28 Şubat sürecinde Generallerin darbe yapmaması adına olan bitene ses çıkarmayarak, kendisini feda ettiğini iddia eden Süleyman Demirel’in sözleri, 28 Şubat’ın 20. yılında yeniden gündeme taşınmıştı. Post modern darbe olarak nitelenen 28 Şubat’ın önemli figüranlarından biri olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in askerlere müsamaha göstermesi eleştiri konusu yapılmıştı. Star Gazetesi yazarı ve koyu Erdoğan ve AKP yandaşı Lütfü Oflaz, Demirel’le yaptığı şaşırtıcı 28 Şubat sohbetinin ayrıntılarını, “Siyaseten İntihar Eden Cumhurbaşkanı!”başlığıyla köşesine taşımıştı. Kendi aklınca hem Süleyman Demirel’i, hem de Tayyip Bey’i aklamaya çalışmıştı.
“Adnan Menderes’in temsilcisi olan bir insan, 28 Şubat’ta Kemalist Generallerle nasıl işbirliği yapardı? Başbakan Necmettin Erbakan’ın iktidardan uzaklaştırılmasına nasıl katkı sunardı? Oysa Generallere direnmesi lazımdı!”İşte Lütfü Oflaz’ın bu sorularını Demirel şöyle yanıtlamıştı:
“Rahmetli Adnan Menderes’ten beri bizim siyasi çizgimize oy vermiş dindarları niye karşıma alayım? Siyaseten niye intihar edeyim? Ben akılsız mıyım? O dönemde Generallerin gözü öylesine dönmüştü ki, Erbakan’ı korumaya kalksam Cumhurbaşkanı olarak asıl darbeyi bana yapacaklardı. 12 Eylül’de olduğu gibi ortada demokrasi de Meclis de kalmayacaktı!” Evet, tam da Masonca ve münafıkça bir yanıttı… Hatta gerçek ayarının itirafıydı… Ve Demirel şöyle sızlanmıştı:
“Nasıl direneyim? Genelkurmay Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde ‘Gerekirse silah kullanırız’ tehdidine başlamıştı. Bir Kuvvet Komutanı, Başbakan’ın huzurunda “Bana rakı getirin ulan’ diye bağırmıştı. Genelkurmay koridorlarında Başbakan’a omuz atılmaktaydı. Bir General medyanın önünde Başbakan’a ‘Pezevenk’ diye çıkışmıştı… Böylesine gözü dönmüşlüğe Ben nasıl direnip karşı çıkacaktım? Muhalefet ve hatta Refah-Yol Hükümeti’nin bazı Bakanları bile Generallerle işbirliği yaparken, Ben nasıl Erbakan’ı savunacaktım? Kaldı ki ben iki kere askeri darbeyle Başbakanlıktan uzaklaştırılmış bir insandım. Bunları yaşamış biri olarak Ordudaki gözü dönmüşlüğün neyle sonuçlanacağını anlardım. O nedenle bu gözü dönmüşlüğü idare etme yoluna kaydım… Erbakan, Refah-Yol Hükümeti’nin Başbakanlığını Tansu’ya (Çiller) devretmek için bana gelip istifasını sunmak istediğinde, kendisine bundan vazgeçmesini hatırlattım… Generallerin bu istifayı fırsat bileceğini, bana başbakanlık görevini Tansu’ya verdirtmeyeceklerini, böylelikle de Refah-Yol Hükümeti’nin sona ereceğini anlattım. Ama o ‘Benim Tansu Hanım’a sözüm var; Başbakanlığı O’na devredeceğim’ diye ısrarlı davrandı.” İfadeleri ne müthiş itiraflardı. Süleyman Demirel’i, bu kendi ifşaatlarından daha güzel kim anlatırdı? Korkaklığın ve kaypaklığın akıllılık sanıldığı bir ortamda, aslında bu sözler daha fazla yoruma ve yorulmaya ihtiyaç bırakmamıştı.
Süleyman Demirel’in: “Erbakan’ı koruyamamanın bana getireceği siyasi faturanın şuurundayım. Dindarların bunun bedelini bana ödeteceklerinin farkındaydım. Ancak demokrasinin yaşaması için kendimi feda ettim.” mazeretlerine keramet uydurmaya kalkışan yandaş yazarların: “Süleyman Demirel, bunları kendini savunmak, günah çıkartmak için mi söyledi? Yoksa 28 Şubat döneminde böyle davranarak, 12 Eylül türü bir askeri darbe olmasını mı engelledi? Bunu bilemem. Onun bana bu konuda söylediklerini nakletmekten öteye geçemem. Yorum sizin. Karar tarihin.” sözleri Demirel’den aşağı kalmadıklarını yansıtmaktaydı.
Oysa 28 Şubat’ın dışarıda ABD derin devleti Yahudi Lobilerinin Hahamlar Meclisi sayılan 300’ler konseyinin kararı, içeride ise Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz gibi siyasi, TÜSİAD gibi iktisadi ayakları, Fetullah Gülen gibi münafıkları, Masonik ve kiralık medya yazar ve yorumcuları, satılık sendika ağaları ve askeri cunta elemanlarıyla gerçekleştirildiği tarihi ve talihsiz bir kırılma noktasıdır. Asıl amaç Morrison Süleyman Demirel’i aklamak, haklı çıkarmak ve dolaylı olarak Erbakan’ı cesaretsiz ve beceriksiz göstermeye çalışmaktı. Ve tabi bu vesileyle Tayyip Erdoğan’ın da ne denli kararlı ve başarılı bir kahraman olduğu palavrasını hatırlatmaktı. Oysa Süleyman Demirel 28 Şubat sırasında işbirlikçi siyasi ayağı, Erdoğanlar ise sonrasındaki pazarlıklarıydı.
İşte 28 Şubat’ın şartları ve şarlatanları!
28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, TSK’nın cuntacı kanadı ABD Yahudi Lobilerinin talimatlarını, Refah-Yol Hükümeti’nin önüne, uygulanmasını istedikleri maddeler olarak koymuşlardı. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan önüne konulan bu dayatmaları hem haksızlık ve yanlışlığını 4 saat anlatıp ispatlamış, hem de asla kabule yanaşmamış ve imzalamamıştı. Sadece bu maddelerin görüşülmek ve uygulanması uygun değildir kararı verilmek üzere, Bakanlar Kurulu’na sevk edildiği Başbakanlık üst yazısını imzalayıp yollamıştı. Ve bunların hiçbir maddesi işlerlik kazanmamış ve uygulanmamıştı. Üstelik Erbakan Hoca bu 28 Şubat’tan aylar sonra ve Süleyman Demirel’in demokrasiye ve milli iradeye hile ve hıyanet tavrıyla Başbakanlıktan ayrılmıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hem koalisyon protokolü maddesi hem teamül gereği Tansu Çiller’e vermesi gereken Başbakanlığı tutup Mesut Yılmaz’a vermesi ve DYP kanadına yönelik artan baskılar neticesi Erbakan Hükümeti 18 Haziran 1997’de istifa etmek zorunda kalmıştı. İşte tarihe “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat ve sonrasında yaşananlar şunlardı:
Yıl 1995. 24 Aralık genel seçimleri yapılmıştı.
25 Aralık: Kesin olmayan ilk sonuçlar açıklandığında Refah Partisi sandıktan birinci parti olarak çıkmıştı. İstanbullu işadamlarının gönlünde ANAYOL formülü yatmaktaydı. TÜSİAD, gazete ilanlarıyla bu formüle destek vermeye başladı. O sırada Güneydoğu’daki görevini tamamlayan Kayseri 1. Komando Tugayı’nı ziyaret eden Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı burada yaptığı açıklamada, Silahlı Kuvvetlerin, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olduğunu belirterek, “Her türlü bağnazlık ve gericiliğin karşısındayız” gibi alakasız tavırlar takınmıştı.
Yıl 1996; 19 Şubat: ANAP lideri Mesut Yılmaz, ilk başta RP ile koalisyon yapmaya yanaşmıştı.
20 Şubat’ta, Genelkurmay eski Başkanı DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “Mesut Yılmaz, RP’yi iktidara taşımanın bedelini çok ağır öder” uyarısını yapmış ve haddini aşmıştı.
24 Şubat: Yılmaz, Erbakan’la koalisyon kurmaktan vazgeçince, 12 Mart’ta: ANAYOL Hükümeti Meclis’ten güvenoyu almıştı.
13 Mart: Başbakan Mesut Yılmaz ve DYP lideri Tansu Çiller, “ANAYOL’u Ordu istedi”iddiasını yine yalanlamışlardı. Doğruydu, çünkü Ordu paravandı, ANAYOL’u asıl isteyenler Yahudi odaklar ve TÜSİAD gibi faizci para baronlarıydı.
2 Nisan’da: Çiller dosyaları açılmış, TEDAŞ dosyası TBMM’ye taşınmıştı. Ardından da 10 Nisan’da TEDAŞ’tan sonra Tofaş dosyası da ortaya çıkarılmıştı. Azınlık ANAYOL Hükümeti, RP’nin Tansu Çiller hakkında Meclis’e getirdiği dosyalarla bunalıma girip sıkışmıştı.
24 Nisan: ANAYOL’da deprem başlamıştı. DYP lideri Çiller ve Enerji eski Bakanı Şinasi Altıner hakkında RP ve DSP’nin verdiği Meclis soruşturma önergeleri TBMM’de kabul edilince ANAYOL sarsılmıştı. Sırada Tofaş vardı. ANAP’ın 72 fire vermesi, ANAYOL koalisyonunun geleceğini tehlikeye atmıştı.
11 Mayıs: Çiller’in örtülü ödenekten 500 milyar harcadığı ortaya çıkmıştı. 27 Mayıs: Refah Partisi, Yılmaz hükümetini devirmek için gensoru hazırlamıştı. 4 Haziran: Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, İsrail ile ilişkilere yapılan eleştirilere cevap mahiyetinde“Türk Silahlı Kuvvetleri, dış askeri ilişkilerini devletin temel siyasi politikasına göre yürütmektedir” açıklaması ayarını ortaya koymaktaydı.
7 Haziran 1996: RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel’in hükümet kurma görevini kendisine verdiğini açıklamıştı.
15 Haziran: DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “RP ile olacak koalisyonu geldiğim ocağa açıklayamam. Üst tarafı tutsam bile, alt tarafı tutamam. Bu camia beni dışlar.” derken TSK’dan öte Mason Localarını mı kastetmiş olmaktaydı?
27 Haziran: Çiller ve Erbakan, RP-DYP koalisyonu konusunda kesin olarak anlaşmaya varmışlardı. Ve 28 Haziran 1996’da Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakan olarak koltuğa oturmuş, tarihi ve talihli icraatlarına başlamışlardı.
24 Temmuz: Yüksek Askeri Şura toplantısında “600 civarında dindar subayın Ordu’dan atılacağı” tartışmaları başlatılmıştı. Oysa bunların çoğu FETÖ’cü subaylardı. Ve o gün Biz bunları yazmıştık.
10 Ağustos: Başbakan Necmettin Erbakan İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’ya yapacağı 10 günlük geziye çıkmış ve tarihi D-8’lerin temelleri atılmaya başlanmıştı.11 Ağustos: İran ile ilk etapta doğalgaz, petrol ve enerji işbirliği konularında anlaşmaya varılmıştı.
28 Ağustos: Daha önce hazırlanıp imzalanan Türkiye-İsrail Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması askıya alınmış, sadece bazı tankların ve F-16 savaş uçaklarının mecburi modernizasyonunun (Amerika’da iki misli pahalıya patladığı için) İsrail’de yapılmasına izin çıkmıştı.
1 Eylül: Sabah Gazetesi’nin sürmanşetinde yer alan haberde İsmail Hakkı Karadayı, İran devriminden sonra Türkiye’ye kaçan bir İranlı kuvvet komutanının devrimle ilgili anılarını anlatarak, komutanın, “İran’da generaller, Humeyni hareketinin irticanın ta kendisi olduğunu fark ettiklerinde, iş işten geçmişti” şeklinde konuşmalar yapmıştı. Başbakan Erbakan, Afrika gezisine çıkma hazırlıklarını sürdürürken, ordu, medya ve bürokrasideki RP’ye yönelik Masonik baskılar gittikçe artmaktaydı. RP iktidarına karşı mücadele veren güçler darbe dahil her türlü seçeneği çekinmeden gündeme getirmeye başlamışlardı.
2 Ekim: Başbakan Erbakan Mısır, Libya ve Nijerya ziyaretlerine çıkmıştı.
6 Ekim: Erbakan’ı ülkesinde konuk eden Libya lideri Kaddafi, CIA güdümlü Dışişleri elemanlarının kasıtlı yanıltmaları ve kışkırtmaları sonucu Türkiye’ye haksız ithamlara kalkışmış ve Erbakan’dan diplomatik bir dille gerekli yanıtları almışlardı.
24 Ekim: D-8’ler olarak adlandırılan ve Türkiye, İran, Pakistan, Malezya, Endonezya, Mısır, Nijerya ve Bangladeş’ten oluşan grubun temeli atılmıştı.
3 Kasım: Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında, İstanbul Emniyet Müdürü eski Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı ülkücü Abdullah Çatlı ve Gonca Us kurtulamamışlardı. Bucak Aşireti Reisi DYP Milletvekili Sedat Bucak ise kazadan ağır yaralı olarak çıkmıştı. 8 Kasım: İçişleri Bakanı Mehmet Ağar görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.
10 Kasım: Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin bir toplantıda “içim kan ağlayarak (10 Kasım) törenlerine katıldım” şeklindeki ucuz kahramanlık edebiyatı, sıkıntıya yol açmıştı.
4 Aralık: Mehmet Ağar’ın Abdullah Çatlı’ya silah verilmesi için hazırlanan belgeye imza attığı ortaya çıkmıştı.
6 Aralık: Ankara DGM, RP lideri Erbakan’ın Hacc konuşması ve Hasan Hüseyin Ceylan’ın patavatsız palavraları nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na suç duyurusunda bulunmuşlardı.
24 Aralık: Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı: “Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenler var!” gibi talihsiz ve terbiyesiz beyanlara başlamıştı. Erbakan Kahraman Ordumuzun onurunu ve huzurunu korumaya çalışırken, bunlar Atatürk’ün kapattığı MASONLUĞUN talimatlarını uygulamaktaydı. 28 Aralık: Aczimendi başı Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin bir evde yakalanmış, bu olay, basında günlerce gündemde tutulup Refah-Yol aleyhine kullanılmıştı.
Yıl 1997; 5 Ocak: Türk-İş öncülüğünde Hükümet’e uyarı mitingi yapılmıştı
9 Ocak: Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürütülmeye başlanmıştı. 10 Ocak: Resmi dairelerdeki mesai saatlerinde, Ramazan nedeniyle mahalline göre düzenlemeler yapılmıştı. Çalışanların iftar saatine yetişebilmeleri için bazı illerde öğle tatili kısa tutulurken, bazılarında öğle tatili uygulanmamıştı. 11 Ocak: Genelkurmay, Sultanbeyli’de Belediye Başkanı’na rağmen 10 Kasım’da Atatürk heykeli diktiren 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgenaral Doğu Silahçıoğlu’na sert tepki gösteren Necati Çelik hakkında suç duyurusu yapmışlardı.
Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat liderlerini iftar yemeğine çağırmıştı.
17 Ocak: Cumhurbaşkanı S. Demirel, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına Yargıtay Birinci Ceza Dairesi üyesi Vural Savaş’ı atamıştı. 21 Ocak: Atatürkçü Düşünce Derneği, Başbakan hakkında, konutta verdiği yemek daveti nedeniyle suç duyurusunda bulunmuşlardı. 23 Ocak: Bartın Adliyesi Yazı İşleri Müdürü Abdurrahman Güzelgün, memurların mesai saatlerinin Ramazan’a göre düzenlenmesini öngören Bakanlar Kurulu kararlarının iptali istemiyle Danıştay’a dava açmıştı.
26 Ocak: Komutanlar, Gölcük’te 72 saat süren olağanüstü şurada toplanmışlardı. Komutanların değerlendirmeleri şunlardı: 1- Org. Koman’ın sürekli Susurluk Komisyonu’na çağrılması “şova” yöneliktir. 2- Bir Generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. 3- Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 4- TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Ordu’yu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir. Evet, sadece bu 4. madde gerçeği yansıtmaktaydı. Ama maalesef cunta ise işte tam da bunu yapmaktaydı.
28 Ocak: Danıştay, Ramazan düzenlemesiyle ilgili “yürütmenin durdurulması” kararını almıştı. Yani Yargı halkın ve yasaların değil, dayatmaların ve peşin saplantıların hizmetkârı olduğunu ispatlamıştı.
30 Ocak: Sincan’ın RP’li Belediye Başkanı ve Şevket Kazan’ın özel adamı Bekir Yıldız, Kudüs’ü anma toplantısı düzenleyip, gereksiz şovlarla kışkırtıcılık yapmıştı. O süreçte Şevki Yılmaz gibi şarlatanlar da ortalığı kışkırtacak beyanlarda bulunmaktaydı.
31 Ocak: Başbakan Necmettin Erbakan’ın, gizli bir emirle MGK Genel Sekreteri’ne bir yıllığına Ülkede birlik ve dirliği koruma ve milli savunmayı güçlü kılma konusunda bazı görevler ve yetkiler aktardığı medyaya sızdırılmıştı.
1 Şubat: Başbakan Erbakan, kamuoyundan gelen tepkiler ve DYP’deki bazı bakanların “imza koymayız” direnişlerine rağmen üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan kararnameyi, Bakanlar Kurulu’nda imzaya açmıştı. 3 Şubat: Sincan’daki Kudüs gecesine DGM inceleme başlatmıştı. 5 Şubat: Sincan halkı o sabah tank sesleriyle uyanmıştı.
7 Şubat: İstanbul’daki üniversitelerin öğretim üyeleri; başörtüsüne serbestlik tanıyan iktidarın üniversitelerden elini çekmesini söyleyip Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerle mücadele edecekleri kılıfıyla Siyonist patronların ve işbirlikçi piyonların sözcülüğüne soyunmuşlardı.
8 Şubat: ANAP lideri Mesut Yılmaz, Türkiye’de büyük bir tehlikenin söz konusu olduğunu iddia ederek, “RP’nin tabanı militanlaşıyor, hatta silahlanıyor” kışkırtmasına kalkışmıştı. Aynı Mesut Yılmaz şimdi, TSK’ya karşı halka pompalı silah dağıtılmasına sessiz kalan AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı savunmak için ta Amerika’ya koşmaktaydı. 10 Şubat: Adalet Bakanı Şevket Kazan‘ın “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi için“Elektrikleri söndürüp mum söndü oynuyorlar” gibi kasıtlı ve kışkırtıcı sözleri Alevilerin büyük tepkisine yol açmış ve marazlı medya bunu Erbakan’ın aleyhine kullanmışlardı.
14 Şubat: DGM, Sincan davasında Bekir Yıldız ve Nurettin Şirin’le birlikte 9 kişiye daha tutuklama kararı almıştı. Yoğun baskılar altında bunalan Başbakan Yardımcısı Çiller, DYP’li bakanların üniversitelerde türban serbestisi kararnamesini imzalamayacaklarını açıklamıştı.
15 Şubat: Müslüman bir ülkede, İslam’ın bütün kuralları anlamına gelen Şeriat’a karşı sözde çağdaş kadınlar yürüyüşü yapılmıştı.
21 Şubat: İsrail ağzıyla: “İran terörist devlet muamelesi görmeli” diyen Org. Çevik Bir, Sincan’dan geçen tanklarla ilgili olarak da; “Demokrasiye balans ayarı yaptık”küstahlığından sakınmamıştı.
Ve ABD, İran’la yapılan enerji işbirliği anlaşmasının iptalini isteyip darbenin asıl nedenini açığa vurmuşlardı.
24 Şubat: S. Demirel: “Kim ki, dini siyaset malzemesi yapıp, istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa, karşısında Cumhuriyet Savcısı’nı bulacaktır. Cumhuriyet’in temel niteliklerini değiştirmek için yola çıkacak hiçbir heyetin ömrü uzun olmayacaktır. Savcılar, hâkimler görevlerini yapmaktadırlar, yapacaklardır. Medya görevini yapmaktadır ve yapacaktır. Cumhuriyetin kazanımlarını koruyacak kadar Türk vatandaşı vardır.”beyanatıyla dış odakların ve Masonik kanadın avukatlığını yapmışlardı.
25 Şubat: Oramiral Güven Erkaya Refah Partisini kastederek: “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi”küstahlığına kalkışmıştı.
26 Şubat: Türk-İş, DİSK ve TESK’ten rejime yönelik tehditlere karşı güç birliği kararı alınmıştı ve İstanbul çağdaş kadın kuruluşları birliği, laiklik için eylem başlatmışlardı.
28 Şubat 1997: MGK, Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplanmıştı. Türkiye’de 1997’den sonraki dönemde meydana gelen siyasal ve sosyal gelişmeleri belirleyen bu tarihi toplantı, dokuz saati aşmıştı. MGK’da Atatürk ilke ve inkılâplarının ödünsüz uygulanması, temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması, İmam Hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülüp kapatılması, sözde irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde çalıştırılmaması dayatmalarını Erbakan tam dört saat yanıtlayıp karşı çıkmış, ama bildirinin sonunda “tavsiye edilir” kelimelerinin yerine “yaptırım” kelimesinin kullanılması “muhtıra” şeklinde yorumlanmıştı. Bu tarihten sonra yaşanılan gelişmeler, bu değerlendirmenin bir anlamda doğruluğunu ortaya koymaktaydı.
2 Mart: Erbakan Hoca hükümete bildirilmek üzere MGK’da alınan yirmi maddelik kararlar listesinde bazı ifadelerin haksız ve yanlış olduğunu öne sürerek kararları imzalamamıştı.
Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, “Ordu ile uyum içindeyiz”diyen Erbakan’a “Ordu, Atatürk’e inananlarla uyum içindedir” karşılığını verip, Kemalizm’in Siyonizm’in ve Masonik merkezlerin kılıfı yapıldığını ispatlamıştı.
3 Mart: Başbakan Erbakan, “Demokratik sisteme destek için” parti liderlerini ziyarete başlamış, ancak maalesef umduğunu bulamamıştı. Erbakan “Hükümet, TBMM’de kurulur. MGK’da kurulmaz” diyerek dış mihrakların ve işbirlikçi takımının ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı.
4 Mart: Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Başkanı Derviş Günday, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak MGK kararlarına tam destek verdiklerini açıklayıp kimlerin kulları olduklarını açığa vurmuşlardı.
5 Mart: Erbakan, bütün baskılarına rağmen MGK kararlarını imzalamamış, sadece bunların görüşülmek üzere Bakanlar kuruluna sevk yazısını hazırlamıştı.
7 Mart: Cumhurbaşkanı Demirel, “MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin tıkanacağını, uygulamayanların (yani Erbakan’ın) sorumlu olacağını” söyleyecek kadar bayağılaşmıştı.
9 Mart: MGK kararlarının uygulanmasıyla ilgili ilk çatlak, 8 yıllık kesintisiz eğitimde çıkmış, MGK, 8 yıllık temel eğitimin kesintisiz olmasını isterken; RP, İmam Hatip’lerin orta kısımlarının zorunlu eğitim kapsamında kalmasını sağlayacak 5+3 modelinde ısrarlı olduklarını açıklamıştı. 14 Mart: 28 Şubat kararları Meclis’te tartışılmıştı.
23 Mart: Erbakan 8 yıllık eğitimin uygulanamayacağı konusunda MGK’yı ikna için bir rapor hazırlamış, ortağı DYP’den de destek almıştı.
25 Mart: MGK kararlarıyla ilgili olarak ilk kez konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, RP’nin ısrarlarına karşı çıkıp MGK’nın anayasal bir kuruluş olduğunu hatırlatmış ve“Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır” beyanında bulunmuşlardı.
26 Mart: Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tüm illere türban yasağı genelgesini yollayıp, Mason Localarının talimatını uygulamıştı. 27 Mart: DYP’de hükümetten çekilelim sesleri yükselmeye başlamıştı.
30 Mart: Ankara Müzik Festivali’nin açılışında gerçekleştirilen konserde şimdi AKP’lilerin saygıyla andığı Morrison Süleyman Demirel’in “İşte çağdaş Türkiye!” dediği an, izleyiciler ayağa kalkarak “Laik Türkiye!” sloganları atmıştı.
31 Mart: Milli Eğitim Bakanı DYP’li Mehmet Sağlam, 8 yıllık kesintisiz eğitim başlarken, İmam Hatip’ler dahil bütün orta okulların kapatılacağını açıklamıştı. 12 Nisan: THK Başkanı Atilla Taçoy, kurban derisi toplama yetkisinin MGK tavsiyesince kendilerine ait olduğunu vurgulamıştı. Ve 13 Nisan: Tüm Valiler Laiklik Zirvesi için Ankara’ya çağrılmıştı.
20 Nisan: ANAP lideri Mesut Yılmaz, “Size müjdem, bayramdan hemen sonra bu Hükümet yolcudur. Falcılık falan yapmıyorum, bilerek söylüyorum”ifşaatında bulunup Yahudi Lobilerinin ve Masonik Merkezlerin planını ortaya koymuşlardı.
24 Nisan: Hiç utanmadan, haddi ve görevi olmadan: RP’yi eleştiren, Erbakan Hoca’ya hakarete yeltenen Tuğgeneral Osman Özbek’e DYP’li Milli Savunma Bakanı Turan Tayan ise “Paşa’ya dokunamazlar” diyerek sahiplenmeye kalkışmıştı. Erbakan’ın yakın çevresi sayılan Milletvekili, Bakan ve Belediye Başkanlarından, bu Osman Özbek küstahına tutarlı ve tumturaklı bir yanıt çıkmaması ise tek kelime ile mide bulandırıcıydı.
26 Nisan: Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk ve laiklik karşıtı gelişmelerin yoğunlaşması üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı fabrikalarında biri asker diğeri sivil giyimli Atatürk büstü yaptırarak askeri kuruluş ve okullara gönderme kararı almıştı.
27 Nisan: MGK’da uyarılan Refah-Yol’a bir ay süre tanınmıştı. 30 Nisan: Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni savunma konseptini açıkladı: “İç tehdit, dış tehdidin önüne geçti. İrticanın yok edilmesi hayati öneme haizdir” safsataları sıralanmıştı. Genelkurmay, medya mensuplarına 3.5 saat brifing verip Milli iradeye ve demokrasiye tahammülsüzlüklerini açığa vurmuşlardı. 8 Yıllık kesintisiz eğitime RP kanadı direnirken DYP yöneticileri ve Çiller, 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması gerektiğini kamuoyuna açıklamıştı. Tartışmalar sürerken Erbakan bazı milletvekilleriyle birlikte 25. kez Hacca uğurlanmıştı. 4 Mayıs:Merzifon Jet Üssü’nde düzenlenen törende Başbakan Erbakan gelince sonradan CIA elemanı ve FETÖ uşağı oldukları anlaşılacak bazı subaylar ayağa kalkmayarak, edep ve erdem yoksunu olduklarını ispatlamışlardı.
5 Mayıs: Org. Çevik Bir İsrail’e gidip Siyonist patronlarına rapor ulaştırmıştı.
10 Mayıs: DYP lideri Çiller, partisinin Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde Sabah grubunun 200.4 milyon Dolar, Doğan grubunun ise 424.8 milyon Dolar devlet desteği aldığını açıklamıştı.
11 Mayıs: Sultanahmet’te yüz binlerin katılımıyla 8 yıllık kesintisiz eğitime karşı tarihi bir miting yapıldı.
14 Mayıs: Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı, Türkiye’de…Devamını okumak için tıklayınız.