PKK’NIN KIŞKIRTILMASI VE TÜRKİYE’NİN KUŞATILMASI

879
Paylaş:

23 Mayıs 2018

               Şiir:

Kandırıldım, kana kana

Ülke yağma, devlet laçka…

Sataşırım, bak her yana

Kahraman yok, benden başka…

        

Suriye’de her şey, PYD’nin çıkarınaydı!

PYD, ABD’nin de desteği ile Suriye’de hızla yayılmaya başlamıştı. Yakın zamanda ağırlıklı olarak Türkmen ve Arapların yaşadığı bölgeleri de işgal eden PYD’nin alan hâkimiyeti yüzde 23’e çıkarken DEAŞ’inki ise yüzde 14’e gerilemiş durumdaydı. Yapılan harita alan ölçümlerine göre, yaklaşık 185 bin kilometrekare olan Suriye’de DEAŞ ve PKK/PYD terör örgütleri ülkenin toplam yüzde 37’sini işgal altına almışlardı. 27 bin kilometrekare civarında bir alanı işgal eden DEAŞ, halen ülkenin yüzde 14’üne hâkim durumdaydı. Fırat Kalkanı Harekâtı’nın Türkiye sınırından uzaklaştırdığı DEAŞ, ülkenin doğusunda, Irak sınırında ve Humus çöl alanı ile Dera ve Hama doğusunda varlığını korumaktaydı. Harekâtla 2 bin 60 kilometrekare alan DEAŞ ile PKK/PYD’den arındırılmıştı.
PYD/PKK işgali yüzde 23’e ulaşmıştı!
Terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin kontrolündeki alan, 41 bin kilometrekare ile ülkenin yaklaşık yüzde 23’üne tekabül ediyordu. Örgüt, yalnızca son 5 ayda, 2 bin 500 kilometrekareyi ABD’nin desteğiyle ele geçirmiş durumdaydı. Örgüt, ayrıca Suriye-Türkiye sınırının da yüzde 65’ine hâkim bulunmaktaydı. PYD, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca, doğuda Haseke ve Rakka ilinin kuzeyi, Halep’in doğusundaki Münbiç ilçelerini işgal altında tutmaktaydı.
DEAŞ, PKK’ya Alan Açmaktaydı
Terör örgütü DEAŞ’ın, Suriye-Irak sınırındaki Deyrizor ilinde PKK/PYD karşısında hiç çatışmaksızın yaklaşık 100 kilometre kadar çekilmesi enteresandı. PKK/PYD ise, ABD desteğiyle başlattığı operasyonda Suriye’nin doğusunda Irak sınırına hâkim Deyrizor kent kırsalının kuzeydoğusuna doğru hızla ilerliyorlardı. 
ABD’nin CENTCOM’u bölgemizi işgal ordularıydı!
ABD, İran’da Şah rejiminin devrilmesi ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali üzerine Ortadoğu ve Güney Batı Asya’da tüm kuvvetlerini birleştirerek olaylara müdahalede daha hızlı intikal sağlamak ve en önemlisi Basra Körfezi üzerinde hâkimiyet alanı oluşturmak için Mart 1980’de “Acil İntikal Kuvveti Müşterek Görev Gücü”nü (RDJTF) kurmuşlardı. Daha sonra bu gücü; Tampa, Florida’da yer alan Mac Dill Hava Kuvvetleri Üssü’nde oluşturduğu ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (USCENTCOM) genel karargâhıyla birleştirme kararı almışlardı. Şu anda Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta aktif rol oynayan ve NATO dışında önemli bir işleve sahip olan CENTCOM, Fort Irwin, California’daki Ulusal Eğitim Merkezi başta olmak üzere, Ortadoğu’nun coğrafi şartlarında görev yapabilecek piyadelerin yetiştirilmesine ağırlık vererek, ABD’nin çıkarlarının korunması amacıyla uzun vadeli hazırlıklar içerisinde olduğu bilinip durmaktadır.
Trump’un Kudüs küstahlığı ve ümmetin Erbakan duyarlılığına olan ihtiyacı!
Sn. Erdoğan’ın: “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisi sayılmaktadır. İsrail’in başkenti yapılması durumunda, İsrail’le diplomatik ilişkilerimizi koparmak ve İslam dünyasını ayağa kaldırmak dahil her yola başvurulacaktır…” tepkileri haklıydı, ama maalesef kof çıkışlardı. Çünkü Trump’ın bütün bu çıkışları ciddiye almayarak, hem de küstah ve kışkırtıcı bir tavırla “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını”açıklamasının ardından, en azından İsrail’le diplomatik ilişkileri derhal kesmemiz ve imzalanan normalleşme anlaşmasından vazgeçtiğimizi ilan etmemiz lazımdı. Ama Sn. Erdoğan’dan böyle caydırıcı ve İslam dünyasına umut aşılayıcı kararlar beklemek boşunaydı.
Aslında Kudüs, 2005 yılında Başbakan Erdoğan’ın İsrail ziyaretinde, dönemin baş kasabı Ariel Şaron’un kendisine: “Yahudi milletinin ve İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz!” diye küstahlaştığı zaman susulduğunda düşmüş olmaktaydı…
Kudüs; İsrail’in katil Cumhurbaşkanı TBMM’de ağırlanıp alkışlatıldığında bizden çıkmıştı!..
Kudüs; Büyük İsrail’e zemin hazırlamak üzere kurgulanan BOP’a Eşbaşkan yapıldığınızda Siyonizm’e kaptırılmıştı!..
Kudüs; Şehitlerimizin ve haysiyetimizin 20 milyona satıldığı Mavi Marmara Davası müzakerelerinde atılan imzalarla elimizden kaymıştı…
Kudüs; İsrail’le Normalleşme Anlaşması imzalanırken zaten gözden çıkarılmıştı!..
Bu gidişle Kudüs tamamen elden çıkacaktı!
İşgalci oluşum İsrail, dolaylı şekilde “başkenti” olarak Türkiye’ye kabul ettirdiği Kudüs’ü Trump’a da kabul ettirmeyi başarmıştı. 9 Aralık 1917 yılında Osmanlı’dan düşen Kudüs şehrini Müslümanların kaybetmesinin 100. yılında yeni bir işgal girişimi ile karşı karşıyaydı. Beyaz Saray’dan bir yetkili, “Bu, ‘olacak mı veya olmayacak mı’ meselesi değil ‘ne zaman olacak’ meselesidir.” diyerek niyetini açığa vurmuşlardı.
ABD Başkanı Trump’ın skandal Kudüs kararının ardından bir skandal hamle de Google ve Yandex’ten gelmesi bir tesadüf sanılmasındı!
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanımasından sonra, Dünya Liderlerinden cılız tepkiler gelmesine rağmen önce AB ülkesi Çekya Kudüs kararının altına imza atmıştı. Ardından ise Amerikan Google ve Rus Yandex harita uygulamalarında Kudüs’ü başkent olarak göstermeye başlamıştı.
Putin’e göre: “Suriye’de Yahudi ve Hıristiyanların yeri hazır”mış!
Rusya Devlet Başkanı Putin, “Suriye’nin tüm bölgeleri teröristlerden temizlendi” diyerek Yahudi ve Hıristiyanlar için Suriye’de ortamın sağlandığını açıklaması, ahmakları şaşırtmıştı. Vladimir Putin, Ortodoks kiliselerinin delegasyonlarının başkanlarıyla yaptığı toplantıda Hıristiyanların tarihi ikamet yerleri de dahil olmak üzere Suriye’nin neredeyse tamamının teröristlerden temizlendiğini vurgulamıştı. “Günümüzde Suriye’deki durum giderek değişiyor. Suriye Silahlı Kuvvetleri, Rus askeri desteğiyle pratikte Hıristiyanlar için tarihi ikamet yerleri de dahil olmak üzere ülkenin neredeyse tüm bölgelerinden teröristler temizlendi.” ifadelerini kullanmıştı. Putin, Rusya’nın Suriye Yahudi nüfusunun temsilcileri ve New York’tan gelen Yahudi örgütleriyle zaten temas halinde olduğunu belirterek, “Bu sorunun üzerinde birlikte çalışacağız.” sözünü verdiğini hatırlatmıştı.
3. Dünya Savaşı’na ramak kalmıştı!
İsrail jetleri Suriye’deki İran üssünü vurmuşlardı. İsrail savaş uçakları Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki İran askeri üssüne ani bir saldırı yapmışlardı.
Atatürk’ün Kudüs duyarlılığı, İslamcı münafıkların tutarsızlığı!
İslam dünyasında büyük öneme sahip Kudüs ve Mescid-i Aksa için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Avrupa’ya rest çektiğini bir kez daha hatırlatmamız lazımdı.
Atatürk’ün 1937’de TBMM’de yaptığı bir konuşma Kudüs kriziyle birlikte uluslararası arenada yeniden gündeme taşınmıştı. Milli Çözüm Dergisi’nde yıllar önce yazılan ve şimdi Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan haberde yer alan belgeye göre Atatürk bütün Batı’yı (Amerika ve Avrupa’yı) Filistin konusunda sert bir dille uyarmışlardı. Atatürk’ün Haçlı Batı’ya Filistin konusunda ültimatom verdiğini gösterir açıklamalarında şunları vurgulamıştı: “Biz vakıa, birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edilip (iftiraya uğradık). Fakat bu ithamlara rağmen Hz. Peygamberin son arzusunu, yani mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalması hususunu temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Avrupa’nın bu mukaddes yerlere temellük etmek (Filistin’i işgal edip ele geçirmek) için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.”
Atatürk’ün bu kararlı ve caydırıcı uyarıları Siyonistleri, İsrail’in resmen kuruluş ilanını tam 11 yıl geciktirmeye mecbur bırakmıştı. Ve bu nedenle Siyonist sermaye baronu David Rockefeller hatırasında “Mustafa Kemal’i nefret ve husumetle anmıştı!.” ve açıkça kinini kusmaktan sakınmamıştı. Bizdeki Atatürk karşıtı din istismarcılarının ve ucuz kahramanların utanmaları lazımdı.
Sinsi ve daha tehlikeli tehditler kapımızdadır!
Ortadoğu’nun çıbanbaşı, dünyanın şımarık seçkin ve vahşi evladı, İngiliz’in ve ABD’nin Ortadoğu’daki kırbacı olan İsrail giderek kudurmaktadır. Vaat edilmiş topraklar uğruna ABD’nin İngiltere’nin zahiren oyuncağı ve ileri karakolu, gerçekte ise boyunbağı olan İsrail, şimdi mukadder akıbetine doğru koşmaktadır. Türkiye-Rusya-İran’ın Suriye ittifakı henüz oturmamıştır, akıbetinin ne olacağı ise karanlıktır. Fakat bu kadarı bile Ortadoğu’da dengelerin alt-üst edilmesine bahane yapılmıştır. ABD’nin Kudüs çıkışının en önemli sebebi sayılmıştır. Daha önce Milli Çözüm Dergimizde defalarca yazdık: Belki de Türkiye’ye ve bölgeye planladıkları bir müdahaleye gerekçe yapılsın diye, casus danışmanları ve bürokratları vasıtası ile Sn. Erdoğan Rusya ve İran tarafına kaydırılmıştı!? Türkiye’de ise Meclis’te bütün muhalefetin ortak metne imza koyması önemli bir aşamadır. Bu hamleler karşısında Türkiye’nin tepkilerini kesmeye yönelik ABD, İsrail ve İngilizlerin içimizde ciddi karışıklıklar çıkarmak isteyecekleri konuşulmaktadır. Bunun yeni bir darbenin ötesine geçme ihtimali tartışılmaktadır.
Maalesef Türkiye’nin teknik alt yapısı ABD ve Batı’ya bağlıdır. Teknolojik olarak her şey onların kontrolü altındadır. Bankaların, iletişim ağlarının, sosyal medyanın ana serverleri direkt ABD ve Batı’daki sistemlere bağlıdır. Aynı şey NATO üyeliğimiz nedeniyle güvenlik ağlarımızda da böyledir, her şeyimiz Brüksel’e bağlıdır. Korkulan şudur ki; bir gün ABD ve Batı, eğer Türkiye’de ekip oluşturup darbe yapmak istediğinde 15 Temmuz’dan aldıkları dersle öncelikle bankalar, internet bağlantıları, cep telefonu ağlarının devre dışı bırakılması ile işe başlayacaklardır. 15 Temmuz’un bir laboratuar görevi yaptığı, daha kanlı bir darbe girişimi için eksiklikleri tamamlamaya ve sosyolojik analizler çıkarmaya yaradığı vurgulanmaktadır. Bu darbe için yeni maşalar bile hazırdır. FETÖ’nün yurtdışına kaçan ve içeride deşifre olmayan hücreleri kullanılacaktır. Bunlar ABD ve Batı’nın en önemli kaynaklarıdır. Şu an tutuklu bulunanlara sürekli ‘Az kaldı. Sabredin. Bu zulüm bitecek’telkinleri bunun için yapılmaktadır. Son zamanlarda bu telkinler tutuklu bulunan ailelerde de yaygınlaşmıştır.
Örneğin; FETÖ’nün Zekeriya Öz gibi tetikçileri Almanya’ya kaçarken, ekonomi ayağında bulunanların tercihi ise İngiltere olmaktaydı. Türkiye ise hangi FETÖ’cünün nereye kaçtığını tek tek saptamıştı. Bu ülkeye kaçan FETÖ’cüler Başbakan Binali Yıldırım’ın resmi temaslar için gittiği İngiltere’de de gündeme taşınmıştı. Ancak İngiliz Savunma Bakanı, FETÖ’cüler hakkında bilgisinin olmadığını söyleyip çıkmıştı. Yıldırım, gerek İngiltere Başbakanı Teresa May ile gerçekleştirdiği baş başa görüşmede gerekse heyetler arası görüşmede Akın İpek’in, 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi millete “dışarı çıkmayın” çağrısı yapan kaçak FETÖ’cü Kerim Balcı’nın ve İngiltere Savunma Bakanlığı’na bağlı lojmanlarda ikamet ettiği tespit edilen 9 askerin iadesini istemiş, ancak “haberimiz yok!” karşılığını almıştı. Oysa terör örgütü FETÖ’nün kasası olan Akın İpek İngiltere’de 2014 yılında Koza Altın isminde sermayesi 60 milyon sterlin yani 216 milyon TL olan bir şirket kurduğu ve orada yaşadığı saptanmıştı. Yine kaçak FETÖ’cü Kerim Balcı’nın da elini kolunu sallayarak İngiltere’de gezip dolaştığı ve konferanslar vererek Türkiye aleyhine kara propagandalar yaptığı bilinip durmaktaydı.
Şu sorunun cevabı hayati bir önem taşımaktadır; bir gün aniden banka kartlarınız kullanılmaz, cep telefonlarınız çalışmaz, internet bağlantılarına ulaşılmaz hale gelir ise ne yapılması lazımdır? Halkımız 15 Temmuz’da sosyal medya üzerinden cep telefonları kanalı ile hızlı bir şekilde haberleşme imkânlarını kullanmıştı. Millet sürekli iletişim halinde ve irtibatlıydı. Bu seferki darbe girişimine bu açılardan bakmakta fayda vardı ve gerekli tedbirler mutlaka alınmalıydı” tespit ve tavsiyelerine kesinlikle uyulmalıydı!..
Elbette dış güçler ve içerideki masonik-sabataist çevreler, ikbal ve imkân hırsıyla ayartıp Erbakan’dan kopardıkları; medya manipülasyonları ve din istismarıyla iktidara taşıdıkları Sn. R. Tayyip Erdoğan’a, maalesef çok derin tahribatlar ve çok tehlikeli icraatlar yaptırmışlardı. Şimdi aynı odakların ve içerideki uzantılarının, şantaj amaçlı belgeledikleri bütün bu yanlışlık ve haksızlıklarını bahane ederek Sn. Cumhurbaşkanının şahsında, Devletimizi yıkmaya ve Türkiye’mizi dağıtmaya yeltendikleri anlaşılmaktadır. Küresel Siyonizm’in baronları ve Erdoğan’ın etrafını sarmış bazı Bakanları, Danışmanları ve yandaş yazarları eliyle, Cumhurbaşkanı üzerinden ülkemizin bağımsızlığına ve Devletimizin bekasına açıkça kast etmeye başlamışlardır. Bu ahval ve şerait (bu durum ve şartlar) altında, “Pire için yorgan yakılmasına göz yummak ahmaklıktır” gerçeği icabınca, Sn. Cumhurbaşkanına sahip çıkmak ve bu kuşatılmışlık badiresini atlatmasına yardımcı olmak, iz’an ve vicdan ehli her vatandaşımızın tarihi görevi sayılmalıdır.
Yahudi asıllı Siyonist kafalı Graham Fuller, Fetullah Gülen’in ABD’deki Yeşil Kart başvuru sürecinde “Kendisinin Amerika için bir güvenlik tehdidi oluşturmayacağını veya radikal bir unsur sayılmayacağını” anlatan bir teminat/kefalet mektubu vererek Gülen’in ABD’de kalmasını sağlayan kişilerin arasındaydı. Rusça, Türkçe, Arapça ve Çince bilen Yahudi asıllı bir CIA Ajanıydı.
Bu Siyonist Ajanın: “Erdoğan 2019 seçimlerinde ağır bedel ödemekten kurtulamayacaktır!” tehdit ve küstahlığını biraz açmamız lazımdır.
a) Bu sözler, “Türkiye benzeri ülkelerdeki seçimleri yönlendiren ve istedikleri partiyi iktidara getiren CIA’dır. Nitekim Sn. Erdoğan’ı da bilinen vaatler karşısında Erbakan’dan koparıp iktidara taşıyan da Amerika’dır.” gerçeğinin itirafıdır.
b) Bu tehditler; sözde demokratik seçimleri manipüle edecek, muhalif ve yandaş medya patronlarının, yazarlarının ve yorumcularının ve kamuoyu araştırmacılarının da bir şekilde CIA’nin ve Siyonist odakların güdümüne alındığını ortaya koymaktadır.
Öyle ise, bir CIA ajanının Türkiye Cumhurbaşkanını açıkça tehdit etmeye kalkıştığı, Sn. Erdoğan’ın kötü icraatları ve tahribatları bahanesiyle, onun üzerinden Devletimizin dağıtılmaya ve ülkemizin parçalanmaya çalışıldığı bir süreçte; Siyonist odakların değil Cumhurbaşkanının yanında durmak; inancımızın, vicdanımızın ve Milli duyarlılık ve sorumluluklarımızın icabıdır. Bu tavır asla, AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ın yanlış ve yıkıcı icraatlarını desteklemek anlamını taşımamaktadır. Elbette Sn. Erdoğan’dan ve iktidarından da yaptıklarının hesabı sorulmalıdır. Ancak bunu Fuller gibi CIA ajanlarına bırakmamalı; Milletimiz olarak, Milli şuurla ve Milli kurumlarımızca yapılmalıdır.
Evet, Türkiye AKP kafasından, bilerek-bilmeyerek yaptığı tahribatlardan, ülkemizi ve bölgemizi sürüklediği yanlış mecra ve maceralardan mutlaka kurtulmalıdır. Ancak bu değişim; meşru zeminler, hukuki kaideler, demokratik yöntemler ve kesinlikle Milli hedefler doğrultusunda yapılmalıdır. Sn. Erdoğan’ın, günübirlik plansız ve programsız adımları, stratejik derinlikten uzak açılımları, Milli prensip ve projelere dayanmayan ittifak ve irtibatları… Ve hele faizci-rantiyeci ve borca endeksli ekonomi uygulamaları ve teslimiyetçi AB ve ABD politikaları, temelinden ve tümüyle yanlıştır, çünkü bunlarla ülkemizin altı oyulmakta ve geleceğimiz karartılmaktadır. Ancak bunların hiç birisi, Sn. Erdoğan’ın şahsında ülke bütünlüğümüze, Milli birlik ve dirliğimize yönelik saldırı hesaplarını hoş karşılamamıza, gaflet ve dalalete düşüp bunları alkışlamamıza gerekçe oluşturmamalıdır. Ne bazı eski solcuların “Erdoğan Rusya ve İran’a yaklaşıp bizim çizgimize kaymıştır. Bu nedenle sahip çıkılmalıdır” gibi marazlı mantığıyla, ne bazı sağcıların, şahsi ve siyasi gelecek garantisi arayışıyla, ne de AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın tahripçi icraatlarına ve tehlikeli irtibatlarına ideolojik kılıflar sarma amacıyla değil; tamamen Milli bir gayretle ve vicdani bir mesuliyetle bu satırlar yazılmıştır. 50 yıllık çileli ve istikametli hayatımız ve 70 kitabımız bu yaklaşımlarımızdaki samimiyetimizin kanıtıdır.
Erbakan’a göre; Batı Aygırı ve Hırvat Generalin intiharı         
Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki (ICTY), ‘Prlic ve diğerleri’ davasının temyiz duruşmasında, 20 yıl hapis cezası kararı verildiğinin açıklanmasının ardından, binlerce Boşnak Müslüman katili Hırvat General Slobodan Praljak ‘zehir içerek’ hayatına son vermişti. Zehir içerek intihar eden bu cani, mahkeme heyetine sitemli bir mesaj vermek istemişti. “Bizim Haçlı-Batı düşüncemizde ve Darwinist felsefede, insan bile kabul edilmeyen ve bertaraf edilmeleri gereken Müslümanları katlettim diye, tebrik ve taltif edileceğim yerde, ne diye suçlu muamelesi görmekte ve ceza çekmekteyim?”
Barbarların bilimsel sahtekârı Darwin de, aslında ırkçıydı ve Türk ve İslam düşmanıydı. W. Graham’a yazdığı 3 Temmuz 1881 tarihli mektubunda, ırkçı ve ahlaksız düşüncesini şöyle anlatmıştı: “(…) Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN (ve Müslümanların) çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elemine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum.”
Bosna’da Müslüman katili Slobodan Praljak’ın intiharı ve iması bize bir kez daha Erbakan Hoca’yı hatırlatmış ve O’nun haklılığını kanıtlamıştı.
Öncelikle vurgulayalım ki; Erbakan Hoca, Batılı halklara, Avrupa ve Amerika’da yaşayanlara, Yahudi veya Hristiyan topluluklara değil; onlara yön veren batıl zihniyetlere ve barbar Siyonist ve emperyalist merkezlere karşıydı. Erbakan Hoca’dan defalarca dinlediğimize göre; ABD’de ve Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan vatandaşlar da bir nevi “demokrat köleler” yapılmıştı, maddi ve manevi olarak sömürülen, hep haksızlığa ve ahlaksızlığa alet edilen bu zavallı insanların da kurtarılmaya ihtiyacı vardı. Yahudi Siyonizm’ini ve Batı emperyalizmini tanımadan ve onlara karşı ciddi ve etkili tedbirler alıp, milli ve yerli kalkınmamızı başarmadan, bu yaygın ve azgın sömürü çarkından kurtulmamız imkânsızdı.
Barbar Batı’nın fikir babalarına göre; “Müslümanlar insan sayılmamaktaydı!”
“Kasım 2017 başlarında İSVEÇ devlet televizyonu SVT’de yayınlanan bir programda konuşan Martin Strid adlı Milletvekili: “Müslümanlar yüzde yüz insan olamamıştır. Eğer skalayı 0 ile 100 arasına koyar isek Müslümanların tam insan olmadığı anlaşılacaktır.” deyip çıkmıştı. Bu şeytani iddialar aslında Barbar Batı düşüncesini yansıtmaktaydı.
Erbakan Hocamıza 40 Sayfalık Mektup Yazdırtan Olay!
Almanya’daki özel ve gizli toplantıya Hoca nasıl katılmıştı, Müslümanlar aleyhindeki sinsi ve gayri insani tuzakların nasıl farkına varmıştı?
Efsane Başbakanımız Rahmetli Erbakan Hocamız, Almanya’da doçentlik tezini bitirdikten sonra çok ilginç ve iğrenç bir olayla karşılaşır. Tez çalışmaları sırasında ünlü bir Alman bilim adamı olan Prof. Schmidt kendisiyle görüşmek için çağırır. Alman bilim adamı, çok acil bir işi çıktığını söyleyerek, özel davetiye ile çağrıldığı önemli bir toplantıda, koltuğu boş görülmesin diye, bu gizli toplantıya kendisinin yerine gitmesini ister ve Erbakan Hoca da onu kırmayıp bu toplantıya katılır. Bakın ondan sonra neler olduğunu Erbakan Hocamızın kendi anlattıklarından ve ayrıntılarından anlamaya çalışalım.
“Yıl 1952, ilkbahar aylarıydı…
Almanya’da doktora tezi ve doçentlik tezi çalışmalarımı bitirdikten sonra Aachen Technische Hochschule’sinde Prof. F.A.F Schmidt ile beraber bugünün harp sanayiinin temelini teşkil eden füzeler ve Leopard tank motorlarının geliştirilmesiyle ilgili araştırmaları yürütüyorduk. Prof. Schmidt, harp içindeki Almanya’nın en üst seviyede araştırmalarını yapan Deutsche Luftfaht Forschung Merkezi’nin en önemli şahsiyeti sayılırdı. Alman ordusunun dünyada ilk defa Avrupa’da yapılan atışla Londra’yı tahrip için kullandığı V1, V2 füzelerinin keşfinde önemli rol oynamıştı. Bir gün Üniversite’nin araştırma laboratuvarında çalışırken benimle görüşmek istediğini söyledi. Önünde, ESSO Petrol Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller’in gizli bir konferansa davet kartı bulunuyordu. Bu konferansa kendisinin gidemeyeceğini, ancak böyle bir şahsın verdiği konferansta isminin yazılı olduğu masanın boş kalmamasına da ehemmiyet verdiğini belirtti. Mümkünse bu konferansa kendi adına benim gidip, yerini almamı rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.
Konferans, o tarihte, harpten çıkmış Almanya’nın yıkık Aachen kentinin ilk tamir edilen, en lüks, en muhteşem binasında yapılıyordu. Bu binada aslında bir termal kaynak bulunduğu için adı Bad Aachen olan Aachen şehrinin ağaçlar içindeki meşhur Kurhaus oteliydi. Girişte sıkı kontroller yapıldı. Davetiyeyi göstererek Prof. Schimdt’in adına onun yerine oturdum. Şehrin Valisi, Başpiskopos’u, profesörler, ileri gelen iş adamları ve yazarlardan müteşekkil en seçkin bir topluluk bu konferansa davet edilmişti.
ESSO Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller açış konuşmasını yaparken:
-“Sizleri her ne kadar “Bugünkü Arabistan” konulu bir konferansa davet ettimse de, bu davetin böyle takdimi konferansın gizliliği münasebetiyledir. Toplantının asıl maksadı şudur: Suudi Arabistan’ın yeni petrol bölgesi Damman’dan geliyorum. Amerikalılarla beraber dünyanın en zengin petrol kaynaklarını bulduk. Amerika’nın ve Avrupa’nın önemli şehirlerinde seçilmiş kimselerle yapılmasını programladığımız bu gizli toplantılarla, bu muazzam servetin Batılıların yararına kullanılmasını nasıl temin edebileceğimizin istişarelerini yapmak istiyoruz. Onun için bu büyük zenginlik hakkında size kısaca bilgi verdikten sonra, aslında ben sizin tavsiyelerinizi dinlemek istiyorum.” dedi.
Suudi Arabistan’da dünyanın en zengin petrol yatakları bulunmuş ve ilk üretim başlamıştı. Buradaki rezervler dünya toplam rezervinin yüzde yirmisine denk büyük ve zengin yataklardı. Batı bu rezervlerin kendi yararına kullanılmasını istiyordu ve daha ilk günden bunun tedbirlerini almaya çalışıyordu.
Dr. Müller, ayrıca konuşması esnasında; Müslümanlık hakkında gerçekle hiç alakası olmayan o kadar yanlış şeyler anlattı ve Müslümanların hakkı olan bu petrolü onlardan alabilmek için toplantıya iştirak edenler de o kadar insanlık dışı haksız teklif ve tavsiyelerde bulundular ki; o gün hayatımın feveran göstermemek için en çok çaba sarf ettiğim günü oldu. Bunlar, M&uumuuml;slümanların evrimlerini henüz tamamlamadığını, bu nedenle tam insan sayılmayacaklarını, bu yüzden sömürülmelerinin ve hatta gerekirse öldürülmelerinin yanlış olmayacağını savunmuşlardı. Her birine hak ettikleri cevabı verebilirdim ama Prof. Schmidt’in yerine gittiğim ve Müslümanlara karşı daha ne gibi şeytani düşünce ve projeleri olduğunu dinleyip öğrenmem gerektiği için susmak zorunda kalmıştım. Ancak reaksiyonumu hemen o gece Türkiye’deki ve çeşitli İslam ülkelerindeki arkadaşlarıma 40 (kırk) sayfalık bir mektup yazarak duyurmak ihtiyacını hissettim.
İşte Batı, körfez petrolüne ilk günden beri bu gözle bakmıştır. Bu petrolü kendi kontrolünde tutmaya her şeyden fazla önem göstermiştir. Ben de Batı’nın kapalı kapılar arkasındaki gerçek yüzünü o gün bizzat görmüş ve dinlemiştim ve tabi bu haksızlığa karşı o günden beri mücadele içindeyim…”
Erbakan’ın Zaferi, Yüksek Cesaret ve Stratejisi Pentagon’da Ders Olarak Okutulmaktaydı!
Maalesef Türkiye NATO’nun güdümlü müttefiki, Tanzimat’tan beri Batı’nın yörüngesine girmiş uydu ülkesi konumundaydı. Bu nedenle asıl mimarı Erbakan olan 1974’teki Şanlı Kıbrıs çıkarması ABD’yi şoka uğratmıştı. Çünkü adalara yapılan çıkarmalar genellikle sıkıntılı ve başarısız olmuşlardı. 1522’de Rodos alınırken 30 bin şehidimiz vardı. Kıbrıs Eylül 1571’de fethedildiğinde: 50 bin şehit verildiği anlaşılmıştı. Ardından Osmanlı donanması İnebahtı’da 30 bin şehit verdi. Girit’te 24 yıllık kuşatma ile 1669’da Kandiye kalesi alındığında 130 bin şehit bırakılmıştı. Ecdadımızın tam 403 yıl önce 50 bin şehit vererek aldığı Kıbrıs, 1974’te bugüne göre o günkü TSK’nın kıt imkânlarıyla Rahmetli Orgeneral Semih Sancar’ın komutasında nasıl sadece 498 şehit verilerek alındığına; Müttefikimiz NATO’nun kışkırtmalarına Avrupa ve Amerika’nın askeri ambargosuna rağmen bu zaferin nasıl başarıldığına, Batılıların bir türlü akılları yatmamıştı.
Viyana’yı Çözen Gâvur Kafa, Kıbrıs’ı Bir Türlü Kavrayamamıştı!
Malazgirt’te, Kosova’da, İstanbul surlarında, Viyana’da, Çanakkale’de Milli Görüş’ün ne olduğunu biraz bilen Haçlı Batı’nın; 1974 Kıbrıs çıkarmasını ve Erbakan’ın strateji dehasını bir türlü çözemediği anlaşılmaktaydı. Milli Gazete’den bir kardeşimiz, bir heyetle birlikte Kıbrıs’ı gezerken görevli rehber aktarmıştı. Daha önce gezdirdiği bir heyetteki, bizzat Amerikan ordusunda görevli bir subay da rehberimize anlatmıştı. ABD’li subaya göre; 1974 Kıbrıs Zaferi’nin başarısı, Pentagon’da askeri okullarda ders olarak okutulmaktaydı! Çünkü adalarda yapılan savaşlar her zaman çok zor, kayıplı, meşakkatli olur ve de kesin zaferle sonuçlanmazdı. Çok sayıda asker hayatını kaybettiği halde, sonuç alınamazdı. Ancak 1974’te tersi yaşanmış, Batılıların ağızları açık kalmıştı. Amerikalı subaya göre, Amerikan Genelkurmay Başkanlığı Pentagon, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı askeri bir strateji dehasının ürünü olarak yorumlamıştı. Ve bunun nasıl gerçekleştiğini, askeri okullarında ders olarak okutma kararı alınmıştı.
İslam; Hem Doğu’yu hem Batı’yı… Hem geri bırakılmış ve işgale uğramış Müslümanları hem Hıristiyan dünyasını… Hem Kapitalizmin kıskacında kıvrananları, hem Komünist rejimler altında çağdaş kölelik yaşayanları; bu zulüm ve zilletten kurtaracak, herkesi temel insan haklarına ve evrensel hukuk ve huzur kurallarına kavuşturacak Hak Dinin ve Adil Düzen’in adıydı… Ve Erbakan bu kutlu hakikat kaynağının çağımızdaki tercümanıydı…
Hoca, Washington’da Amerikalıları Nasıl Fırçalamıştı?
Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın uluslararası gezilerin bazılarında O’nun tercümanlığını yapan Temel Karamollaoğlu o döneme ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunmuşlardı.
Nezâket abidesi Necmettin Erbakan’ın konu İslam Davası ve ülke çıkarları olunca nasıl celallendiğinin “Washington’da üst düzey Amerikalılara toplantıda öyle fırçaları vardı ki; biz bile tercüme etmekte tereddütler yaşadık. O’nda ise tereddüt ve endişenin eseri yoktu.” itirafları kanıtıydı. Evet, dış ülkelerde ve yabancı heyetler önünde Erbakan Hoca’nın tercümanlığını yapanların bir kısmının ya korkusundan veya bilgi kısırlığından; İngilizce, Arapça ve Almanca tercümelerindeki yanlışlık ve noksanlıkları Erbakan’ın nasıl düzelttiğine bizler de şahit olanlardanız. O toplantıda Hoca’nın “ABD aygır gibi tepiniyor.” cümlesi salonda buz gibi bir hava oluştururken Hoca’nın hız kesmeyerek “Bu azgın aygırın zapt edilmesi lazım!” cümleleri toplantı salonunda bomba tesiri yapmıştı. Amerika’da Washington’da üst düzey NATO Komutanları ve Büyükelçilerin bulunduğu toplantıda Erbakan’ın bu cesur ve onurlu konuşması salonu karıştırmıştı. Amerika’da Amerikalılara “Amerika azgın bir aygıra benziyor, sadece tekmeleyip etrafında ne varsa yok ediyor; Amerika’yı dizginlemek lazım, işte vazifemiz budur.” diyebilen tek Lider Erbakan’dı.[1]
Batı emperyalizmi ve Siyonizm, terbiye edilmemiş bir aygır gibi insanlığı tekmeleyip duruyorlardı. Siyonizm timsahının üst çenesi ABD, alt çenesi AB, kuyruğu İsrail, gövdesi ise işbirlikçi İslam yöneticileri olmaktaydı.
Erbakan’ın Milli Görüş ve Milli Çözüm Vurguları Şeytanın dostlarını telaşlandırmıştı!
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”[2]
Başka bir yerde, Aziz Hocamız şöyle buyurmuşlardı:
“Bu hükümet gider, dert biter zannedilmesin. Batı kulüp gider Milli Görüş gelirse bu problemler aşılır. Ancak kurtuluşa böyle ulaşılır. İşte acı tecrübelerden sonra geldiğimiz nokta budur!
Öyleyse bir Cumhurbaşkanından üç tane temel şart istiyoruz:
1- Bu Cumhurbaşkanı bizzat kendi inancı itibariyle Batı kulüp zihniyetine sahip olmamalıdır. Milli Görüş’e (bu milletin inancına) sahip olmalıdır.
2- Türkiye’nin kurtuluşunun Batı kulüp zihniyetli hükümetlerde değil; Milli Görüş zihniyetli MİLLİ ÇÖZÜM’de olduğuna inanmış, bunu idrak etmiş bir insan olmalıdır.
3- Ve bunlara ilaveten de Cumhurbaşkanı olacak bu kimsenin; bu hayırlı ve başarılı neticeleri meydana getirmek için; başkasının tesiri altında kalan değil; bizzat kendi gayretiyle çalışan ve mâniaları tek tek aşan bir insan olması lazımdır.”[3]
Dış politika palavraları ve 3. Dünya Savaşı hazırlığı
Suudi Amerika’da Arap sonbaharı ve 3. Dünya Savaşı hazırlığı!
İsrail İletişim Bakanı Eyüp Kara, Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh’i, “İsrail’e karşı savaşmanın caiz olmadığı ve Hamas’ın terör örgütü olduğu” yönündeki fetvasından dolayı tebrik ederek ülkesine çağırmıştı. Yahudi asıllı bir Dürzi olan Siyonist Bakan Kara, Twitter hesabından şu mesajı paylaşmıştı: “Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh’i Yahudilere karşı savaşmayı ve onları öldürmeyi yasaklayan fetvasından dolayı tebrik ediyoruz. Al-i Şeyh, Hamas’ın terör örgütü olduğunu ve Filistinlilere zarar verdiğini, Mescidi Aksa’da yapılan gösterilerin demagojik olduğunu ve İsrail ordusu ile Hizbullah’ı yok etmek için iş birliği yapılabileceğini söylüyor. Ben Müftü’yü İsrail’i ziyaret etmeye davet ediyorum; yüksek düzeyli bir saygı ile karşılanacaktır.”
Suudi Müftüsü Abdülaziz Al-i Şeyh, yerel bir televizyon kanalında katıldığı programa telefonla bağlanan izleyicinin; 2017 Temmuz ayında Mescid-i Aksa’da yaşanan olaylarla ilgili sorusuna verdiği cevapta: “İsrail’e karşı savaşmanın caiz olmadığını, Hamas’ın terör örgütü sayıldığını ve Hizbullah’a karşı İsrail ordusuyla iş birliği yapılmasını” vurgulamıştı. Bu haber ve Suud Müftüsünün iğrençliği, Suudi Arabistan’daki değişim ve dönüşüm tezgâhının perde arkasını ve amacını ortaya koymaktaydı.
Veliaht Prens’in gizli planı: İsrail ‘kardeş ülke’ olacaktı!
Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, Krallığı batılılaştırarak İsrail’i ‘kardeş devlet’ ilan etmeye hazırlandığı ortaya çıkmıştı. Suudi Arabistan Kraliyet ailesi üyelerinden biri tarafından kullanıldığı düşünülen Müctehid isimli Twitter hesabı ülkede, İsrail’in kardeş ‘devlet ilan’ edilmesi üzerine gizli bir plan olduğunu açıklamıştı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ülkeyi batılılaştırmak istediğini öne süren Twitter kullanıcısı, “Plana Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Bahreyn de dahil. Ayrıca İsrail ve Trump yönetimi de bu girişimi destekliyor” bilgisini paylaşmıştı. Bahsedilen planın hazır olduğunu bildiren kullanıcı Umman dışındaki tüm Körfez ülkeleri ve Mısır’daki medya, güvenlik, kültürel, eğitim ve dini kurumların birleştirileceğini ortaya atmıştı. İddiaya göre, Mısır ve Körfez ülkelerindeki halkın İsrail ile normalleşme sürecine karşı çıkmaması için siyasetten ekonomiye, dini kuruluşlardan eğitim faaliyetlerine kadar tüm sosyal aktiviteler organize davranacaktı. Kraliyet ailesi üyelerinden biri tarafından kullanıldığı düşünülen Müctehid isimli Twitter hesabı, düzenlemelerin ABD Başkanı Donald Trump’a sunulmadan önce Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve İsrail ortaklığıyla yapıldığını savunmaktaydı.
Prens Selman’ın: “Radikal İslam’ı şimdi yok edeceğim!” açıklaması
Suudi Arabistan’da tahtın tek varisi 32 yaşındaki Prens Selman Radikal İslam anlayışı ile mücadele edeceğini dile getirerek Batı’ya göz kırpmıştı. “Kültür Devrimi” olarak adlandırılan reform açıklamaları, İran Devrimi’nin etkisini de kırmayı amaçlamıştı. Prens Muhammed bin Selman’ın ülkenin “Ilımlı İslam”a geri döneceği şeklinde açıklaması uluslararası basında büyük yankı uyandırmıştı. Selman, İngiliz Guardian gazetesine: “Son 30 yılda meydana gelenler Suudi Arabistan’ı Devamını okumak için tıklayınız.

 


[1] http://www.merhabahaber.com / 06.03.2012

[2] Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN, MSP Genel Başkanı – TRT Basın Toplantısı, Yazarlar Soruyor – Nisan 1980 – http://youtu.be/8P1bOygfQ4I   24.Dk.

[3] 23 Nisan 1980 – Basın Toplantısı – http://youtu.be/UxLbDqLsirA

[4] https://www.youtube.com/watch?time_continue=28&v=CkenKhWnCDk

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.