“DÖRT ÖLÜM VE DÖRT DİRİLİŞ”LE OLGUNLAŞMA SÜRECİ

669
Paylaş:

22 Şubat 2019

Ahmet AKGÜL Hocamızın, 11.03.2016 Tarihli İstanbul-Kartal sohbetinin video çözümüdür:

Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. “Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetülil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.

Rabbişrahliy sadriy, ve yessirliy emriy, vahlül ukdeten min lisaniy, yefkahu kavliy. Ve üfevvidu emrîy ilâllâh, innallâhe basîrun bil ibâd.

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina, ve Nebiyyina ve Mevlana ve Mehdina Muhammed. Bi adedi evrakil eşcar ve gateratil emtar ve emvacil bihar ve neğamatil atyar ve lemaatil envar, fi cemiil ezmani vel easar vel agtar.

Pek çok kardeşimiz merak etmişler. Bu Salavat-ı Şerife’nin manası ile başlayalım. Allah’ım, hidayet rehberimiz, Efendimiz her hususta en mükemmel ve en güzel örneğimiz. Hz. Peygamber Aleyhisselatü vesselam Hazretlerine Salât-ü Selam eyle. Bizim hürmet ve teslimiyetimizi onun Sünnetine ve hayat sistemine merbutiyetimizi lütfen Ya Rab, O’na ilet ve O’nu bize şefaatçi kıl. Her Salavatla Efendimize olan biat ve itaatimizi tazeliyoruz.

O’na ne kadar Salât-ü Selam olsun?

“Bi adedi evrakil eşcar”: Kâinat yaratıldıktan kıyamete kadar bütün ağaçların, bitkilerin, nebatatın yaprakları adedince Salât-ü Selam olsun.

Ve gateratil emtar”: Kâinatın başından sonuna kadar yağan bütün yağmurların damlaları adedince Efendimize Salât-ü Selam olsun. Bir Hadis-i Şerifte; kaç milyon sene önce ise bilemiyoruz, kâinat yaratıldığı gün Cenab-ı Hak her bir yağmur tanesini görevli bir melekle yeryüzüne indirirdi, aksi halde o kadar yükseklikten düşen yağmur tanesi düştüğü yeri kurşun gibi delip geçecek, fayda yerine tahribata sebebiyet verecekti. Her bir yağmur tanesini indirmeye bir melek görevliydi. Ama Allah’ın sonsuz saltanatına bakın ki bir melek bir damla yağmuru alıp nereye gıda olacak, hangi toprağa, hangi ota, nebata yarayacaksa onu indirmiş, ikinci damlayı almaya sıra bekliyor, sıra kendine gelmemişti. Her bir kar tanesi Allah’ın sonsuz kudretini, hikmetini gösteren bir mucizedir ki, kar taneleri kristalize edilse insan aklına şaşkınlık verecek geometrik şekillerde ama hiçbiri diğerine benzemiyor. Kâinat yaratılalı artık sayısı hesap edilemeyecek kar tanelerinin hiçbirisi diğerine aynen benzemiyor. Yani Cenab-ı Hak bir iki örnek yapmış da seri üretim yapmıyor, her bir tanesini ayrı ayrı yaratıyor. Bunların adedince Efendimize Salât-ü Selam olsun.

“Ve emvacil bihar”: Ya Rabbi bütün denizlerde, okyanuslarda, akarsulardaki dalgalanmalar, çağlayanlar ve dalgalanan su zerrecikleri adedince Efendimize Salât-ü Selam olsun.

“Ve neğamatil atyar”: Ve yine kâinatın var oluşundan kıyamete kadar bütün kuşların nağmeleri, ötüşleri, seslenişleri, adedince Aleyhisselatü Vesselam Efendimize Salât-ü Selam eyle ve tabi bütün hayvanatın dua ve zikir makamındaki meleyişleri, seslenişleri adedince ki Kur’an-ı Azimüşşan’da buyurdu Rabbimiz Teâla Hazretleri: “Allah’ı tesbih ve tahmid etmeyen, kendi yaratılış gayesine hizmet etmeyen, Allah’ın emrinde hareket etmeyen hiçbir canlı-cansız varlık yoktur. Siz onların tesbihatını, zikrini fark etmezsiniz ve bunun farkında olmazsınız o başka. Bütün mahlûkatın zikirleri, tesbihleri adedince Efendimize Salât-ü Selam olsun. Canlı cansız her şey, kendi lisanı haliyle Rabbimizi tesbih etmekte, tahmid etmekte, zikredip şükretmekte, O’nu yüceltmekte ve yaradılış gayesine uygun vazifelerini yerine getirmektedir, ancak gafil insanlar bunu anlamazlar. Bütün bu mahlûkatın zikirlerini düşünüp şuura ve huzura varmazlar. Zaten zikir ehli, tasavvuf ehli Allah’ı zikrederken; Hz. Âdem Aleyhisselamdan Efendimize kadar bütün Nebiler kendi ümmetini bir halka yapıp başına geçmişler… Denizlerde, karalarda, havada, suda, toprakta yaşayan bütün mahlûkat, ayrı ayrı birer halka oluşturmuş vaziyette… Bütün melekler, yedi gök, bütün ehli ruhaniler, hepsi halkalar teşkil etmişler, başlarında Hz. Cebrail, Hz. Mikail, Hz. İsrafil, Hz. Azrail olmak üzere ve nihayet bütün bu halkanın başında da Ser Zakir (zakir başı) olarak Fahr-i Kâinat Efendimiz geçmişler… “Levlake levlake le ma halaktül eflak: Sen olmasaydın ya Habibim, eğer Sen olmasaydın Ben mahlûkatı- Eflakı yaratmayacaktım, her şeyi yüzü suyu hürmetine yarattığım!” (buyurduğu) mahlûkatın Efendisi bütün halkaların başında, hep beraber, can-ı gönülden Rabbimizi zikrediyoruz, O’na yalvarıyoruz; aczimizi, fakrimizi, zafiyetimizi O’na bildirip O’ndan dua ve niyaz talep ediyoruz, şeklinde zikretmek, bu şuur ve huzurla bir nevi bütün mahlûkatla beraber Allah’a durumumuzu arz etmek ne mübarek, ne şuurlu bir zikirdir!

“Ve Lemaatil envar”: Yeryüzünde bütün saydam cisimlerde, Güneş’in, Ay’ın ve diğer nurani varlıkların tecellileri zerreler adedince, ki her bir varlığın temel yapı taşı atomlardır. Ve onların atom altı zerrecikleridir. Bütün bunların her birisinin sayısı tek tek Allah Katında bellidir. Bir profesör çıkmış “Cenabı Hak denizdeki bu kadar balıkları yaratmış ama sayısını bilmez”diyor. Ne ahmakça bir iddiadır. Yani otomobil üreten bir fabrika düşünün. Bu fabrika arabaları üretiyor ama ürettiğinin sayısını bilmiyor demekten çok daha beter bir ahmaklıktır. O yüzden Cenab-ı Hak Mülk Suresi’nde “Hiç halk eden bilmez mi?” buyuruyor. Bütün kâinatın ömrü boyunca, güneş ışınlarının, diğer nur kaynaklarının hem sularda hem bütün mahlûkatta tecelli ettiği o zerrelerin, o ışıltıların adedince Efendimize Salât-ü Selam eyle Ya Rabbi ve O’nun yolunda gidenleri, O’nun ümmeti olup O’nun izini takip edenleri de bu dualardan, bu şereften ve şuurdan mahrum eyleme Ya Rabbi.

“Fi cemiil ezmani”: Bütün zamanlar içindeki bütün bu sayılan mahlûkatın adedince Salât-ü Selam olsun.

Vel easari”: Ve gelip geçmiş, gelecek-geçecek bütün asırların sayısınca Salât-ü Selam olsun.

“Vel agtar”: Bütün medeniyetler, dönemler, devletler süresince, bütün mescitlerde, tekkelerde, Beytullah-ı Şerif’te ve diğer bütün ibadethanelerde Rabbim Sana yapılan zikirler ve dualar adedince Efendimize Salât-ü Selam olsun.

Bütün dönemlerde, medeniyetlerde, devirlerde ve tabi bütün bu devirler medeniyetler dönemler içindeki Senin zikrin yapılan, ibadetin yapılan bütün mescitlerde, bütün makamlarda, tekkelerde, zaviyelerde, bütün Kabe-i Şerif’te zamanlar boyunca yapılan dualar adedince Efendimiz Aleyhisselatü Vesselama Salât-ü Selam eyle Ya Rabbi. O’nun Sünnetine ve sistemine uymayı, ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde, eğer O’nun Sünnetine, şeriatine, sistemine aykırı bir hayat tarzı, bir ideoloji bir bozuk düzen uygulanıyorsa bunları düzeltmeye, bunları değiştirmeye; Senin razı olacağın, her din ve düşünceden bütün kullarının huzur içinde yaşayacağı bir adalet düzeninin kurulması yolunda da bizlere şuur ver Ya Rabbi. Bugün maalesef banka düzenimizden eğitim sistemimize, hukuk düzenimizden ders kitaplarımıza, radyo-TV yayınlarımızdan alışveriş-ticaret hukukumuza, aile düzenimizden komşuluk münasebetlerimize; Kur’an’dan uzaklaştığımız, barbar-batılı ve bâtıl nizamlara uymaya mecbur kaldığımız şu bozuk düzenden ve dönemden de bizleri kurtar manasına dua ediyoruz. Amin.

Cenab-ı Hak Bakara Suresi’nin 138. Ayet-i Kerimesinde; “İşte Allah’ın boyası tabiattaki bu muhteşem renk ve desenlerin yaratılışı, Allah’ın renginin bir ifadesi budur, elbette Allah’ın boyasından yani Kur’an ahkâmından ve ahlakından daha güzel boyası olan kimdir?”Mü’min nerede olursa olsun onu görenler Allah’ı hatırlar, Kur’an’ı hatırlar, İslam nizamını hatırlar, Kur’an davasını hatırlar. Hatta münafıklar ve nasipsiz insanlar onları görünce her zaman; “Bunlar var ya, halâ Kur’an’ın Adil Düzen’ini isteyen takımdır” diyerek alay etmeye kalkışırlar. Bu sadıklar çok az olurlar, ahmak ve nasipsiz takımı onları horlamak için bunları konuşurlar. “Bak bunlar var ya, bunlar hâlâ Adil Düzenciler ha!” diye sataşırlar. Aziz Erbakan Hocamızın her biri bir kitap kadar manalı ve mesajlı tespitleri vardı, bir tanesi de şuydu: “Renksizler” (Renksiz demek hiç rengi olmayan demek değildir,) oturmuş bir ahlak ve iman karakteri ve kişiliğibulunmayan demektir. Çıkarı rahatı nerede bulunursa, kimi güçlü görüyorsa onun rengine giren bukalemun gibi renk değiştiren demektir. Yani münafıklığını ortaya koyan demektir. Ama mü’minin rengi vardır, onun rengi Allah’ın boyasıdır, Kur’an’ın cilasıdır. Efendimize (SAV) canlı Kur’andiye tabir edilir. Hz. Ayşe validemize sormuşlar: “Efendimizin ahlakı nasıldı?” Buyurmuşlar: “Siz Kur’an okumaz mısınız? O’nun ahlakı Kur’an idi.” Biz yalnızca Allah’a kulluk edenleriz. Zaten Bakara Suresi’nin 207. Ayetinde de “İnsanlardan öylesi vardır ki onlar Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla nefsini, hevasını, dünyalık rahatını ve menfaatini feda etmektedir, satmaktadır veya zulme ve hıyanete karşı tek başına direnmekte ve her türlü baskı ve barbarlığa göğüs germektedir” buyurmaktadır. Hem burada satın almaktadır manası da münasiptir, satmaktadır, Allah yolunda feda etmektedir manası da münasiptir. Çünkü başka bir Ayet-i Kerimede ”Her nefis kazancı karşılığında geri alınmak, hürriyetine kavuşturulmak üzere Allah katında rehindir” buyuruyor Cenab-ı Hak. Niçin bu çalışmalar, çabalar, bu çırpınmalar niçin? Nefsimizi esaretten, rehinlikten kurtarmak için. Allah’ın rızasına ulaşmak, sorumluluklarımızı yerine getirip kurtuluş beraatını almak için. Öyleyse Kur’an şeriatının, yani helal ve haram ölçülerinin, Hak ve Bâtıl çizgisinin çerçevesinde tarikat-takva disiplininde ve hayat boyu cihad gayretiyle, Hak nizamı hâkim kılma, sadece Müslümanların değil bütün insanların, Allah’ın bütün kullarının huzur ve hürriyet içinde, refah ve emniyet içinde yaşayacağı bir medeniyeti, bir sistemi kurmak, bir dönemi getirip insanlara tanıtmak için gayret göstermek, imanımızın ve insanlığımızın icabıdır.

Şeriat, tarikat ve cihad. Bu yolda, bu üç esas üzerinde bilinçle hareket edenler; öğrenecek, soracak, mü’min, alim olacak. En az ilmihalini bilecek. İlmihal demek; içinde bulunduğu halin öğrenmesini gerekli kıldığı bilgiler demektir. Zekât verebilecek kadar zengin olmayan insana zekâtla alâkalı bilgileri öğrenmek farz-ı kifayedir, ama farz-ı ayn değildir. Ne zaman ki zengin oldu, kime, ne kadar, niçin zekât vereceğim? Bunu öğrenmesi farz oldu, çünkü o hale girdi. Evlenmeyen insanın evlilikle ilgili helal haram ölçülerini bilmesi şart değildir. Ama evlenmeye karar verdi, nikâh nedir, bağlılık nedir, aile hayatı nedir? Erkeğin hanımına, hanımın erkeğe karşı sorumlulukları nedir? Bunları öğrenmesi farz olur. Niye? Çünkü o hale girdi, ilmihalini öğrenmeli. Eğer ülkede, bölgede ve yeryüzünde hep bâtıl, barbar bir düzen varsa, Allah’ın dinine ve zaten vicdanın ve fıtratın gereklerine, aklın, tarihi tecrübelerin de ittifakıyla yanlış yararsız bozuk bir düzen varsa… Ekonomide faizi esas alan ve insanların kanını sömüren, radyo-TV dizileriyle, internet siteleriyle ahlaksızlığı teşvik eden, aile hayatını, namus mefhumunu yerle bir eden, her türlü içkinin bırakın ayıplanması, içmeyenlerin sanki yanlış yapıyor gibi küçümsendiği bir ortamda, bir düzende, bir dönemde şeytanın ve şeytanlaşmış insanların bâtıl ve barbar düzenlerinin uygulandığı bir ülkede, bunları düzeltmek ve değiştirmek, Hak nizamı, Allah’ın razı olacağı, insanların huzur bulacağı bir dönemi, bir medeniyeti getirme gayreti taşımayan insan acaba ne kadar Müslümandır? O kendini Kur’an’ın terazisinde bir tartsın! Cenab-ı Hak; bu gayret, bu samimiyet ve bu ciddiyet üzerinde İslam’ın emir ve nehiylerini, helal haram ölçülerini yaşıyor, bunu yaparken takva derecesinde halisane, Allah rızası için davranıyor, desinlerden, gösterişten, dünyalık bir kısım makam, menfaat, şan ve şöhretten uzak kalıyor ve nihayet Hak nizam kurulsun diye kendini sorumlu biliyor olan kimselere katsın… Rabbim böyle emretmiş, niye cihad ediyoruz? Niye Hak nizam kurulsun diye çalışıyoruz? Rabbim neden namazı emretmişse onun için! Niye orucu emretmişse onun için! Niye şu kötü haram yanlış işlerden bizi alıkoymuş, men etmişse onun için! Yoksa Rabbimizin bizim cihadımıza ihtiyacı yoktur. Kim cihad ediyorsa kendi çıkarı için cihad eder”. “Allah âlemlerden müstağni olandır.” Allah nizamını hâkim kılacak da haşa! bir yerde tıkanmış bizi yardıma mı çağırıyor zannediyoruz, hayır ve haşa! Biz kazanalım diye. İmtihanın şartlarından birisi de budur. Madem dünyada hürriyet, izzet, asalet ve devlete kavuşmak istiyoruz, madem sonsuz bir cenneti kazanmak istiyoruz, öyleyse bu imtihanın şartlarını Allah koymuştur, bunlara uyup uygulayacağız. Cihad; Hak nizam kurulsun diye çalışmak, bâtıl-bozuk nizamlara karşı durmak, bunlardan kurtulmaya çalışmak imtihanın şartlarındandır. Allah böyle imtihan ediyor, dinimizi kendi keyfimize uyduramayız.

İşte bu gayret ve ciddiyet üzerinde olanlar Allah’a yaklaştıkça, onların imanları, huzurları arttıkça, Allah lütuf olarak onların işini kolaylaştırmak amacıyla bu seviyedeki Müslümanlara dört ölüm yaşatır. Bununla beraber dört de diriliş tattırır. Birinci aşamada; Allah nefsin sürekli rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür. Her insanın nefsi böyledir, nefsin yapısı budur. Rahatlığa, kolaycılığa ve ferahlığa meraklıdır. Hava atmaya ve ucuz kahramanlıklarla büyük hedeflere ulaşmaya meraklıdır. Cenab-ı Hak istikamet ehli, hizmet ehli, samimiyet ehli mü’minlere merhameten, tutar onların bu rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür. Onun yerine takdire rıza ve teslimiyet onurunu ve cihat şuurunu diriltir. Tekrar ediyorum. Birinci aşamada Allah sevdiği kullarının sürekli rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür; takdire rıza ve teslimiyet onurunu ve cihat şuurunu diriltir.

Bu gayret, hizmet ve teslimiyet devam ettikçe, Allah ikinci aşamada; nefsin dünyalık servet ve riyaset sevgisini öldürür. Nefis, dünyalık toplama ve her şeye sahip olma eğilimindedir. Hâlbuki Allah ezelde kime, ne takdir etmişse o gelip seni bulacaktır. Helal ve meşru yollardan kazanmak kendimize, ailemize, devletimize, milletimize ve insanlık âlemine yararlı olmak için her türlü fende, sanayide, her türlü meslekte ileri gitmek gereklidir, elbette bu gayreti taşıyacağız. Bunları ibadet huzuruyla, sorumluluk duygusuyla yapacağız. Ama herkesten zengin olayım, herkesten farklı olayım, herkesten üstün olayım gibi düşünceler şeytani ve nefsanî düşüncelerdir. Sonunda bu insanı firavunluğa götürür. Öyleyse Cenab-ı Hak sevdiği kullarına ikinci aşamada dünyalık servet ve riyaset yani baş olma, hep önde olma, hep siyasi makamlara menfaatlere konma duygusunu, sevgisini öldürür. Onun yerine ahiret ve uhuvvet huzurunu diriltir. Ahiretle ferahlanır, bu yaptığı gayret ve hizmetlerin Allah katındaki karşılığını, sonsuz cennet hayatını düşünerek teselli bulur ve uhuvvet hatırını yani din ve dava kardeşlerine hizmeti, onlara iyilik etmeyi, onların işini görmeyi, onların huzurlu, mutlu, onurlu ve tabi şuurlu hayat yaşamalarına katkıda bulunmayı kendine zevk edinir. Bununla rahatlar, bununla huzura kavuşur. Giderek derecesi yükseliyor.

Üçüncü aşamada… Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Bu makaleyi sesli olarak da dinleyebilirsiniz.