696 SAYILI KHK FERMANI VE HÖH MİLİTANLARI

943
Paylaş:

13 Ocak 2018

Süleyman Özışık “Bu madde iç savaş çıkarır!” (27.12.2017) yazısında: “Olağanüstü Hal kapsamında 2 yeni Kanun Hükmünde Kararname daha yayınlandı. Bir madde ki herkes gibi beni de dehşete düşürdü. Buna göre, darbe ve terör ihtimali olan eylemlerde halkın sokağa inmesine her türlü müdahelesine imkân veriliyor… Lafı hiç uzatmadan söyleyeceğim. Bu maddeyi kim düşündü, Cumhurbaşkanı’nın önüne kim getirdi orasını bilemiyorum. Bildiğim şu ki bu maddenin, 15 Temmuz öncesinde bize yutturulan “Asker sokağa insin” maddesinden herhangi bir farkı yok. Bu madde Türkiye’nin başına tamiri, telafisi mümkün olmayan belalar açar. Hele hele ülkenin Doğu ve Güneydoğu’sunda PKK’nın çok uğraştığı ve bir türlü çıkaramadığı iç savaşın fitilini ateşler… Böylece, 30 yıldır başarılamayan bir iç savaş ortamı hazırlanacak. Olayların zaman içinde büyük metropollere taşındığı, bir yanda PKK sempatizanlarının, diğer yanda vatanseverlerin sokağa çıktığı bir ortam düşünün! Bu durum bizi, hayal edemeyeceğimiz felaketlere sürükler. Mesele bununla da kalmaz. “Vurdum, çünkü teröristti” diyenlerin sayısında patlama yaşanır. Demokratik protesto hakkını kullanan grupların “terörist” diye saldırıya uğradığı döneme girilir. Bu işin önü alınmaz, alınamaz.” uyarısında bulunmuşlardı ve haklıydı. Ama hayret hemen arkasından çark etmeye, yine Erdoğan’ın kerametlerini dillendirmeye ve kendisi gibi bu 696 sayılı KHK’yı eleştirenlere veryansın etmeye başlamıştı.

“Kendileri sinek gibi her boka konunca sorun yok. Ama birileri Erdoğan’ın yanında durunca, “Vay sen onu nasıl desteklersin” oluyor. Cevabı çok basit kardeşim! Biz yandaş gazeteciler, O’nun gibi biri daha olmadığı için O’nu destekliyoruz… Tek bir hamlede; İslam İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi dünyanın üç büyük teşkilatını toplayıp, Amerika ve İsrail’in karşısına diktiği için destekliyoruz… Bir tek hareketiyle 128 ülkeyi aynı safta buluşturduğu için, Amerika’yı köy büyüklüğündeki Togo, Mikronezya, Nauru, Palau gibi ülkelere muhtaç hale düşürdüğü için destekliyoruz. Pakistan’da güllerle, Yunanistan’da türkülerle karşılandığı için… Arakan’da nidalarla, Filistin’de dualarla, Sırbistan’da alkışlarla, Almanya’da al yıldızlı bayraklarla karşılandığı için… Somali’de posterlerle, Sudan’da tekbirlerle, Tunus’ta ilahilerle, Çad’da tebriklerle karşılandığı için. Kanın oluk oluk aktığı İslam coğrafyasında “Ümmetin umudu” olarak görüldüğü için destekliyoruz.

Darbelere, vesayetlere, manşetlere boyun eğmediği, tuzaklar karşısında aslanlar gibi dik durduğu için ve sadece Allah’ın huzurunda eğildiği için… Millete rağmen siyaset yapmadığı için, eski siyasetçilerin aksine, milletin inançlarına yasak getirmediği için… Şehidimin cenazesinde Kur-an okuduğu için, Sabah namazında ezan okuyarak milletini “felah”a çağırdığı için destekliyoruz.”

Şimdi Sn. Süleyman Özışık’ın, bir gün önce kendisinin de dikkat çekip uyardığı ve bir “iç savaş kışkırtıcılığı” endişesini paylaştığı; 696 sayılı KHK’yı, başkaları da haklı olarak eleştirmeye başlayınca neden bu denli hırçınlaşmıştı? Bu yaptığı “yandaşlık”tan öte bir “yalakalık” hatta “kaypaklık” sayılmaz mıydı? Yahu bu nasıl bir tutarlılık ve duyarlılıktı? Bu ne menem bir kararlılık ve kahramanlıktı? Bir iki gün önce “Bu madde iç savaş çıkartır!” başlığı atacaksın, sonra da aynı konuyu tenkit edenlere sataşıp saldıracaksın. İşte bu durum karşısında akıllarına: “Acaba kulağı çekilip burkulduğu ve hizaya sokulduğu için mi, yoksa başka imkânlar sunulduğu için mi böyle geri adım atmış ve çark etmeye başlamıştı?” soruları takılanlar haksız mıydı?

Şimdi bu yandaş yalakalara kendi açımızdan Sn. Erdoğan’a niye karşı olduğumuzu söyleyelim:

1- Dilipak’ın itirafıyla, Erbakan’ı yıkmak, İsrail’in işini kolaylaştırmak ve Ilımlı İslam’ı yaygınlaştırmak üzere, Siyonist güçlerin bir “dış projesi” olarak iktidara taşındığı ve bu yönde çok büyük tahribatlar yaptığı için karşıyız.

2- Bunca düşmanlığına ve dışlamasına rağmen, hala Haçlı AB kapısından ayrılmadığı için karşıyız.

3- Yıllarca 20 İslam ülkesini parçalamayı ve büyük İsrail’e zemin hazırlamayı amaçlayan BOP’a eşbaşkanlık (kâhyalık ve hizmetkârlık) yapıldığı için karşıyız.

4- BOP’un önemli bir ayağı olarak, Siyonist ve emperyalist Batı’nın (NATO’nun) kardeş Libya’ya saldırıp 100 bin masum insanın katline ve Libya’nın baştan başa tahribine yönelik; İzmir’in saldırı üssü yapılmasına ve gemilerimizin bu vahşete destek sağlamasına izin verip suç ortaklığı yaptığı için karşıyız.

5- Haksızlık ve ahlaksızlık temelli AB’nin gönderdiği talimatlar doğrultusunda, Milli ve manevi değerlerimizi, ailevi ve ahlaki temellerimizi dinamitleyen “uyum yasalarını” hem de muhalefetle birlikte tıkır tıkır Meclis’ten geçirip kanunlaştırdıkları ve sizin de önce eleştirip sonra yan çizdiğiniz KHK kararlarıyla TBMM’nin devre dışı bırakıldığı için karşıyız.

6- “Kudüs davasına sahip çıktığı ve İsrail’in Başkenti yapılmasına karşı çıktığı” havasıyla, aslında İsrail işgaline meşruiyet ve Kudüs’ün yarısının Siyonistlere teslimine resmiyet kazandırdığı için karşı çıkmaktayız. Oysa bunca tantana ve palavra yerine, İsrail’le imzaladığı normalleşme anlaşmasını askıya alması ve Büyükelçimizi geri çağırması daha etkili olacaktı.

7- Sn. Erdoğan’a ve AKP iktidarına, tarım ve hayvancılığı zayıflattığı, bizi dışarıdan buğday, arpa, hatta saman satın almaya mecbur bıraktığı, ne idüğü belirsiz etleri ithal edip sofralarımıza şüphe kattığı için… İnsanlarımızı köyden, yayladan, topraktan kopardığı için karşı çıkmaktayız.

8- Her şeye rağmen, Sn. Erdoğan’ın hatalarını ve tahribatlarını bahane ederek: a) İslam’a saldıran b) Devletimizi yıkmaya ve ülkemizi dağıtmaya çalışan dış odaklara ve içerideki uzantılarına karşı, elbette ve herhalde Cumhurbaşkanına sahip çıkarız.

Elbette dış güçler ve içerideki masonik-sabataist çevreler, ikbal ve imkân hırsıyla ayartıp Erbakan’dan kopardıkları; medya manipülasyonları ve din istismarıyla iktidara taşıdıkları Sn. R. Tayyip Erdoğan’a, maalesef pek derin tahribatlar ve çok tehlikeli icraatlar yaptırmışlardı. Şimdi aynı odakların ve içerideki uzantılarının, şantaj amaçlı belgeledikleri bütün bu yanlışlık ve haksızlıklarını bahane ederek Sn. Cumhurbaşkanının şahsında, Devletimizi yıkmaya ve Türkiye’mizi dağıtmaya yeltendikleri anlaşılmaktadır. Küresel Siyonizm’in baronları ve Erdoğan’ın etrafını sarmış bazı Bakanları, Danışmanları ve yandaş yazarları eliyle, Cumhurbaşkanı üzerinden ülkemizin bağımsızlığına ve Devletimizin bekasına açıkça kast etmeye başlamışlardır. Bu ahval ve şerait (bu durum ve şartlar) altında, “Pire için yorgan yakılmasına göz yummak ahmaklıktır” gerçeği icabınca, Sn. Cumhurbaşkanına sahip çıkmak ve bu kuşatılmışlık badiresini atlatmasına yardımcı olmak, iz’an ve vicdan ehli her vatandaşımızın tarihi görevi sayılmalıdır.

Evet, Türkiye AKP kafasından, bilerek-bilmeyerek yaptığı tahribatlardan, ülkemizi ve bölgemizi sürüklediği yanlış mecra ve maceralardan mutlaka kurtulmalıdır. Ancak bu değişim; meşru zeminler, hukuki kaideler, demokratik yöntemler ve kesinlikle Milli hedefler doğrultusunda yapılmalıdır. Sn. Erdoğan’ın, günübirlik plansız ve programsız adımları, stratejik derinlikten uzak açılımları, Milli prensip ve projelere dayanmayan ittifak ve irtibatları… Ve hele faizci-rantiyeci ve borca endeksli ekonomi uygulamaları ve teslimiyetçi AB ve ABD politikaları, temelinden ve tümüyle yanlıştır, çünkü bunlarla ülkemizin altı oyulmakta ve geleceğimiz karartılmaktadır. Ancak bunların hiç birisi, Sn. Erdoğan’ın şahsında ülke bütünlüğümüze, Milli birlik ve dirliğimize yönelik saldırı hesaplarını hoş karşılamamıza, gaflet ve dalalete düşüp bunları alkışlamamıza gerekçe oluşturmamalıdır. Ne bazı eski solcuların “Erdoğan Rusya ve İran’a yaklaşıp bizim çizgimize kaymıştır. Bu nedenle sahip çıkılmalıdır” gibi marazlı mantığıyla, ne bazı sağcıların, şahsi ve siyasi gelecek garantisi arayışıyla, ne de AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın tahripçi icraatlarına ve tehlikeli irtibatlarına ideolojik kılıflar sarma amacıyla değil; tamamen Milli bir gayretle ve vicdani bir mesuliyetle bu satırlar yazılmıştır. 50 yıllık çileli ve istikametli hayatımız ve 75 kitabımız bu yaklaşımlarımızdaki samimiyetimizin kanıtıdır.

Sn. Abdullah Gül’ün: “İleride hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum… 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlâklığı hukuk devleti anlayışı açısından kaygı verici buluyorum” uyarıları bile yandaş takımını niye çileden çıkarmıştı? Oysa Hukuk devleti anlayışı açısından kaygı verici muğlâklıktan” ve “İleride üzecek olaylara ve gelişmelere sebebiyet verecek” yanlışlıklardan sakınılması gerektiği hatırlatılmıştı.

“Konuştuğunda da, sürekli “partisini” ve “dava arkadaşlarını” suçluyor. AB’yle ilişkilerin bu noktaya gelişinde de hep arkadaşlarını sorumlu tutuyor. (AK Parti için hâlâ “partim” diyor mu? Bilemiyorum. Aktif siyaseti bıraktığını söylese de, son tahlilde AK Parti’nin çıkardığı bir Cumhurbaşkanı adayıydı ve AK Parti grubundaki milletvekillerinin oylarıyla o makama seçilmişti. “Dava arkadaşlarım” ve “Kurucusu olduğum AK Parti” sözlerini daha önce kendisinden çok duydum. Herhalde AK Parti’yi hâlâ partisi olarak görüyordur.) Fakat Sayın Abdullah Gül, kendisi için hassasiyet geliştirmelerini beklediği/istediği insanların (“dava arkadaşlarım” dediği insanların) kırılganlıkları söz konusu olduğunda, beklenen rikkati göstermedi. Onlara yönelik spekülasyonlara, kara çalmalara, düpedüz çürütme kampanyalarına sessiz kaldı. Mesela, çıkıp şöyle bir açıklama yapmadı: “Diktatörden Hitler esintilerine, Midas’ın eşşek kulaklarından otoriter rejime ve popülizme… Demediğiniz lafı bırakmadınız. Bu sözler kırıcıdır, inciticidir. Ayrıca haksızlıktır, vicdansızlıktır. Yapmayın arkadaşlar!” (Abdullah Gül) Bunu demediği gibi, dava arkadaşlarını kriminalize eden odaklara, sosyal medya hesabından “içerik” üretip durdu.” diye sitem eden Star yazarı Ahmet Kekeç, Ona “vefa”lı olmayı hatırlatmaktaydı. Bu zavallı zırvacılar, bu istismarcı yandaşlar; acaba Sn. Erdoğan’ın ve takımının, Rahmetli Erbakan’a, O’nun haklı davasına ve hayırlı programlarına vefasızlık hatta hıyanet etmek karşılığında iktidara taşındıklarını nasıl da unutmuşlardı!?

Oysa AKP iktidarının tam bir “demukratür diktatörlük” havasıyla uyguladığı OHAL ve KHK saltanatı başından beri yaptığı üzere Meclisi devredışı bırakıp bypass ederek nice hukuk katliamlarına yol açarken, 696 no’lu bu KHK’ya koyduğu bir madde ile adeta kendi ayağına sıktığının bile farkına varamamıştı.

15 Temmuz gecesi ve devamında “darbe girişimi ve terör eylemlerinin bastırılması için” hareket ettiği söylenen sivillerin yargı dokunulmazlığı zırhı ile koruma altına alınmasını öngören madde yoğun tepkileri ve kritik tartışmaları da tetiklemiş durumdaydı. Acaba devletin hukuk sistemi içinde silâh taşıma ve kullanma yetkisi verilen meşru güvenlik güçleri varken, sistem ve kontrol dışı paramiliter yapılar mı oluşturulmaktaydı? İnsanları “teröristlik”le suçlamanın bu kadar kolay hale getirildiği ve bu itham üzerinden medya eliyle sosyal linç ortamının bir çırpıda oluşturulabildiği kaygan bir süreçte, her aklına esenin “terörü bastırma” gerekçesiyle herşeyi yapmasının önü açılıp ardından dokunulmazlık zırhıyla koruma altına alınmasının sonu nereye varacaktı? Metindeki muğlâklık ve ucu açıklığı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahi eleştirirken, kimi iktidar sözcülerinin “Düzenleme 15 Temmuz’la sınırlı” iddiasında bulunmaları, o gecedeki eylemlerin de bu boyutuyla tartışmaya açılması sonucunu doğurmaz mıydı? Ve hele gerek o gece, gerek sonrasında iktidar cenahından farklı isimlerin halkı silâhlandırmaktan söz ettikleri hatırlandığında bu kuşkular daha da artmaktaydı.

“Görünen o ki, iktidar cenahında bile her kafadan ayrı bir ses çıkmasına ve yeni, derin bir çatlak oluşmasına yol açan KHK maddesi, güç zehirlenmesinin iyice şımarttığı bir anlayışın, kendisini en güçlü hissettiği anda yaptığı “ölümcül” bir hata olarak karşımızda durmaktaydı.” tespitleri haklıydı. Ama maalesef, boşbakan çıkıp 696 sayılı KHK tartışmalarıyla ilgili olarak: “Bu konuşmaların hepsi boş konuşmalardır. Buna karşı çıkmak demek vatandaşlarımıza ‘Niye bu darbeye karşı çıktınız?’ anlamı taşır.” demekten sakınmamıştı!

Başbakan açıkça halkı yanıltmaya çalışmaktaydı. Çünkü bu düzenlemenin Meclis’te tartışılıp kabul edildiği bir yalandı. Meclis’te kabul edilen madde, 8 Kasım 2016’da çıkan 6755 sayılı olağanüstü hal kapsamındaki tedbirleri içeren düzenleme olmaktaydı. Yani 15 Temmuz darbesinin bastırılmasında ‘görev alan’ kişilerle alakalıydı. Oysa şimdi hükümet ‘görev almamış olan’ yani kendi inisiyatifiyle darbeye karşı çıkmış olanlara da dokunulmazlık sağlamaktaydı.

Ancak Başbakan hatta destekçisi Sn. Bahçeli daha tehlikeli ve endişe verici bir tavır takınmaktaydı. “FETÖ ve istilacılara vatanı dar edenlerin cezai sorumlulukları doğsun mu isteniyor? Bu soruya evet diyenler var ise bize göre vatan hainidir, FETÖ’nün uyanmış ve harekete geçmiş kripto koludur.” Yani hem Başbakan hem iktidar ortağı bu KHK’nın 121. Maddesine karşı çıkmanın darbeye destek vermek anlamına geleceğini öne sürmüş oluyorlardı.

“Şimdi herhangi bir vatandaş çıkıp 121. Madde yanlıştır dese, bir savcı da onu darbecilik, FETÖ’cülük ve vatana ihanetle suçlayacaktı. Eğer bir hâkim FETÖ’nün halen darbe arayışında olduğunu, dolayısıyla bugünün söz ve eylemlerinin de 15 Temmuz’un ‘devamı’ niteliğinde ele alınması gerektiğini düşünüyorsa, o vatandaşın 121. Maddeye karşı çıkışı ‘darbeciliği’ destekleyen bir fiil olarak mı sayacaktı?” soruları kafaları kurcalamaktaydı.

Velhasıl: “15 Temmuz darbe girişimi ve terör olayları ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.