Risale-i Nur talebeleri genellikle tahkiki iman sahibi mümin, müstakim ve muttaki kardeşlerimizdir. Ülkemizdeki imani ve ahlaki tahribat sürecinin en az zararla atlatılmasında ve toplumun manevi ıslahında çok önemli ve tarihi hizmetler yürüte gelmişlerdir. Ülke ve Dünya siyasetindeki tercih ve tensiplerinde, Kuran’ın temel hükümlerine ve İslam’ın genel prensiplerine uygun düşmeyen tarafgirliklerinin ise Hz. Üstat Bediüzzaman’ın bazı sözlerini yanlış tevil ve tatbik etmekten kaynaklandığı kanaatindeyiz.
Öncelikle şu imani gerçekleri bilmek, İslam ulemasının, mezhep imamlarının, Üstatlarımızın ve irşat erbabının sözlerini buna göre değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
1- Bediüzzaman gibi muhterem ve müstesna zevatın kanaatleri hâşâ, sarih ayet değildir. Bunları eleştirilmez, tenkit edilmez “mutlak ve değişmez doğrular” yerine koymak cehalettir, hatta dalalettir.
2- Bu zevatın sözleri, hâşâ, sahih Hadis de değildir ve kesin delil yerine koymak saflıktan da öte sapkınlık alametidir.
3- Bu zevatın sözlerini, kanaatlerini ve hareketlerini ayet ve hadis gibi değişmez ve tenkit edilmez ilahi gerçekler yerine koymak, bunları hâşâ, Rabblik ve Peygamberlik makamına yükseltmektir.
4- Bediüzzaman gibi zatların özellikle siyasi kanaatleri “icma-ı ümmet” konumunda da değildir.
5- Bizzat Cenabı Hakkın seçtiği ve görevlendirdiği Peygamberlerin bile “zelle”cinsinden hataları mümkün iken ve Kur’an’ı Kerim’de açıkça belirtilmişken, şimdi kalkıp böylesi zatların hatasız ve vartasız olduklarını düşünmek ve iddia etmek itikadı bir maraz işaretidir. Ve mantık zaafiyetidir.
6- Risale-i Nur, özellikle iman hakikatleri ve ahlaki disiplin prensipleri konularında, ilahi ilham ve in’amla yazılmış, kesbi olmaktan ziyade Vehbi olduğu ortaya çıkmış çok güzel ve özel eserler olmakla beraber, ülke ve dünya siyaseti noktasında birçok hatalar ve hayali-hamasi yorumlar da görülmektedir. Ki bunların bir kısmını Üstat Bediüzzaman kendisi de zamanla fark etmiş, pişmanlık göstermiş, hüsnüniyetle beraber yanıldığını kabul etmiştir.
7- a) Mason ve Dönmelerin güdümündeki, katı ve kasıtlı İslam düşmanı ve koyu Abdulhamit Han karşıtı İttihat ve Terakki cemiyetinin (Daha sonra Halk Partisine dönüşen zihniyet ve hareketin) safında yer alması, miting ve toplantılarına katılıp yıllar boyunca nutuklar atması ve taraftar toplaması,
b) Cennet mekân Abdulhamit Han gibi bir İslam kahramanı siyasi dehaya karşı tavır alması, Siyonist Yahudiler sinsi Ermeni ve Rum çeteleriyle aynı ağızla “Despotluk ve istibdatla” suçladığı Sultana saldırıp durması,
c) Sonra İttihatçıların devamı CHP zihniyetine ve zulmüne karşı Demokrat Partiye tarafgirlik göstermesi makul ve münasip bir siyaset tarzı kabul edilse de, hayatı boyunca Rahmana secde etmemiş ve İsrail’e gizli hizmetler üstlenmiş Adnan Menderes’i “İslam Kahramanı” ilan edip hararetle sahip çıkması (Ki sonunda bunların da aslını ve ayarını anlayacak ve “yakında belalarını bulacaklarını” açıklayacaktır).
d) Ve hele, bugün Fetullahçıların ve diğer bazı Nurcu grupların ABD’yi ve AB’yi“Müslümanların ve mazlumların hamisi ve mecburi sığınak adresi”gibi görmelerine; Kur’an’ın sarih hükümlerine, Hz. Resulullah’ın sahih hadislerine, Siyonist ve Haçlı fitnesine karşı oluşan İcma-i Ümmete rağmen, Amerika’nın ve Avrupa’nın her türlü haksızlık ve ahlaksızlığına rağmen, onları bir nevi kutsayıp himaye ve hizmetlerine girmeyi “akılcı ve yapıcı siyaset” zannetmelerine yol açan yorum ve yaklaşımları, elbette ve herhalde hatadır, yanlıştır, yanıltıcıdır, fikr-i Kur’an’a da, bugünkü fiili duruma da aykırıdır.
8. Hz. Üstat bu hataları, hâşâ, kasıtlı ve dünyalık beklenti hesaplı yapmamıştır. Hüsnü niyet ve hulusiyetine göre, bu gibi “içtihat yanılmalarından” bir sevap alacağı da umulmaktadır. Amacımız, bu gibi zevatın asla hata yapmayacağı ve Risale-i Nur’da hata bulunmayacağı saplantı ve safsatasından kurtarmaya yardımcı olmaktır. Bediüzzaman Hazretlerinin özellikle Haçlı Hıristiyan âlemiyle ilgili temenni ve teselli makamındaki bir takım kanaat ve tahminlerini, ilahi buyruklar ve mutlak doğrular yerine koymak, günümüzde Siyonist ve Haçlı emperyalistlerin en çok kullandıkları ve Nurcu kardeşlerimizi istismara kalkıştıkları, maalesef acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Sözün özü: Âlimlerimizin, Hoca efendilerimizin, Şeyhlerimizin, ağabeylerimizin sözlerini ve hareketlerini Kur’an’a, Sünnete ve İcma-ı Ümmete göre anlamak zorundayız, bu bize hidayet ve istikamet yolunu açacaktır. Ama bu Zevatın sözlerini esas alıp ayet ve hadisleri bunlara uydurmaya, keyfi şekilde yorumlayıp yozlaştırmaya çalışmak ise dalalet ve sefalet yoluna kaydıracaktır. Asla unutmayalım ki, her şeyi ve bütün ayrıntılarıyla bilen, her konuda en doğru ve olumlu hükümleri belirten, bize en uygun ve olgun temel kaideleri öğreten, Müminlerin dostlarını ve düşmanlarını, onların lehine ve aleyhine olan durumları (ki bu FIKH’ın esasıdır) öğütleyen Cenabı Allah’tır, Kur’an’dır ve Resulullah’tır. İnsanlar ve özellikle Müslümanlar kabirde ve mahşerde, mezhep ve meşreplerine, tarikat ve mesleklerine göre değil, Kur’an’a göre sorgulanıp yargılanacak, baş müşahit ve mümeyyiz ise Hz. Resulullah (SAV) olacaktır. Öyle ise ehil ve emin şahsiyetlerce hazırlanan, Diyanet İşlerinin, Abdullah Akgül ve Ali Bulaç Beylerin hazırladığı bir Kur’an’ı Kerim mealini hayatı boyunca bir sefer olsun ciddiye alıp, kalplerinde manevi mesuliyet ve merak uyanıp okumayan, hiç değilse Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili ayetler üzerinde kafa yormayan başta Nurcular, bütün farklı meşrep ve tarikat ehli kardeşlerimize Allah için hatırlatıyoruz: Bu, Kur’an’ı umursamaz tavrınız hangi izan ve vicdanla bağdaşmaktadır? Cenabı Hakkın bir konuda neler buyurdukları bizi hiç ilgilendirmiyorsa bu nasıl bir iman ve itikattır? Kendilerini Kur’an’a ve Meal okumaya çağrımızı bile hakaret kabul eden yaklaşım, Rahmani bir davranış mıdır, yoksa Şeytani bir mantık mıdır?
Avrupalılar “Hıristiyan Birliği” olduklarını açığa vurmuşlardır
Birlik ülkeleri zor durumdaki “mültecileri kabulde dahi Hıristiyan olma ve özellikle Müslüman olmama” kriterlerini açıklamaktan sakınmamışlardır. AB ülkelerine iltica talebinde bulunan sığınmacıların kabulünde ‘Müslüman olmama’ kriteri artık birlik ülkeleri tarafından cüretkâr bir şekilde açığa vurulmaktadır. Avrupa Birliği, aylar süren müzakereler ve tartışmalardan sonra Yunanistan ve İtalya üzerinden gelen sığınmacıların üye ülkelere adil bir şekilde dağıtılması konusunda anlaşmış ancak mülteci olarak kabul edilme kriterlerinde ‘din’ unsurunun öne çıkarılması, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştır. AB’nin kota sistemine karşı çıkan Slovakya, Suriyeli göçmenlerden sadece Hıristiyan olanları kabul edeceğini resmen açıklayarak, ayrımcılığın birlik içerisinde kurumsallaşmasına yol açmıştır. Slovakya Başbakanı Robert Fico’nun 100 Hıristiyan Suriyeli göçmeni kabul edeceklerini açıklamasından sonra İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Ivan Metik, “ülkelerinde cami olmadığını, bu nedenle Müslümanların ülkeye uyum sağlamalarının zorlaşacağını” zaten daha önce Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Milos Zeman daha önce basına yansıyan ifadelerinde, kültürel farklılıklarından dolayı Müslümanlardan ve Kuzey Afrika ülkelerinden sığınmacı kabul edilmemesi gerektiğini açıklamıştı.
AB üyesi ülkeler içerisinde, Hıristiyan mülteci kabul edeceğine ilişkin ilk tepki Avusturya hükümetince açıklanmıştı. Avusturya İçişleri Bakanı Johanna Mikl-Leitner, Ekim 2013’de gerçekleştirilen genel seçimler öncesinde “bin Suriyeli sığınmacı alınacağı ve bunların Hıristiyanlardan oluşacağını belirterek, “Kabul edeceğimiz bin mülteci öncelikle Hıristiyan kadın ve çocuklar olacak” ifadelerini kullanmıştı. Alman haber ajansı DPA ve “Welt” gazetesi de, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Bulgaristan’ın sığınmacı kabul ederken “Hıristiyan” kriteri uyguladıkları ve Müslüman göçmen almayacakları haberlerini gündeme taşımıştı. Bütün bunlar Kur’an’ın uyarılarını bir kez daha haklı çıkarmakta “Hıristiyan İseviler” ve “Dindar ve dürüst Hıristiyan kesimler” tahmin ve temennilerinin geçersiz yorumlar olduğunu ortaya koymaktaydı.
İşte Bediüzzaman’ın kafa karıştırıcı beyanları ve Nurcuların yanlış yorumları
Bediüzzaman’ın: “Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekar ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.” (Emirdağ Lahikası, Sayfa 139) sözleri sadece bir temenni makamındadır.
Evet, Hıristiyanlardan zaman zaman tek tük Müslüman olanlar duyulmaktadır, ama bunlar zaten İsevilik’ten çıkmış olmaktadır. Bunun dışında Hıristiyan olup da teslis-üç ilah şirkinden vazgeçip tevhide kavuşan, yeryüzündeki Müslümanlara ve Mazlumlara sahip çıkan herhangi bir Hıristiyan mezhebe, ekibe ve girişime henüz şahit olunmamıştır. Yani“Müslüman İseviler” tabiri ve tahmini havada kalmıştır. Ve maalesef bu gibi yaklaşım ve yakıştırmalar Dinlerarası diyalog safsatalarına, bugünkü zalim ve rezil Avrupa ve Amerika’yı mümin ve müttefik görme sapkınlıklarına delil ve dayanak yapılmıştır. Oysa kâfir ve zalim Avrupa ve Amerika kendilerinin ve işbirlikçi hükümetlerin kışkırtıp karıştırdıkları Libya, Suriye, Sudan, Irak ve Afganistan gibi ülkelerden kaçan zavallı insanların sadece Hıristiyan olanların mülteci olarak almakta Müslüman mağdurların yüzüne bile bakmamaktadır. Buna rağmen Avrupa ve Amerika’ya laf söylendiğinde putlarına ve tağutlarına hakaret edilmiş gibi hırçınlaşan sözde dindar insanlara rastlanmaktadır.
Türkiye 2 milyon Suriyeli mülteciyi barındırırken Dünyanın en büyük ekonomisi ve en müreffeh bölgesi olarak lanse edilen Avrupa Birliği ülkeleri, 40 bin mülteciyi yerleştirecek bir yer dahi bulamamıştı!
Mültecilere insan değil, hayvan muamelesi yapılmaktaydı
Suriye’de süregelen iç savaş yüzünden Avrupa’ya sığınan mülteciler hakkında AB liderleri arasında derin görüş ayrılıkları yaşanırken, özellikle Letonya’da göçmen görmek istemediklerini belirten protestocular, “Yakında binlerce Müslüman mülteci buraya akın edecek. Buna izin vermeyiz”, “Burası bizim vatanımız, biz karar veririz” yazılı pankartlar açılmıştı.
Fransa toplam bin 500 mülteciyi barındıramazken, İngiltere Başbakanı David Cameron, ülkesiyle Fransa’yı bağlayan tünelde yaşanan kaçak göçmen sorunuyla ilgili, “İngiltere’nin kaçak göçmenlerin sığınacağı bir liman olmadığını” söylemekten sakınmamıştı. Türkiye 2 milyon mülteciyi ağırlarken, Avrupa ülkeleri Türkiye’ye oranla 50 kat daha az mülteciye bile ev sahipliği yapamamıştı. Üstelik sadece Hıristiyan mültecileri kabul edecekleri şeklinde Haçlı zihniyetini yansıtan yaklaşımlar ortaya koymuşlardı.
“Ey iman edenler, eğer siz kendilerine kitap verilenlerden (Yahudi ve Hıristiyan kesimlerden) herhangi bir fırkaya (mezhebe, partiye, devlete, birliğe tabi ve taraftar şeklinde ve herhangi bir bahane ile) itaat edecek olur iseniz …Devamını okumak için tıklayınız.