“SÜNNET”İ İNKÂR, HZ. PEYGAMBERİ (SAV) İNKÂRDIR!

1135
Paylaş:

4 Ocak 2018

Son zamanlarda: “Kur’an bize kafidir, peygamberin vazifesi Allah’ın emirlerini tebliğden ibarettir. Bunu da yapıp gitmiştir ve işi bitmiştir.” şeklinde temelsiz iddialar ve safsatalar çoğalmaya başlamıştır. İslam’ın hayat ve imtihan disiplininden ve sorumluluk yükünden kaytarmak, nefislerine kolay gelen bir “DİN” uydurmak ve Kur’an ayetlerini keyfince yorumlamak, bir kısmını da lüzumsuz saymak isteyenler bu bozuk fikirlere sarılmakta ve Hak’tan sapıtmaktadır. Çünkü “Sünnet”i inkâr, Hz. Peygamberi ve O’na itaat ve tabiiyeti emreden Kur’an’ı inkârdır. Bu sapkın iddiaların sahipleri, aslında Hz. Peygamberi devre dışı bırakıp nefislerini öne çıkarma ve kendilerini Peygamber yerine koyma ve güya Kur’an’a tercümanlık yapma hesabındadır.

Hz. Peygamber (SAV) Efendimize İMAN; Kur’an’a göre ancak şu şartlarda tamam ve sağlam sayılacaktır:

1- Hz. Resulûllah’ın, Kur’an’ın kısa ve kapalı konularıyla ilgili soruları açıklamakla görevli ve yetkili olduğunu kabul etmek.

Hz. Peygamberin, ayetleri insanlara bildirme görevi “tebliğ” kapsamındadır. Hz. Mu­hammed (SAV), Allah’tan aldığı vahyi, insanlığa dosdoğru olarak aktarmış ve açıklamıştır. Çünkü Hz. Peygamberimizin sadece “tebliğ” değil, aynı şekilde “tebyin-beyan edip açıklama” görevi de vardır. Onun pey­gamberlik görevlerinden birisi de Kur’an-ı Kerim’i sözlü ve uygulamalı olarak açıkça ortaya koymaktır. Onun hayatı, zaten Kur’an’ın açıklamasıdır. Diğer bir ifadeyle O, yaşayan bir Kur’an’dır. Onun Sünneti, öğütleri ve öğretileri Kur’an’ın tatbikatıdır.

Kur’an’daki herhangi bir konuda, Allah’ın neyi amaçladığını insanlar arasında en iyi bilen elbette Resulûllahtır. O, müminler tarafından tam anlaşılamayan konulara ve kav­ramlara açıklık kazandırmıştır. Örneğin; namazın nasıl kılınacağı, haccın nasıl yapılacağı ve zekâtın hangi mallardan ne kadar ve kimlere aktarılacağı, devletin nasıl teşkilatlanacağı ve hangi esas ve usullere dayanacağı, gibi konularda, bizzat uygulamalarıyla da bizlere örnek ve rehber olmuşlardır. Zaten Hz. Peygambere (sav) Kur’an’ı açıklama görevini bizzat Allah vermiş bulunmaktadır.

Biz hiçbir Elçi’yi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara (İlahi gerçekleri ve insani görevlerini) apaçık beyan edip (anlatabilsin). Böylece Allah dilediğini (küfrü ve kötülüğü tercih edeni) şaşırtıp saptırır, dilediğini (imana ve iyiliğe yöneleni) hidayete erdirir. O Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir. (İbrahim: 4)

2- Hz. Resulûllah’ın, ibadet, ahlak ve hukuk konularındaki fiili tatbikat ve talimatlarını, örnek ve delil edinmek.

(Ey Peygamber hanımları ve ey mü’minlerin hayat arkadaşları; her durumda ve her konuda) Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (Peygamber sünnetini ve öğütlerini) hatırlayın (tekrarlayıp aktarın ve ona göre davranın). Şüphesiz Allah Latiftir (gizliliklere vakıftır), Haberdar olandır.” (Ahzab: 34)

(Ey Nebim) Yok (onların zannettiği gibi) değil; Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp, sonra Senin verdiğin hükme, (hem de) içlerinde hiçbir sıkıntı (ve gizli itiraz) duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, hakkıyla iman etmemişlerdir.” (Nisa: 65)

“… Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah‘ın, cezası (ikâbı) pek şiddetlidir. (Haşr: 7) ayetleri bunu emretmektedir.

3- Hz. Peygamberin Risalet ve Nübüvvetinin kıyamete kadar gerekli ve geçerli olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek.

Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O (Hz. Muhammed A.S) Allah’ın Resulû ve Peygamberlerin sonuncusudur. (Hatemen-Nebiyy’dir. Nübüvvet ve rehberliği kıyamete kadar süreklidir.) Allah (geçmiş, gelecek, gerekli ve geçerli olan) her şeyi (ayrıntılarıyla) Bilen (ve Bildirendir).” (Ahzab: 40) ayeti buna delildir.

“O (Allah), ümmiler içinde, kendilerinden (biri olan) ve onlara ayetlerini okuyan, onları (Kur’an’la ve izahıyla) temizleyip arındıran ve onlara Kitap ve hikmeti (sünneti) öğretip (açıklayan) bir Elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içindelerdi. Ve (Hz. Muhammed AS.) henüz kendilerine (sahabelere) ulaşıp katılmamış (kıyamete kadar gelecek) olan diğerlerine de (bütün insanlık âlemine Peygamber gönderilmiştir.) O (Allah), Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir. (Bu ayet Hz. Peygamber Efendimizin Nübüvvetinin ve sünnetinin kıyamete kadar geçerli ve gerekli olduğuna delildir).” (Cum’a: 2-3)

4- Resulûllah’ın hadislerinin ve Sünnetinin de, özel bir vahiy (ilham ve ilahi yönlendirme) olduğu gerçeğini gözetmek.

“O, (kesinlikle kendi) hevasından ve kafasından (nefsi kuruntularından) konuşmamıştır. O ancak (kendisine) vahy (ve telkin) olunan vahiydir (İlahi hakikâtler ve öğretilerdir ki, tebliğ edip size ulaştırmıştır.)” (Necm: 3-4)

Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. (Hz. Peygamber; hem tebliğ hem de teşri (hüküm belirleme) ile görevli ve yetkilidir.) Kim de (Resulden ve sünnetinden) yüz çevirirse, Biz Seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa: 80) Ayetleri bu gerçeği haber vermektedir.

Evet Hz. Peygamberimiz kıyamete kadar ve istisnasız her konuda en güzel ve en mükemmel örneğimiz ve rol modelimiz konumundadır.

Andolsun, onlarda (Peygamberlerde ve sadık takipçilerinde) sizlere, Allah’ı ve ahiret gününü umut edenler için güzel bir örnek vardır. Kim (Hakk’tan ve hayırdan) yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy’dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan sonsuz zengindir), Hamid’dir (övülmeye layık olan Rabbinizdir). (Mümtehine: 6)

“Şüphesiz, Allah ve O’nun melekleri (ve kâinattaki tüm görevlileri ve enerji (nur) güçleri Hz.) Peygambere salat edip (dua ve destek vermektedir. Öyle ise) Ey iman edenler, siz de O’na salat edin (Hz. Peygamberin sünnetine ve hayat sistemine uyuverin ve Hakk Dinin hâkimiyeti için gayret gösterin) ve tam bir teslimiyetle O’na salatü selam verin. (Resulûllah’a saygılı ve itaatli davranın). Gerçek şu ki, (her asırda ve her fırsatta) Allah’a ve Elçisine eziyet verenler (dinine ve davasına hıyanet edenler ve Hz. Peygamberin öğüt ve öğretilerini gereksiz görenler) var ya; Allah, onlara dünyada ve ahirette lanet etmiştir ve onlar için (her iki alemde) aşağılatıcı bir azap hazırlanmıştır (vaktini beklemektedir).” (Ahzâb: 56-57) ayetleri Hz. Peygambere (SAV) saygısızlığın ve sünnetini devre dışı bırakmanın dalalet olduğunu bildirmektedir.

Bu arada Sünnetin 3 kısma ayrıldığını ve sadece “Daimi ve Dini Sünnet”lerin bizi bağladığını unutmamak lazımdır.

1- Örfi Sünnet: Gelenek, görenek, örf ve adetlerle ilgili; Kılık kıyafet, yeme içme adetleri ve aletleri gibi sünnetler örfidir. Bunlar şartlara ve ihtiyaçlara göre değişebilir.

2- Şahsi Sünnet: Gece namazının kendisine vacip kılınması, mübarek zevcelerinin O’nun ölümünden sonra Ümmete anne sayılıp nikahlarının haram olması gibi sünnetler şahsidir, sadece Efendimize özeldir.

3- Dini ve Daimi Sünnet: İbadetlerin şekli, ahlaki ve ailevi öğütleri, Hak ve hukukla, devlet ve adalet kurumlarıyla ilgili talimat ve tavsiyeleri ise, kıyamete kadar her mü’mini bağlayıcı ve Kur’an’dan sonra İslam Fıkhının 2. Temel dayanağı sayılan; kavli, fiili ve takriri sünnetler bu kısımdandır.

“Kur’an bize yeterlidir… Sünnet gereksiz ve geçersizdir… Hadisler 150 sene sonraki muhaddislerin derlemesidir ve doğrulukları şüphelidir… Bazıları Hadis diye Peygamberin değil, İmam Buhari ve İmam Müslim gibilerin peşinden gitmektedir” gibi iddialarla sapıtanlar, bizimle camiye geldiklerinde, Kur’an’a göre değil, Muhaddislerin ve Müçtehitlerin bildirdiklerine göre namaz kılmaktan, yani iddialarının aksine riyakârlık ve sahtekârlık yapmaktan hiç utanmamaktadırlar. Ve hele Ümmetin bu zillet ve sefaletten kurtulması yolunda, sadece Kur’an’ı esas alarak Adil bir sistem projesi ve hükümet modeli ortaya asla koyamamaktadırlar. Zaten böyle bir dertleri ve hedefleri de bulunmamaktadır. Bu tiynetsiz tiplerin amacı, irşat, ıslahat ve icraat değil; sadece kuru bilgiçlik taslamak, boş ve kof tartışmalara dalmak ve edepsiz edebiyat yapmaktır. Riyakârlık, ucuz kahramanlık ve herkesten farklılık takıntıları en yaygın vasıflarıdır. Bu nedenle, zehirli fikirlerini kusmalarına ve gafil-cahil kimseleri saptırmalarına fırsat tanımamalıdır. Allah için buğz edilmesi ve yüz verilmemesi gereken insanlardır. Hidayetleri kararmış, vicdanları pas bağlamış, imanları ve insani ayarları yozlaşmıştır.

Şaşaalı yaşamıyla manşetlere taşınan, kendince sadece Kur’an’ı esas alıp hadislerin hepsini şüpheli ve gereksiz sayan Adnan Oktar ve kedicikleri, yılbaşında rezalet ve edepsizlik derekesinin dibine yaklaşmıştı. Evinde parti veren Oktar, dansöz oynatıp çıplak kızlarla göbek atmıştı. A9 TV’de yaptığı din tahribatıyla ünlenen Adnan Oktar, yılbaşında da adından söz ettirmeyi başarmış, Oktar’ın kedicikleriyle yılbaşı kutlamasını görenlerin ağzı açık kalmıştı. Şaşaalı bir sofra kurup eğlencenin dibine vuran Adnan Oktar, 31 kediciği yanına alıp yılbaşı kutlamıştı. Normalde sadece kediciklerini oynatan Oktar, bu sefer dansöz de oynatmaktan sakınmamış ve utanmamıştı. İşte “Kur’an Bize Yeterlidir” safsatasına kapılanların akıbetini ve gerçek tiyniyetini öğrenmek isteyenler Adnan Oktar sapkınına baksınlardı.

Bu tipler; “Hadisler, %99.9 Ahad haber olan rivayetler olduğundan bunlara inanmak ve uymak zorunda değiliz” diye saçmalamakta ve “Hadis-i Şerifleri sadece bir kültür birikimi” saymakta ve tabi açıkça yalan uydurmakta ve iftira atmaktadırlar. Çünkü “Ahad” rivayetler ve bunların hangilerinin delil olma nitelikleri taşıdıkları, titizlikle araştırılıp sıhhat dereceleri tasnif edilmiş durumdadır. Ve asla unutulmasın ki; pek çok hadis, rivayet zincirindeki halkalar 3 kişiden az olduğu için “lafzen ahad” sayılsa da, tatbikat olarak Efendimizden öğrendiklerini uygulayarak sonraki nesillere taşıyanların sayıları onbinleri aştığı için “fikren ve fiilen mütevatir” konumundadır.

Kaldı ki “ahad” hadisler üzerinde şüphe bulutları oluşturmak isteyenler şu gerçeği göz ardı etmekte veya kasıtlı olarak gizlemeye çalışmaktadırlar: Sayıları onbinlere ulaşan Sahabe-i Kiram; iman, ibadet, ahlak ve muamelat olarak İslam’ı bizzat Efendimizden, bakıp anlayarak, yaparak ve yaşayarak “Tabiine” aynen aktarmış, onlar da yine büyük kitleler ve yalan üzerinde ittifak etmesi mümkün olmayan kalabalık kimseler halinde sonraki nesillere ulaştırmışlardır. Böylece; fiilen talim, takip ve tatbik olunup yaşanarak aktarılan İslam, zaten mütevatir derecesini kazanmıştır. Yani Hz. Peygamberin (S.A.V) Sünneti ve Hayat Sistemi, aslında “ahad” aktarım ve yorumlarla değil, “Mütevatir” talim ve tatbikatlarla nesilden nesile ulaştırılmıştır.

Bunlar inkârcılıklarını açıkça ortaya koyamayacak kadar da yapmacık tavırlı insanlardır. Sarih ayetlere, sahih hadislere, akıl ve vicdan ölçülerine aykırı fetva ve rivayetleri tespit ve tenkit etmek yerine şeriatın ve mezheplerin tamamına itiraz ve inkâra kalkışan… Tasavvuf içine sokulan bid’at ve hurafeleri ayıklamak ve açıklamak yerine tarikatların tamamını şirk sayan… Kendi sapkınlıklarını saklamak üzere; bütün şuurlu ve sorumlu Müslümanları “Uydurulmuş din mensupları ve müşrik takımı” diye karalama küstahlığına başvuran bu zavallı zırvacılar, ayet ve hadislerde ve tabi Allah’ın izni çerçevesinde ve ölçüsünde, açıkça müjde buyrulan “Şefaat, keramet, velayet” gibi durumları da inkâr ederek, sinsi ayarlarını ve amaçlarını ortaya koymakta ve çok derin bir din tahribatı yapmaktadırlar. Dindeki yozlaşmaları, taklitçilik ve şekilcilik hastalıklarını, tarikatlardaki istismar ve suiistimal konularını, yeni bir içtihat ve ıslahat ihtiyacını yıllardır savunan ve bu maksatla yüzlerce yazılar-kitaplar ortaya koyan ve bu yüzden pek çok kesimin hücumuna uğrayan şahsiyetlere bile bu hadis inkârcısı şaşkınlar, hiç utanmadan ve sıkılmadan hem de oldukça edepsiz ve erdemsiz ifadelerle saldırmaya başlamış, bunu da mertçe değil, yine meretçe yapmaya kalkışmışlardır.

Ancak asla unutmayalım ki, İslam sadece Hayat Kuralları değil, aynı zamanda bir İmtihan Programıdır. Cenab-ı Hak, herkes ayarını ve tarafını ortaya koysun diye, fırsat tanımakta ve yularını uzatmaktadır. Sonuçta her insan, kendi niyetinin, tiynetinin, gaye ve gayretinin ve gizli mahiyetinin gereğini yapacak; hidayeti de, dalaleti de bizzat hak etmiş olacaktır. Zira Allah -haşa- her türlü haksızlık ve yanlıştan münezzeh olandır. Oldukça kısıtlı ve yok denecek kadar sınırlı derme çatma bir Arapça ile ve kısır bir anlayış ve araştırma neticesinde, din tahripçisi kişi ve çevrelerin basit bir taklitçisi ve fasit bir takipçisi olan bu sahtekârlar kendilerine alim ve müçtehid süsü verip, safdil ve cahil insanları ayartmaya ve azdırmaya çalışmaktadırlar. Anlaşılıyor ki bunlar; Allah korkusu, ahiret ve hesap kuşkusu ve bir belaya çarpılma duygusu taşımamaktadırlar. Bu denli şımarmış olmaları da, herhalde hadlerini bildirecek, cahilliklerini ve çirkef fikirlerini gösterecek kimselerin çıkmayacağını sanmalarındandır.

Sünnet’i Terk Etme Şarlatanlığı ve Sapkın Sonuçları

Bu konuya Rahmetli Erbakan Hocamızın çarpıcı bir tespitiyle başlayalım. “Şayet örneksiz ve rehbersiz, Kur’an’ı Kerim’i doğru anlamak ve uygulamak mümkün olsaydı, Cenab-ı Hak ayrıca Peygamber göndermez, bizzat yaparak ve yaşayarak öğretmek üzere Aleyhissalatü Vesselam Efendimizi görevlendirmezdi. Bunun yerine, Kur’an ayetlerini yazılı nüshalar halinde Kâbe’nin damına indirir “gidip alın, okuyun anlayın ve uygulayın” diye emrederdi. Ama o takdirde Müslümanlar nasıl namaz kılacağını, nasıl oruç tutacağını, nasıl Hac yapacağını ve Zekât emrini nasıl uygulayacağını dahi bilemezlerdi. Bugün “Kur’an bize kâfidir. Hadis-i Şerifler ve Sünnet gereksizdir” diyenler, aslında Kur’an’ı Kerim’i keyfince yorumlayıp yozlaştırmak, böylece mesuliyet ve mükellefiyetlerden kurtulmak hevesinde olan kimseler de, onlara uyan kesimler de cahillerdir.”

“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlayacaktır. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkacaktır.” (Darimi, Mukaddime 16)

İslam tarihinde çeşitli dönemlerde çeşitli sapmalar yaşanmıştır. Farklı mezhepler ve ekoller, İslam’ın özünden uzaklaşarak çeşitli bozuk itikatlara kaymış ve sapkın uygulamalara başlamıştır. Hariciler’den Batiniler’e, Fatımiler’den Mu’tezile’ye kadar çeşitli fırkalar, çeşitli sapkınlık dereceleriyle, Kur’an’ın ve Allah Resulü’nün (s.a.v.) yolundan ayrılmışlardır. Son dönemlerde bu sapmalara bir yenisi daha katılmıştır. Bazı insanlar, Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetini gereksiz ve geçersiz saymaktadır. “Kur’an’ı okuyup anlarız, Resulullah’tan (s.a.v.) gelen bir açıklamaya muhtaç olmadan onu kendi başımıza uygularız” diyenler çıkmıştır. Böylece Hz. Peygamberimizce Kur’an’ın hayata aktarılması ve uygulanması demek olan sünnetten yüz çevirip İslam yozlaştırılmaktadır. Oysa “Kur’an yeterlidir” sloganı ile ortaya çıkan bu “Sünneti terk etmiş İslam” akımı, bizzat Kur’an’ın hükümlerini göz ardı etmektedir. Çünkü sünnet, Kur’an’ın bir açıklamasıdır ve daha da önemlisi, Hz. Peygamberin en güzel ve en mükemmel örnek sayılması ve kendisine tabi olunması gereği Kur’an’da bizzat emredilmiştir. Allah (c.c.), bizleri yalnızca Kitaba itaatle yükümlü kılmamış, aynı zamanda Resulullah’a (s.a.v.) itaatin de farz olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, İslam ancak sünnetle birlikte gerçek din haline gelir. Kur’an, ancak sünnetin yardımıyla ümmet tarafından anlaşılıp uygulanabilir. Sünnet ise, Resulullah’ın (s.a.v.) sahih hadislerinin toplanması ve sonra da büyük âlimler tarafından yorumlanması ile oluşan Ehl-i Sünnet düşüncesiyle belirginleşir.

Kur’an, Sünnete bağlanmayı emir buyurmaktadır

Özellikle, “sünneti terk etmiş İslam” tehlikesine dikkat çekmek gerekir. Öncelikle bilinmelidir ki, sünnet, Kur’an’dan ayrı değildir. Sünnet; Kelâmullah’ın ifadesiyle “son Peygamber, âlemlere rahmet, büyük ahlak sahibi, mü’minlere pek düşkün, onların sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen, onların ağır yüklerini üzerlerindeki taassup zincirlerini indiren Allah (c.c.) elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)” tarafından ortaya konmuş Kur’an’ın evrensel yorumu ve tatbikidir. Bu yorum olmadan Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata geçirilip uygulanması mümkün değildir. Örneğin, Kur’an mü’minlere; diğer mü’minlere karşı şefkatli olmayı, güzel ve tatlı konuşmayı, tevazulu davranmayı, kâfirlere karşı ise, sert ve caydırıcı olmayı emretmiştir. Temizliği ve namazı farz etmiştir. Ancak bunların nasıl gerçekleştirileceği Kur’an’da detaylı bildirilmemiştir. Nasıl şefkat gösterileceği, nasıl “sert ve caydırıcı” olunabileceği, namazın nasıl eda edileceği, bunların ölçüsü belirtilmemiştir. Örneğin Sünneti, yani Efendimizin örnekliğini ve öğretilerini dikkate almadan, sadece Kur’an’daki ilgili ayetlerle bir rekât namaz kılmak bile mümkün değildir. Peki mü’min, bunların nasıl ve ne ölçüde uygulanacağını nereden öğrenecektir. Kur’an şu hükmü verir:

Andolsun sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredip (Rabbine bağlananlar ve Kur’ani gerçekleri ananlar) için Allah’ın Resulû’nde (her konuda uyulacak) en güzel (ve mükemmel) bir örnek vardır. (Huzur ve şuurla yapılan devamlı zikir ve fikir, insanı örnek alınacak bir tevekkül ve teslimiyet olgunluğuna ulaştırır.)(Ahzab Suresi: 21)

Resulûllah (s.a.v.), her konuda ve kıyamete kadar en güzel örnektir. Mü’min, Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetine bakar ve uygulamaları oradan öğrenir. Nitekim sünnete bakıldığında hemen görülür ki, Resulullah (s.a.v.) ümmetine her konuyu öğretmiş, onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. Bunda küçük işlerle meşguliyet gibi bir basitlik değil, en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmeme derecesinde bir ciddiyet, sorumluluk ve hassasiyet gözetilmiştir. Bu durum, Resulûllah’ın (s.a.v.) ümmetine Kur’an ile birlikte bir de “hikmet”i öğretmekte oluşunun bir gereğidir. Bir ayet, bu konuyu şöyle açıklamıştır:

Andolsun ki Allah mü’minlere, içlerinden onlara kendilerinden bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. (Oysa) Ondan öncesinde onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.(Ali İmran Suresi: 164) Alimlerimiz ayetteki “Hikmet”in sünnet olduğunu söylemiştir.

Resulullah’a her konuda İttiba ve İtaat şarttır

Resulullah’ın (s.a.v.) mü’minler için taşıdığı hayati önem, Ona hitap eden ayetlerde şöyle vurgulanır:

“(Ey Resulûm) Kesinlikle Biz Seni (sadece) şahit, müjdeleyici ve inzar (ikaz ve irşat) edici olarak göndermişizdir… Ki (Ey Kullarım bu vesile ile siz) Allah’a ve Resulûne iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz, Ona içtenlikle saygı gösterip (dinine ve davasına) yardım etmeniz; ve sabah akşam (her yerde ve her halde) Onu (hatırlayıp) tesbihle yüceltmeniz (ve Onun emir ve hükümlerine göre hayat sürüp huzura ermeniz) içindir. Şüphesiz (Hakk ve adalet hakîm kılınsın, zulüm ve küfür düzenleri yıkılsın diye, imani ve insani bir mesuliyetle) Sana biat edenler, (aslında ve aynen) ancak Allah’a biat etmiş (gibi)dir. (Sanki) Allah’ın eli (Seninle biat ve itaat sözleşmesi yapan) şahısların elleri üzerindedir. (Hakk ve hayır adına biat edip sadakat gösterenler Allah’ın özel inayeti ve hidayeti içindedir.) Bu nedenle artık kim ahdini bozar (davadan ve sadakatten ayrılır)sa, o sadece kendi aleyhine ahdini bozmuş birisidir. Her kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterir (sadakat, samimiyet ve gayretini devam ettirir)se, (Allah kesinlikle) ona da büyük bir ecir (şeref ve zafer) verecektir.” (Fetih Suresi: 8-10)

Resulullah’a biat eden, Allah’a biat etmiştir. Bu ilahi kural, bir başka ayette şöyle açıklanır: “Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. (Hz. Peygamber; hem tebliğ hem de teşri (hüküm belirleme) ile görevli ve yetkilidir.)…” (Nisa Suresi: 80) Dikkat edilirse, ayette “Resulûllah’a itaat” kavramı üzerinde önemle durulmaktadır. İşte bu kavram, Resulûllah’ın (s.a.v.) az önce değindiğimiz “örnek olma” vasfının yanında, ikinci bir vasfı, “hüküm koyucu” özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kur’an göstermektedir ki, Resulûllah’ın (s.a.v.) kararlarına ve koyduğu kurallara uymak, aynı Allah’ın (c.c.) kitabındaki ayetlere uymak gibi farzdır. Nitekim bir başka ayet, Resulûllah’ın (s.a.v.) söz konusu yasaklama ve emretme yetkilerini şöyle açıklamaktadır:

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan Elçiye (Hz. Muhammed’e SAV) tabi olurlar. Ki, O onlara marufu (iyiliği) emreder, münkeri (kötülüğü) nehyeder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıp (öğütler) ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indirip hafifletir. İşte Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edip (işini kolaylaştıranlar) ve Onunla birlikte indirilen nura tabi olanlar, elbette kurtuluşa erenler bunlardır. (Not: Bu ayeti kerime, Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hıristiyanların, son Elçi Hz. Muhammed Aleyhisselam’a iman ve itaat etmeden felaha kavuşamayacaklarını vurgulamaktadır.) (Araf Suresi: 157)

Bir diğer ayette ise şöyle buyrulmaktadır:

“… Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. …” (Haşr Suresi: 7) Bu ayetler, Hz. Peygamberin, Kur’an’da haram kılınmış olan şeylerin dışında da bazı şeyleri ümmetine yasaklayabileceğinin kanıtıdır. Bu nedenledir ki, peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurur: “Sizi bir şeyden men ettiğim zaman ondan kesinlikle kaçının. Bir şey emrettiğimde ise, onu gücünüz yettiğince yerine getirmeye çalışın” (Buhari, İ’tisam 2)

Başka ayetlerde de peygamberin söz konusu “hüküm koyucu” özelliği şöyle haber verilir. Mü’minlerin anlaşamadığı herhangi bir konu, Resulûllah’a (s.a.v.) götürülecek ve o karar verecektir:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin (Kur’an’a uyun), Peygambere (sünnetine tabi olun), ve sizden olan “Ulu’l-Emr’e” (inandığınız gibi hak ve hayır üzere sizi yönetenlere, gerçek ilim ve içtihat ehline) de itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşamayıp çekişirseniz, onu hemen Allah’a (Kur’an’a) ve Resulûne (sünnete) arz edip (bunlara göre hüküm verin.) Şayet Allah’a ve ahirete inanıyorsanız bu sizin için daha hayırlı ve netice olarak daha güzeldir.” (Nisa Suresi: 59)

Resulullah’ın (s.a.v.) söz konusu hüküm verici özelliği o denli kesindir ki, buna itaat etmeyen, hem de kalbinde bir sıkıntı duymadan, seve seve itaat etmeyenler mü’min sayılmamaktadır:

“(Ey Nebim) Yok (onların zannettiği gibi) değil; Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp, sonra Senin verdiğin hükme, (hem de) içlerinde hiçbir sıkıntı (ve gizli itiraz) duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, hakkıyla iman etmemişlerdir.” (Nisa Suresi: 65)

Bir başka ayet, Resulullah’ın (s.a.v.) hükmünün kesinliğini şöyle vurgulanır:

“Allah ve Resulû, bir işe hükmettiği (bir konuda karar verdiği) zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine (ve beklentilerine) göre (başka görüşleri) seçme ve tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulû’ne isyan ederse (Ayet ve hadislerin açık hükümlerini çiğner ve kendi keyfince te’vil edip tersine çevirirse), işte gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzab Suresi: 36)

Resulullah’ın (s.a.v.) bu “hüküm verici” vasfına karşı çıkmanın, Onun verdiği hükme itiraza kalkışmanın ise küfür olduğu vurgulanmıştır ve cehennemle cezalandırılacağı uyarılmıştır:

“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Batılın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) elçiye muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve Şeytani kurallarına) uyarsa, onu döndüğü (ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü bir yataktır!” (Nisa Suresi: 115)

Hz. Peygamberin hüküm koyuculuğu ve örnek olma vasfı, Kur’an’da bu denli muhkem bir biçimde açıklanmışken, Resulûllah’ın (s.a.v.) sünnetindenDevamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.