumlamalıydı?”[1]

Mantık şuydu; AKP kazandırılıncaya kadar sayımlar tekrarlanmalıydı!

“Say babam say, olmadı dön bir daha say” dönemi başlatılmıştı. Zannederim, uzunca bir süre oyları yeniden sayacaklardı. Sayılmasın denilen ilçelerde de yeniden sayım kararı alınmıştı… Oysa pek çok ülkede fark az ise yeniden sayım yapılmaktaydı. Mesela ABD’de her eyaletin kendi kuralı vardı. Pek çok eyalette seçim sonucunda kazanan ve kaybeden arasındaki fark “binde birden” az ise taraflar yeniden sayım isteyebiliyorlardı…

Devamı için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.