AKP’NİN TAHRİBATLARI ve ADİL BİR DÜZEN İNKILABI

800
Paylaş:

27 Ocak 2019

Ahmet Akgül Hocamızın Konya Konferans Notları:

        

AKP’NİN TAHRİBATLARI

ve

ADİL BİR DÜZEN İNKILABI

 

Erbakan Hocamız fabrikalar yaptı, ülkeyi yatırımlarla donattı. Ama Erdoğan tek tek arsa fiyatının altında hepsini sattı, kapattı. 90 yıllık birikim, haraç mezat elden çıkarıldı. Türkiye ekonomisi iflasın eşiğine dayandı. Erdoğan iktidarı bütün milli kazanımları yabancılara kaptırdı. Üretmeden, sadece borçla günü kurtarma politikaları uygulandı. Sadece savunma sanayi teknolojilerinde olumlu bazı gelişmeler var; o da hükümetin değil, devletin programıdır. Bu bozuk düzen değişmediği sürece, her sene cari açık daha da artacaktır. Şimdi ülkede; devlet, işçi, esnaf, işveren, vatandaş herkes borçlu durumdadır. Şirketler bir bir konkordato ilan ediyor, alacaklarını toplayamıyor. Bunlar birbirleriyle bağlantılıdır, böyle giderse en sonunda devlet konkordato ilan etmek zorunda kalacaktır.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Amerikan Kongresi’ne katıldığı ve kapalı kapılar ardındaki özel görüşmelerde, Cemal Kaşıkçı cinayeti hakkında kongre üyelerine bilgi aktardığı basına yansımış ve çok tartışılmıştı. Hakan Fidan’ın kendi inisiyatifiyle mi yoksa davetli mi ABD Kongresi’ne gittiği konusundaki sorular henüz yanıtlanmamıştı. Zaten CIA Başkanı Gina Haspel cinayetten kısa süre sonra, bir gece yarısı Türkiye’ye uçmuş ve hem MİT yetkililerinden hem de devlet üst yönetiminden olayla ilgili delilleri almıştı. Hatırlayınız, 2015-2016 yıllarında Türkiye’deki 33 bombalı saldırıda, 363 kişinin hayatını kaybettiği olaylarda, o dönemde Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu bilgi alınması için Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan’ı defalarca çağırdığı halde gidip bilgi aktarmamıştı. TBMM’yi hiçe sayan, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonunu hiçe sayan, muhalif parti liderlerini hiçe sayan Fidan, Amerikan Senatosu’nda önünü ilikleyip bilgi sunmuşlardı. Sanki onun üstü Erdoğan değil de Amerika’ydı, onun için Amerikan Senatosu’na koşup bülbül gibi konuşmaktaydı.

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan kendisine, MİT Başkanı Fidan’ın Amerikan Kongresi’nde sunum yapmasının sorulması üzerine: “Latin Amerika seyahatlerinden sonra, MİT Başkanımız oradan Kanada’ya ayrıldı. Kanada’dan sonra, böyle bir gelişme varsa haberdar olmadım” diyerek zafiyetini itiraf buyurmuşlardı. Aslında:

1- Sn. Erdoğan’ın stratejik dış politika kararlarından haberi olmamaktadır.

2- Buna karşılık Milli Savunma Sanayi teknolojilerinden de haberi bulunmamaktadır. Erbakan Hocamızın tabiriyle, at yarışı spikeri gibi son aşamayı halka duyurmakta ve sadece hava atmaktadır.

AKP’nin Ekonomik Talanları

Sayıştay, çoğu AKP’li belediyelerde olan büyük çaplı yolsuzluklar tespit ediyor, ama savcılar harekete geçmiyordu!

Çoğu AKP’li belediyelerdeki yolsuzluklarla ilgili Sayıştay’ın 2013 raporlarını ve tespitlerini ihbar kabul eden savcılar 1522 belediyeye soruşturma başlatmıştı. Ancak Sayıştay’ın 2017 raporlarından dolayı hâlâ harekete geçen olmayışı kafaları karıştırmaktaydı. Sayıştay, belediyelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri bir bir gün yüzüne çıkardığı halde savcıların sessizliğini koruması “yargının siyasallaşması” olarak yorumlanmıştı.

Evet, yolsuzluklar ortaya çıkmıştı ama harekete geçen yoktu! Son günlerin en dikkat çeken gündemi, hiç şüphesiz Sayıştay’ın raporlarıydı! Sayıştay, çoğu AKP’li belediyelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri bir bir ortaya koyarken, savcılar ise harekete geçmek yerine sessiz kalmayı tercih ediyorlardı! Bundan 5 yıl önce (2013) Sayıştay’ın raporları savcılar tarafından ihbar kabul edilirken, Sayıştay’ın 2017 raporlarında tespit ettiği milyonlarca liralık usulsüzlük ve yolsuzluklar hakkında hâlâ işlem başlatılmaması nasıl okunmalıydı? Sayıştay’ın kamu kurum ve kuruluşları denetleyen raporları Türkiye’nin gündemindeki yerini korumaktaydı. Özellikle belediyelerle ilgili yolsuzluk ve usulsüzlüklerin öne çıktığı raporların konuşulduğu dönemde, aniden Sayıştay Başkan Yardımcısı Fikret Çöker’in görevden alınması kafalarda soru işaretlerine yol açmıştı. Yerel seçimlere kısa bir süre kala Sayıştay’ın belediyelerdeki kirli çamaşırları ortaya dökmesi, AKP iktidarını zora sokarken, savcılar şimdilik sessiz kalmaktaydı.

AKP iktidarı Şeker Fabrikalarını satıp, yerine cezaevi kurmaktaydı!

AKP Yozgat Milletvekili’nin yaptığı açıklamayı, önemine binaen dikkatlerinize sunuyorum. AKP’li Vekil diyor ki; “Yakın zamanda açılışını yapacağımız Yozgat Cezaevi’nin inşaat alanında incelemelerde bulunduk. 4 bin kişinin yatacağı, 2.700 personelin istihdam edileceği ve bacasız fabrika gibi çalışacak cezaevinin hayırlı olmasını diliyorum.” Dikkat buyurun yapılacak cezaevinde 4 bin kişi yatacak, 2.700 personel çalışacak ve böylelikle Yozgat; 4 bin suçluyu barındıran il olarak kalkınmış olacakmış. Yozgat’ta, binlerce insanı ilgilendiren şeker fabrikası, Nisan ayındaki özelleştirmede 275 milyon liraya satılmıştı. Şimdi 110 milyon liraya Yozgat Cezaevi yaptırılmaktaydı. Kırşehir şeker fabrikasını 330 milyon liraya satan hükümet, aynı Kırşehir’e KDV’si içinde 338 milyonluk cezaevi konduracaktı. Bu yamuk kafalara göre, Kırşehir, Yozgat’a bakarak daha fazla kalkınmış olacaktı! Fabrika satmayı başarı, cezaevi açmayı yatırım sanan bir iktidarımız vardı. Ne kadar övünsek azdır değil mi?[1]

AKP, IMF Kâhyalığı ve Sömürge Tahsildarlığı Yapmaktaydı!

Hele şükür ki kabinede aklı zevzek ağzı gevşek kimseler vardı da, ağızlarından kaçırdıkları sayesinde bazı şeylerden haberimiz olmaktaydı.

Berat Albayrak: “IMF Ülke Grubunun İcra Direktörlüğünü devraldıklarını”açıklamıştı. (14 10 2018 – Gazeteler ve Siteler)

Erbakan Hoca ise: “AKP’nin, IMF’nin sömürge tahsildarı” olduklarınıdefalarca vurgulamışlardı. Böylece bir kerameti daha ispatlanmıştı.

McKinsey IMF’nin alt ve yan kuruluşu gibidir. Yapılan yoğun tenkitler üzerine, Erdoğan iktidarı McKinsey’e teslimiyetten zahiren vazgeçti ama gerçekte başka yöntem ve sistemlerle IMF ile irtibatlar devam etmektedir. Küresel sermaye (Siyonist sömürü) merkezleri, IMF gibi garantörler ve McKinsey gibi şirketler üzerinden ağlarına düşen ülkeleri denetleyip yönlendirmektedir. Bunların çalışma prensipleri ve sömürü taktikleri şöyle özetlenebilir.

“Beslenen inekleri, bir süre bol süt verdirecek, ama sonra hastalandırıp öldürecek yemleri biz satıvereceğiz, elde edilen süt ürünlerinin piyasasını ve sömürü payımızı da biz belirleyeceğiz. Hastalanıp ölen ineklerin yerine, yenilerini de istediğimiz ücret üzerinden yine biz göndereceğiz! Böylece bütün ülkeler bizim çiftliğimize, bütün hükümetler de bizim kâhyamıza dönüşecektir.” gerçeklerini yazdığımız için bize çok kızan Yandaş Takımının, Damat Berat paşanın; “Türkiye IMF’nin İcra Direktörü oldu!” açıklaması karşısında yüzleri bile kızarmamıştı.

Direktör; Patronlarının çıkarları ve talimatları doğrultusunda, bir şirketi veya ekibi yönetip yönlendiren idareci (müdür) anlamındadır. Yani AKP Türkiye’si, Siyonist sermaye baronlarının sömürü çarklarını daha kolay döndürmek üzere, resmen ve fiilen kâhyalık görevini devralmışlardı. Böylece Erbakan’ın: “Bu AKP Siyonizm’in sömürü tahsildarıdır!” benzetmesi de aynen ortaya çıkmıştı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları için bulunduğu Endonezya’nın Bali adasında görüşmeler gerçekleştiren Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak, sosyal medya hesabından bu açıklamaları yapmıştı. Bali’de Yeni Ekonomi Programı’nın sunumunu yaptıklarını belirten Albayrak, “IMF ülke grubunun İcra Direktörlüğü görevini Türkiye olarak devraldıklarını” vurgulamıştı. IMF’nin bir küresel faktöring yapılanması, yani Siyonist bankaların kefalet sigortası olduğunu bizden başka söyleyen de çıkmamıştı.

Büyük Şirketler Tek Tek Batmaktaydı!

Fikirtepe’de büyük projeleri olan inşaat sektörünün devlerinden Nuhoğlu İnşaat, konkordato ilanına mecbur kalmıştı. İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Nuhoğlu İnşaat için üç aylık geçici mühlet kararı almış ve konkordato komiseri atamıştı. 1986’dan bu yana inşaat sektöründe olan firma, konkordato kararı almıştı. Firma bu kararla, mahkemenin koruması altına alınmıştı. 100’ün üzerinde projeye imza atan Nuhoğlu İnşaat’ın; İstanbul Akvaryum, Aqua Florya Alışveriş Merkezi, Küçükkuyuport, Sinan Erdem Arena, Bursa Hayvanat Bahçesi, Bayrampaşa Şehir Parkı gibi büyük projelerde imzası bulunmaktaydı.

Tam bu hengâmede, (27 Ekim 2018’de) bünyesinde Aslan Çimento, Adana Çimento, Bolu Çimento, Mardin Çimento, Ünye Çimento, Denizli Çimento bulunan, Türkiye’nin en büyük çimento üreticisi OYAK Çimento’nun yüzde 40’ı, Siyonist Yahudi sermayeli Tayvanlı Taiwan Cement Corporation’a satılmıştı. OYAK ve Uzakdoğulu çimento üreticisi Taiwan Cement Corporation (TCC), çimento sektöründe ortaklık kurma kararı alırken; taraflar arasında mutabık kalınan anlaşmaya göre, OYAK Çimento’nun yüzde 40 hissesi yaklaşık 640 milyon dolar bedelle TCC’ye devredilmiş olacaktı. OYAK Çimento’nun iştirakleri tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) yapılan açıklamada, Türkiye’nin en büyük çimento üreticisi konumundaki OYAK ve Uzakdoğu’nun önde gelen çimento üreticilerinden Taiwan Cement Corporation’ın, uluslararası çimento pazarında güçlerini birleştirmek amacıyla ortaklık kurmaya karar verdiği açıklanmıştı.

Artık yandaşlar bile feryat etmeye başlamıştı ve özelleştirilen fabrikaları İsrailli iş adamları satın almaktaydı!.. Ama görünürde Türk iş adamları taşeron olarak kullanılmaktaydı.

Kovancılar-Yarımca Ferro Krom Fabrikasının özelleştirildiği süreçte; Elazığ’a gelen Erol Bilbilik, yerel bir televizyonda, “Kromun çok stratejik bir maden olduğunu, dünya krom piyasasının Yahudilerin elinde bulunduğunu, Elazığ’daki krom cevherinin yüksek kalitede olması nedeniyle özellikle İsrail tarafından alınmak istendiğini” açıklamıştı. Bu konuşmadan bir müddet sonra Ferro Krom Fabrikası özelleştirilmesi yapılmış ve Elazığ (Palu’lu) iş adamı Gıyasettin Demirtaş, bütün servetini teminat olarak yatırıp bu tesisleri almıştı. Ancak uzun zaman geçmesine rağmen Fabrika’nın parasını yatıramamış, dolasıyla ihale iptal edilmiş ve teminatı da yanmıştı.

Kovancılar-Yarımca Ferro Krom Fabrikasının özelleştirildiği süreçte ilginç olaylar yaşanmıştı. Rahmetli Gıyaseddin Demirtaş’ın acı itirafları kanımızı dondurmaktaydı.

Elazığ’ın Yerel Televizyonuna çıkan Gıyasettin Demirtaş, “Yahudiler beni aldattılar, İsrailli iş adamları taahhüt ettikleri parayı bana ulaştırmadılar. Bir tezgâh kurup bütün servetimi bağladığım teminatımı yaktılar ve ardından çok ucuza Ferro Krom Fabrikasına başka bir taşeron üzerinden sahip oldular!” diye ağlamıştı. İş adamı Gıyasettin Demirtaş, Elazığ sokaklarında perperişan ve beş parasız olarak dolaşmış ve herkes onun haline acımıştı. Ferro Krom daha sonra görünürde Sivaslı bir iş adamına satılmıştı.

AKP’nin Ahlaki ve Ailevi Tahribatları

16 yıldır AKP iktidardaydı. Ama muhafazakârlık arttıkça, ahlaksızlık da azıtmaktaydı.

“Esra Erol programında bir kadın, kendisine ve kız kardeşine ağabeylerinin tecavüz edip, gebe bıraktığını açıklamıştı…”

“Kendi kızına küçük yaştan itibaren yıllarca tecavüz eden baba yakalanmıştı.”

“Beş çocuklu kadın, öz kaynıyla kaçmıştı…”

“Kayınvalidesiyle gizli aşk yaşayan damadı, karısını boşamıştı…”

“Mahalle imamı, caminin özel odasında Suriyeli kadınla basılmıştı.”

“Altı yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden 60 yaşındaki adam tutuklanmıştı…”

“Bakım yurdundaki kız ve erkek çocuklara tecavüz eden idareci aranmaktaydı…”

Yengesine, gelinine, teyzesine ve küçük talebesine tecavüze kalkışanlar, kurbanlarını öldürüp, parçalayıp çöp bidonlarına atanlar çoğalmıştı…

“Batman kent merkezinde sağanak yağmur sonrası kanalizasyondan 1 aylık bebek cesedi çıkmıştı!”

“Adana’da meslektaşlarına ve öz ablasına fuhuş yaptıran kadın polis gözaltına alınmıştı!”

İnsanın kanını donduran, vicdanını sızlatan ve yüzünü kızartan bu tür haberler, her geçen gün artmakta, gazete ve TV haberlerinde sıklıkla yer almaktaydı. Toplum hızla yozlaşmaktaydı, ahlaki ve ailevi tahribat yaygınlaşmakta ve daha da beteri bu korkunç gidişat karşısında ilgili ve yetkili makamlar duyarsız kalmaktaydı.

İşin daha da kötüsü, görünüşte muhafazakârlık ve din istismarcılığı, yani sahte ve sözde dindarlık arttıkça, toplumdaki ahlaki ve ailevi yozlaşma daha da azıtmaktaydı!

“Gündelik tartışmaların ve yandaş medyanın sihirbazlığı arasında-içinde gözden kaçan bir haber yayınlanmıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2017-2021 yılları için hazırlanan stratejik planda, Türk toplumunda dine olan ilgi arttıkça, ahlaki değerlerin aşındığı vurgulanmıştı. Maalesef toplumun ahlaken korkunç bir yozlaşma sorunu yaşadığı saklanmaktaydı. Resmi rakamların gösterdiği üzere hırsızlık, gasp, tecavüz, cinayet vb. adi suçlar nüfus artış hızından çok daha yüksek bir oranda artmaktaydı. Kadın cinayetlerinde ve “iş kazası” diye geçiştirilen ihmal ölümlerindeki artışlar, artık normal karşılanmaktaydı. Okullarda, öğrenci yurtlarında ve ıslahevlerinde çocuk tacizinin, sanılandan daha yüksek düzeyde olduğu konuşulmaktaydı.

Ama muhafazakârlık yani şekilci ve şuursuz Müslümanlık ve din istismarcılığı ise sürekli tırmanıştaydı. Yani AKP iktidarları boyunca aslında muhafazakârlaştıkça ahlaksızlaştığımız ortaya çıkmıştı. Türk toplumu Özal’dan bu yana üretimden kopan, borçlanan, dışarıdan bulduğu sıcak para ile içeride tüketimi pompalayan, kolay kazancı, bedavacılığı, devleti soymayı ve faizli kredi alıp, üstüne yatmayı gözü açıklık sayan bir bozuk düzene alıştırıldı. Devletin elindeki kamu iktisadi teşebbüsleri satıldı ya da kapatıldı. Eğitim sistemi laçkalaştı. İnsan kaynaklarının nitelikçe yükseltilmesine yönelik hiçbir çaba harcanmadı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi, son bir buçuk yılda (2017-2018 arası) 21 bin 957 çocuğun kayıtlara ‘hamile’ olarak geçtiğini açıklamıştı. Kayda girmeyenleri de hesaba katınca rakamlar daha korkunç boyutlara ulaşmaktaydı!

CHP Milletvekili Ali Şeker’in ‘istismar sonucu hamile çocuklar’ hakkında bilgi almak için yaptığı başvuruya aldığı yanıtla, Türkiye’nin kanayan yarası ‘çocuk anne’lerle ilgili korkunç rakamlar ortaya çıkmıştı. Resmi verilere göre, 18 ayda 21.957 çocuk gebe kalmış ve hastanelerde kayıt altına alınmıştı. İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile İstanbul Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 18 yaş altı gebeliklerin, adli makamlara bildirilmemesi skandalının ortaya çıkması üzerine, konu çeşitli soru ve Meclis araştırma önergeleri ile Meclis gündemine taşınmış, ancak gündeme alınmamıştı. Kendisi de doktor olan Milletvekili, bu sefer de bilgi edinme yasası çerçevesinde CİMER’e başvurmuştu. CİMER’den verilen yanıta göre, 2017 yılı genelinde ve 2018 yılının ilk 6 ayı içerisinde, yani toplamda 18 aylık bir süre zarfında, 21.957 çocuk gebe sayısının kayıtlara geçirilmiş olduğu anlaşılmıştı. Bu verilere göre, ne yazık ki her gün 40’tan fazla çocuğumuz, daha kendileri birer çocukken, okul sıralarındaki derslerini dinlemeleri gerekirken anne olmaya zorlanmışlardı. Ne yazık ki CİMER vasıtası ile edindiğimiz bilgilerde de bazı gerçekler gizlenmeye çalışılmıştı.

AKP Dış Politikası tıkanmıştı ve günübirlik kararlarla yönetilmeye çalışılmaktaydı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “ABD FETÖ’ye operasyon başlattı” diye palavralar savurmakta, yandaş yazar-yorumcular: “Yakında Fetullah Gülen yakalanıp Türkiye’ye postalanacak” diye propaganda yapmakta iken, Beyaz Saray Sözcüsü: “Yok böyle bir şey, Trump Erdoğan’a sadece “Hele bakarız!” demiş” açıklamasını duyurmaktaydı. Fırat’ın doğusuna yapılacak askeri operasyonu günler ve haftalar öncesinden duyuracak ve seçim malzemesi yapacak bir başkanımız vardı. Amerika’ya karşı Rusya ve Çin’e yanaşma politikası da plansız ve programsızdı. Çin Uygur Türklerini, Rusya Çeçenleri kışkırtıp, ceplerine pasaport ve para bırakıp IŞİD’e katılmak üzere Suriye’ye yolladıkları ortaya çıkmıştı. Ardından da DAEŞ bahanesiyle ülkelerindeki Müslümanlara yönelik zulümlerine meşruiyet kazandırılmaktaydı.

Anketler AKP’yi sarsmakta ve şaşırtmaktaydı!

Bu sırada 24 Haziran seçimlerinde en yakın tahmini yapan anket şirketi ORC, yerel seçimler için yaptığı son anketi paylaşmıştı.

Buna göre oy dağılımı şöyle sıralanmıştı:

AKP: Yüzde 32,4

CHP: Yüzde 23,9

MHP: Yüzde 15,7

HDP: Yüzde 5,1

İYİ Parti: Yüzde 2,4

DİĞER: Yüzde 0,9

Bu rakamlara kararsız seçmenlerin tercihi yansıtılmamıştı. Onların oranı da yüzde 20 civarındaydı. ORC’nin anketi, AKP Genel Merkezi’nin yaptırdığı anket sonuçlarına da yakındı. Kararsızlar da dağıtıldığında CHP’nin oylarının yüzde 29 civarında olacağı, MHP’nin de yüzde 18’leri bulacağı konuşulmaktaydı. Evet, AKP yüzde 32 civarındaydı ve muhalefet ile aradaki makas farkı iyice kapanmaktaydı.

Bu sonuçlara göre önümüzdeki yerel seçimlerde AKP’nin başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirleri ve çok önemli illeri kaybedeceği tartışılmaktaydı ve bu durumda AKP iktidarı sarsılırdı. Böyle bir durumda, artık Erdoğan iktidarı ayakta duramazdı ve herhalde kaçmaktan başka çareleri de kalmayacaktı!.. İşte bu korkuyla, açıkça anayasa çiğnenip TBMM Başkanı Binali Yıldırım, tamamen tarafsız olması gereken görevinden istifa etmeden AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapılmıştı. (Rus Çar’ının Türk mimara yaptırdığı ve tuvalet konulmayan Saray fıkrası;)

“Bu Zat koskoca bir Çar

O istediği yere saçar…”

Sn. Erdoğan sık sık “Yahu İnönü döneminde bir ilin devlet valisi, aynı zamanda CHP İl Başkanıydı!?” hatırlatmasını yapardı… Şimdi kendisi daha âlâsını yaptı; hem TBMM Başkanı, hem AKP İstanbul Büyükşehir adayıydı!..

Teklif edilen Af sosyolojik dengeleri bozardı!

MHP’nin af tasarısının olumsuz sonuçları da hâlâ tartışılmaktaydı. Suçu bir yaşam biçimi haline getirmiş olan hırsızların, arsızların ve şehir eşkıyalarının, cezalarını çekmeden tahliye edilecek olmaları hoşnutsuzluk oluşturmaktaydı. Bu nedenle uzmanlar ise, affın sosyolojik dengeyi bozacağı uyarısında bulunmaktaydı. Torbacıların, gaspçıların, magandaların, şehir eşkıyalarının, alkollü araba kullanırken ölümlü kazalara sebep olanların, çıkacak bir afla serbest kalacak olması maşeri vicdanı yaralamaktaydı. Milletin alın teriyle kazandığı üç kuruşunu çalan hırsızların ve nice yuvaların ortasına ateş düşüren eli kanlı katillerin tahliye edilecek olmalarının önünün açılması haklı tepkilere yol açmıştı. Konu ile ilgili konuşan sosyologlar, psikoterapistler ve STK temsilcileri; muhtemel bir affın insan hakları ihlali anlamına geleceğini belirterek, sosyolojik dengenin bozulacağı ve suçun mağduru olmuş bireylerin psikolojisinin olumsuz yönde etkileneceklerini vurgulamaktaydı. Evet, bu Af çıktığında, suçun mağduru olmuş bir bireyin hakları çiğnenmiş olacaktır. Bu durum zaten başlı başına bir insan hakkı ihlali sayılmaktadır. Zaten devletin kişilere ait suçları affetme hakkı bulunmamaktadır. Hangi anne baba, evladını kendisinden koparmış bir magandayı bağışlardı? Hangi aile, alkollü bir şekilde araç kullanırken, evladından koparmış birisinin cezasız kalmasını hoş karşılardı? Emeğini hırsızlara kaptıran hangi aile bunların bırakılmasına razı olacaktı?

AKP Acı Akıbetine Koşmaktaydı!

Varlıklı bireyler, bağış yapan vakıflar ve sosyal sorumluluk sahibi şirketlerden oluşan küresel bir ağ olan Dünya Müslüman Hayırseverler Kongresinin, güya sosyal ihtiyaçları karşılamak ve hayırseverliği stratejik olarak yaygınlaştırmak üzere finans ve insan kaynaklarını harekete geçirmek amacıyla oluşturulduğu vurgulanmaktaydı. Oysa bu kongre kapsamında iki yılda bir toplanan Küresel Donörler Forumu ise ırksal, dinî ve siyasi ayrımların ötesinde sosyoekonomik değerler oluşturmayı amaçladığısavunulsa da aslında “Başka hastalara kök hücre üretilsin diye “ilik” bağışlama kampanyası ve hayırseverlik kılıfı geçirilmiş küresel bir organ mafyası konumundaydı. Zaten Küresel Donörler Forumu’nun başkanının Paul Palmer isimli bir Yahudi olması her şeyi açıklamaktaydı. Ayrıca bu organizasyonun Londra Belediyesinin ev sahipliğinde ve meşhur masonik adres “Mansion House”da yapılması da enteresandı.

Çünkü Emine Erdoğan’a “İnsani Hizmet Takdir Ödülü”nü verenler, Siyonist bağlantılıydı!

Emine Erdoğan, İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Küresel Donörler Forumu kapsamında “İnsani Hizmet Takdir Ödülü” almıştı. (12 Eylül 2018) Dünya Müslüman Hayırseverler Kongresi’nin (World Congress of Muslim Philanthropists) Londra’da düzenlediği Küresel Donörler Forumu kapsamında verilen “Hayırseverlik Mirası Ödülleri”nden “İnsani Hizmet Takdir Ödülü”, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a aktarılmıştı. Bu Küresel Donörler Forumu’nun, Yemen’de, İsrail’de, Afganistan’da ve Suriye’deki hastanelerde irtibat büroları açıp, çocuk ve genç yaralı Müslümanların organlarını diri diri alıp pazarladığı konuşulmaktaydı. Ve işte 24 milyonluk ülkede, son 4 yılda 25 bin kişi katledilmiş, 50 bin kişi ağır yaralanmıştı. 14 milyon insan açlık ve sefalette kıvranmakta 20 milyonu sağlık ve eğitim hizmeti alamamakta, bulaşıcı hastalıklar yayılmakta ve kahraman dindar liderler sadece kınamaktaydı!

Bunların sonu nasıl olacaktı?

Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine itiraz etmesi sonucu başlayan ve 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylar sebebiyle tutuklanmıştı. Eh, kimlerin hangi akıbete uğrayacağını Allah takdir buyurmakta ve herkes müstahakkını bulmaktaydı.

Rahip Brunson, Erdoğan’ın kurusıkı palavralarına rağmen serbest bırakılmıştı!

İzmir’de, terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği, casusluk yaptığı iddiasıyla hakkında 35 yıl hapis cezasıyla yargılanan ve ev hapsinde olan ABD’li rahip Andrew Craig Brunson hakkında Mahkeme kararını açıklamıştı. İzmir 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilen, hakkındaki ev hapsi kararı da kaldırılan Brunson, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak serbest bırakılmış ve hakkındaki yurt dışı yasağı da kaldırılmıştı. Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanırken, tutukluluğu ‘sağlık sorunları’ gerekçe gösterilerek ev hapsine çevrilen ABD’li rahip Andrew Craig Brunson, 4´üncü kez hâkim karşısına çıkmış ve serbest bırakılmıştı.

Sn. Erdoğan bir zamanlar Irak’ı işgal eden ABD askerleri için dua yapmıştı. Şimdi de Ajan Brunson’un anne ve babası Erdoğan’a duacı olmuşlardı!

Oysa Amerika, Brunson meselesi üzerinden operasyon yapmaya başladığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan çok iddialı laflar harcamış, “Bu can bu tende olduğu sürece onu alamazsınız” buyurmuşlardı. Ona inanan kesim de bu sözden çok hoşlanmış ve “Dolar 20 lirayı bulsa bile bırakılmasın” diye arka çıkmışlardı. Yandan çarklı yandaşların,“Erdoğan’ın alınan kararda bir dahli yok. Brunson’ı serbest bırakan bağımsız yargıdır” narkozları pek işe yaramamıştı. Öyle ya, “Madem bırakılacaktı, Erdoğan neden bu kadar iddialı konuşmuşlardı!?” Sn. Erdoğan’ın ezik ve nazik bir tonda: “Kararı bağımsız Türk yargısı verdi” mazeretleri bile tabanını yatıştırmamıştı. Çünkü Rahip Brunson tutuklandığında ve tutukluluk gerekçesi açıklandığında; bu kişinin hem FETÖ hem de PKK ile irtibatının saptandığı, âdeta suçüstü yapılarak yakalandığı, hakkında gizli tanık ifadelerinin olduğu ve 35 yıl ceza ile yargılanacağı vurgulanmıştı. Daha sonra ne oldu da mahkemenin 35 yılla yargıladığı kişi, 3 yıl gibi hafif bir hapis cezasıyla serbest bırakılmıştı? Kim kimi ne ile ve ne için kandırıp oyalamaktaydı? Bu senaryoları kim hazırlamakta ve kimlere figüranlık yaptırılmaktaydı?

Kendi başkanlarını, yanlış ve yıkıcı icraatlarını tenkit ettiğimiz için bizi hapis cezasına ve 40.000 TL tazminata mahkûm eden bağımsız yargı bize edepsizce küfürler yağdıranları sadece “kınama” cezasına çarptırmıştı! Elazığlı Kabadayı Yolyemez’in savcıya tavrı: Madem ki birisine haksız yere hakaret yağdırmanın ve tokat atmanın cezası 50 lira; o zaman bu tokadı ben sana atıyorum. Gönderdiğiniz adam bana vermek üzere getireceği 50 lirayı size versin.

AKP Sanki Sapkınlar Tarikatıydı!

Bunların Düzce Milletvekili Fevai Aslan, “Başbakan Erdoğan Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyan bir liderdir!” şeklinde hezeyanlar savurmuş, yandaş İlahiyat Hocalarından tıs çıkmamıştı.

Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, “Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir” şeklinde zırvalamış, müritleri mest olmuşlardı.

İstanbul Milletvekili Oktay Saral, “Erdoğan için her gün iki rekât şükür namazı kılmalıyız” diye zıvanadan çıkmış, ama doğal karşılanmıştı.

AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser: “Erdoğan ikinci peygamberdir” diye sapıtmış, bunlar alkışlamıştı.

Televizyona çıkan bir yandaş ve yangın kadın, “Ben onun kıçının kılıyım!” diyecek kadar yavşaklaşmış, ama hürmet ve rağbet toplamıştı.

Yandaş ve yalaka gazeteci Atılgan Bayar: “Erdoğan halife-i ruyi zemindir” yani “bütün yeryüzünün kutsal ve onursal halifesi ve reisidir” şeklinde riyakâr ve asılsız iltifatlar yağdırmış, ama takdir toplamıştı.

Âlimlik taslayan bir sahtekâr, “Erdoğan’a oy vermek farzı ayındır” fetvasını yayınlamış, Diyanet ve din adamları bu fesatçılığı yanıtsız bırakmışlardı.

Oysa hakikat namına, İslam ve insanlık onuruna, Allah’ın huzurunda ve sizlerin karşısında ilan ediyorum.

● AKP faizci ve ribacıdır. Ve Bakara Suresi 279. ayetine göre bu iktidar Allah’a ve Peygambere savaş açmıştır.

● AKP, Maide 90. ayetinde şeytan icraatı sayılan şekilde kumarcıdır. Loto, Toto, Milli Piyango, Kazı Kazan, At Yarışı, İt Yarışı bunların gelir kaynağıdır.

● AKP zinayı ceza almaktan çıkarmış, bunların döneminde ahlaki ve ailevi tahribat tavan yapmıştır.

● AKP Haçlı ve ahlaksız AB’nin kapıcısıdır…

● AKP zalim ve Siyonist İsrail’le Normalleşme imzalayacak kadar kahramandır!..

Bu din istismarcısı, bu Milli Görüş kaçkını AKP iktidarının başına, bugüne kadar hiç duyulmamış ve hiç yaşanmamış bir bela dokunacak, herkes bunların iç yüzünü anlayacak, ama iş işten geçmiş olacaktır.

Ne yani; Faizi CHP yürütse günah, AKP yürütse mübah mı olmaktaydı? Kumarı CHP oynatsa ayıp, AKP oynatsa sevap mı olmaktaydı? Fuhuş azgınlığını CHP körüklese haram, AKP körüklese helal mi sayılmaktaydı? Bu nasıl marazlı bir mantıktı?

ABD Stratejik Zalim Saldırgandır, AKP İse Trajik İşbirlikçi İktidardır!

Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Bu makaleyi sesli olarak da dinleyebilirsiniz.