BİR SEÇİM ANALİZİ VE SP KURMAYLARININ ERBAKAN’I UNUTTURMA SİYASETİ

695
Paylaş:

2 Temmuz 2018

Saadet Partisi, 2018 Genel Seçimleri’nde yüzde 1.36 oy oranıyla hayal kırıklığına uğramıştı. Saadet Partisi’nin oylarının birçok ilde CHP’ye yaradığı ortaya çıkmıştı. CHP, uzun zamandır milletvekili çıkaramadığı Adıyaman, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Nevşehir, Şanlıurfa ve Yozgat’ta, Saadet Partisi’nin oylarıyla ittifak sayesinde birer milletvekili çıkarmıştı. Öte yandan, Elâzığ’da Saadet Partisi’nin aldığı yüzde 3.4’lük oy ittifak gereği yüzde 10.6 oy alan CHP’ye aktarılmış, bu sayede CHP, 40 yıldan fazladır milletvekili çıkaramadığı Elazığ’dan bir milletvekili kazanmıştı. Bu seçimde sadece CHP listelerinden aday gösterilen Saadet Partili iki isim de milletvekili olmuşlardı. Buna göre, milletvekili adayları Cihangir İslam ile Abdulkadir Karaduman, Saadet Partisi kontenjanından TBMM’ye girmiş durumdaydı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 0.89 oy alan Saadet Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu, parti genel merkezinde bir açıklama yapmıştı. Karamollaoğlu, seçim sonuçlarına ilişkin “Bugün gördüğümüz neticeden çok daha iyisini beklerdik.” diyerek hezimet itirafında bulunmuşlardı.

Ayarları, amaçları, geçmişte Milli Görüş davasına ve Erbakan’a olan olumsuz ve sorumsuz tavırları ve saldırıları belli olan ve yıllarca Recep T. Erdoğan’ı alkışlayan Etyen Mahcupyan, Atılgan Bayar ve Cemile Bayraktar gibi yazar takımının seçime saatler kala Saadet Partisine oy vereceklerini açıklamaları ve Abdullah Gül’ün “suskunluk mesajları” da; bu kişilerin ve mahfillerin insafa ve intibaha gelip Saadet’e sarıldıklarını değil, maalesef Saadet Partisi’nin resmen ve ismen olmasa da fikren ve fiilen Milli Görüş davasından, Erbakan’ın kutlu planlarından ve kurtarıcı programlarından saptırıldığının bir ispatı olarak okunmalıydı.

Yani Etyen Mahcupyan “gen”lerinin gereği olarak “Durmuş Durduyan”lara sahip ve destek çıkmışlardı.

Bu durumu bile algılayamayan ve çok mutlu ve umutlu bir gelişme olarak yorumlayanlara ise, artık söylenecek hiçbir söz kalmamıştı. Bu arada, kendi partisinin de, başta SP, CHP ve İP, bütün muhalefetin de gerçek niyet ve mahiyetlerini ortaya koymalarına ve içyüzlerini açığa vurmalarına (ve güya değişime uğramalarına) sebep olduğu için Sn. Devlet Bahçeli’yi de kutlamak lazımdı.

Evet, 2018 yılı 24 Haziran seçimleri, Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu’nun kof politikaları ve programları açısından, tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Zaten Millî Görüş ruhundan ve Erbakan şuurundan uzak slogan ve savunmalarla, olumlu ve onurlu neticeler almak imkânsızdı. Hatırlayınız, Temel Karamollaoğlu 17.06.2018 tarihli TRT konuşmasında, bir tek kelime olsun; “Erbakan, Adil Düzen, Faizsiz Sistem, Havuz Yöntemi, İslam Birliği, Millî Görüş’ün farkı ve faziletleri, Refah Yol’un efsane hizmetleri…” gibi, bizi biz yapan konuları ağzına bile almamıştı. Diğer TV programlarında ve seçim toplantılarında da durum aynıydı. Hatta, Elâzığ konferansında bu kavramları inatla ağzına almadığı gibi; “Türkiye’de herhangi bir sistem değişikliği yapmayacakları, bu sistem içinde hayırlı hizmetleri başaracaklarını” açıklamış, ama maalesef “Yahu asıl sorunlar bu sistemden kaynaklanmaktadır!” diyen bile çıkmamıştı. Oysa bu seçimler, daha önce defalarca yazıp hatırlattığımız gibi; Adil Düzen, Faizsiz Sistem, İslam Birliği gibi ilmi, insani ve İslami projeleri anlatmak ve topluma alternatif sunmak için tam bir fırsattı. Ama maalesef, bile bile ve kof hesap ve heveslerle boşa harcanmıştı. Bizi asıl kahreden ise, partiye sızdırılmış bu üç-beş münafıktan ziyade, bunların kasıtlı ve tutarsız tavırlarına karşı, koca camiadan cesur ve sadık üç-beş duyarlı insanın çıkmamasıydı…

Partinin baş belası ve Pakradun münafığı daha önce: “Bizim görevimiz İslami talim ve tebliğdir, particilik değildir. Çünkü sonuçlar Allah’a aittir.” diyerek sahte bir tarikat şeyhi gibi ulema ve takva numarasıyla camiamızı oyalarken, bu seçim döneminde birdenbire: “Ne olursa olsun, mutlaka Meclis’e girmeliyiz, bunun için her yolu denemeliyiz. CHP, HDP ve İYİ Parti ile ittifaka girmeliyiz. Millî Görüş’ün sivri ve gereksiz söylemlerini terk etmeliyiz!” demeye başlamıştı.

Rauf Tamer denen küstah yazar, 05.06.2018 tarihli “Kolayı var” başlıklı yazısında:

“Apolet meselesine de bir cümleyle değinip geçeyim bari… Apolet sökmek kolay iş değildir. Nitekim, 20 yıl evvel Başbakan Erbakan’a p…… diyen bir generalin bile apoletleri sökülemedi… Temel Reis bunu iyi hatırlayacaktır!” şeklinde edepsiz ve erdemsiz bir tavır takınmış, Karamollaoğlu ve kurmayları ise maalesef bir tek satır olsun bunu yanıtlama gayreti taşımamıştı.

Her şeyden önce, SP’nin böyle bir seçim ittifakına girmesi en büyük hataydı!

Örneğin; 18. madde ilginçti ve oldukça karışıktı. Bu maddeleri, AKP tamamen kendi lehine olacak şekilde ayarlamıştı.

İşte Madde 18: 2839 sayılı Kanunun 29. maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiştir. “Ancak aynı ittifak içerisindeki siyasi partilerin her birinin geçerli oyu; ittifakı oluşturan siyasi partilerin, o seçim çevresinde tek başına aldıkları oy sayısına, ittifakın ortak oylarından gelen payın ilave edilmesiyle elde edilir. İttifak yapan her bir partiye ortak oylardan gelen pay; ittifak yapan siyasi partilerin tek başına aldıkları oyun, bu partilerin toplam oyuna bölünmesi ile elde edilen katsayının, ittifakın ortak oyu ile çarpımı sonucu elde edilir.”

Şimdi bu 18. madde nasıl yorumlanacaktı?

Öncelikle bu madde Anayasaya aykırıydı. Ortak oyların paylaşılması usulü, seçmen iradesi ilkesinin açıkça ihlali anlamını taşımaktaydı. Örneğin; bir il ya da ilçede İP-CHP-SP ittifakı 200 oy aldı. Bunlardan 50’si CHP, 40’ı İP ve 10’u SP, 100’ü ortak oy olsun. Ortak oylar 50, 40 ve 10 olarak paylaşılacaktır. CHP 100, İP 80, SP 20 olacaktır. Oysa, belki ortak yüz oyun 90’ı SP’li seçmen tarafından atılmıştı. Hadi yüzde hesabı yapmayalım da, daha basit bir yoldan yaklaşalım: Diyelim ki, 18. Madde’deki usulle SP’nin bütün oyları CHP’ye veya İP’ye aktarılacaktı. Peki, bu vebalin altından nasıl kalkılacaktı?

Madde 9: 298 sayılı Kanunun 98. maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Ancak, üzerinde sandık kurulu mührü bulunmamasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu filigranı, amblemi ve ilçe seçim kurulu mührü bulunan zarflar ile üzerinde leke veya çizik bulunsa dahi bunun özel işaret koymak amacıyla yapıldığı kesin olarak anlaşılamayan zarflar geçerli sayılır.”

9. madde nasıl okunmalıydı?

Dokuzuncu ve on birinci maddeler ile mühürlü zarf uygulaması kaldırılmıştı. Böylece, zarfların içindeki oy pusulalarının, sayım sırasında değiştirilebilme fırsatı sağlanmıştı. Özellikle sandık başında diğer partilerin temsilcilerinin olmadığı ya da ihbar üzerine kolluk güçleri tarafından sandık başlarından uzaklaştırıldığı durumlarda da bu tür hilelerin yapılması mümkün olacaktı. Mesela; herhangi bir sandıkta orada hazır bulunan bir SP’li yoksa; ve İP ile CHP kafa kafaya vererek, oy pusulalarını değiştirip, kendi aralarında bölüşmelerine kim engel olacaktı?

26. maddenin tamamını incelesek, kim bilir daha neler çıkacak!

Bu ittifak yapılırken acaba SP yetkilileri uyumakta mıydı? Veya nasıl bir şeytani mantık oyunu yürütüyorlardı ki, bu sakıncaları hiç dikkate almamışlardı? Peki ya Milli Görüşçüler?!.. Neden bütün bu olan bitene sessiz kalmışlardı? Oysa; Oy namustur. Oy emanettir. Oy tarafgirliktir. Saadet Partisi “Biz Hak’tan Tarafız” demenin TEK adresi konumundaydı. “Biz batıla taraf olacaksak, bu ittifak mı, iltihak mı” diye niye sorgulamamışlardı?

24 Haziran’daki parlamento seçiminde ilk kez işleyecek olan “ittifak sisteminde” kazanan milletvekillerinin sayısı nasıl hesaplanacaktı? Mevcut D’Hondt sisteminin ittifaklara göre yeniden ayarlanması, hesaplamada hangi yöntem değişikliklerini zorunlu kılacaktı? Aynı ittifak içinde yer alan partiler milletvekili paylaşımını kendi aralarında nasıl yapacaktı? sorularını yandaş yazarlar ve hukukçular bile yanıtlayamamaktaydı.

Bu hileli sistemin işleyişini tümüyle varsayıma dayanan bir senaryo üzerinden anlatmayı deneyelim. (A) diye adlandıracağımız ve TBMM’ye toplam 12 milletvekili gönderdiğini varsaydığımız bir il seçim çevresi kurgulayalım. Bilindiği gibi, sandıkta partilerin yanı sıra doğrudan ittifaklar için de mühür basılmıştır. Bu şekilde ‘Cumhur’ ve ‘Millet’ ittifakları için kullanılan oyların toplamları, tasnif aşamasında partilerin ve bağımsız adayların yanında her biri için açılan ayrı sütunlarda gösterilmiştir. İlçe seçim kurulları, sandık tutanaklarını birleştirirken; A) Siyasi partiler ile B) Bağımsız adayların her birinin aldıkları oy sayısını ve C) İttifakların ortak oy sayısı ile D) Ortak oylardan gelen payı tespit ederek tutanağa geçirilecektir.

Kilit kavram: “ittifak payı” olmaktaydı!

Burada karşımızda beliren ilk mesele, salt ittifaklar için kullanılmış ve ayrı bir haneye yazılmış olan oyların milletvekili dağılımında nasıl bir işleme tabi tutulacağıdır. Bu işlem, geçen 2018 Mart ayında 2839 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu’nun 29. maddesinde yapılan değişiklikte düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, her partinin oyu A) Kendi oyu ile B) İttifakın ortak oyundan kendisine gelecek paydan oluşuyordu. Yasaya göre, bu payı hesaplayabilmek için şöyle bir yöntem kullanıyoruz: A) İttifaktaki partinin tek başına aldığı oyu ittifak partilerinin toplam oyuna bölüyoruz B) Elde ettiğimiz katsayıyı ittifakın ortak oyu ile çarpıyoruz. Çıkan miktar bize partinin payını veriyordu. İlçe seçim kurulu, sonuçları bu payları ekleyerek il seçim kuruluna gönderiyor. Ancak il seçim kurulu aşamasına geldiğimizde hesaba katmamız gereken bir oy kategorisi daha bulunuyordu. O da yurtdışında ve gümrük kapılarında kullanılan oyların toplamından o ilde partilerin payına düşen miktarı oluyordu. İl seçim kurulu, ilçe seçim kurullarından gelen sonuçları, o ile gelen yurtdışı ve gümrük kapıları oylarıyla birleştirerek toplam sonuca ulaşıyordu.

Sonuçta ilçelerden gelen oyların ve yurtdışı oylarının toplamının çıplak olarak, yani ittifak payları eklenmemiş haliyle il bazında şöyle olduğunu varsayalım:

AKP: 250.000, CHP: 160.000, MHP: 50.000, İYİ Parti: 50.000, HDP: 50.000, SP: 30.000, Cumhur İttifakı: 10.000, Millet İttifakı: 10.000, Vatan Partisi: 5.000, HÜDA PAR: 2.500 İttifak oylarının payları eklendiğinde bu dağılımda artışlar meydana geliyordu. Örneğin, ‘Millet İttifakı’na kullanılan 10 bin oyun yaklaşık 6.700’ü CHP’ye, 2.100’ü İYİ Parti’ye, 1.200’ü SP‘ye gidiyordu. Keza ‘Cumhur İttifakı’na verilen oylar da daha çok AKP, daha az MHP olmak üzere iki parti arasında paylaşılıyordu.

O zaman (A) ili genelinde sandıktan çıkan ‘ittifak payları dâhil edilmiş’ seçim tablosu şöyle şekilleniyordu:

AKP: 258.300, CHP: 166.700, MHP: 51.700, İYİ Parti: 52.100, HDP: 50.000, SP: 31.200, Vatan Partisi: 5.000, HÜDA PAR: 2.500…

D’Hondt sistemi iki aşamalı işliyordu!

Şimdi sandalye dağıtımına başlayabiliriz. Aynı yasanın değiştirilmiş 34. maddesi, “İttifakın elde edeceği milletvekili sayısının hesaplanmasında, ittifak yapan siyasi partilerin toplam oyu esas alınır” diyor. Bir başka anlatımla, sistem, tasnif aşamasında ittifak içindeki partileri diğer partiler ve bağımsızlar karşısında blok, tek bir parti gibi denkleme sokuyordu. O zaman il bazındaki yeni sıralama şöyle oluyordu: Cumhur İttifakı: 310.000, Millet İttifakı: 250.000, HDP: 50.000, Vatan Partisi: 5.000, HÜDA PAR: 2.500

Bundan sonra D’Hondt sistemi iki aşamalı olarak işlemeye başlıyordu. Önce ittifaklar ve partilerin arasında D’Hondt işletiliyordu. Bu sistemde her bir ittifak ve partinin aldığı oy önce bire, sonra ikiye, sonra üçe, sonra dörde, beşe doğru artarak bölünüyordu:

Bunu yaptığımızda, Cumhur İttifakı’nın bölünmeleri şu sıralamayı gösteriyor: 310.000, 155.000, 103.000, 77.500, 62.000, 51.600, 44.285… Millet İttifakı’nın ilk beş bölünmesi de şöyle bir sıra izliyor: 250.000, 125.000, 83.300, 62.500, 50.000… Şimdi yapmamız gereken hepsini aynı denklem içine koyup rakamların büyüklük sırasına göre 12 milletvekilliğini paylaştırmaktı. Bu arada, HDP’nin de 50 bin oy aldığını unutmayalım. Bu sıralamada Cumhur İttifakı 6, Millet İttifakı 5 ve HDP 1 milletvekili çıkartacaktır.

İttifak içinde sandalye paylaşımı nasıl olacaktı?

Bitmedi. Şimdi sıra geldi ittifakın alacağı toplam milletvekili sayısının ittifak partileri arasında nasıl bölüşüleceği meselesine. Bu noktada D’Hondt sistemi ikinci kez ve sadece ittifak kümesi içinde devreye giriyor. AKP ve MHP’nin aldıkları (ittifak payları dâhil edilmiş ) oyları önce bire, sonra ikiye, sonra üçe, dörde, beşe şeklinde bölünüyor. Ardından rakam sıralamasında büyükten küçüğe doğru paylaşmayı ittifak içinde yapıyoruz. AKP şöyle bölünüyor: 258.300, 129.150, 86.100, 64.575, 51.660, 43.50… MHP: 51.700, 25.850… Bu durumda Cumhur İttifakı 6 milletvekili çıkartacağından, bu durumda sıralamada 5 milletvekilini AKP, 1 milletvekilini ise MHP alacaktır. Aynı yöntemi Millet İttifakı’na uyguladığımızda, 5 milletvekilinden 4’ü CHP’ye, 1’i İYİ Parti’ye gidecek ancak SP milletvekili çıkaramayacaktır. Sonuçta bu senaryoda (A) ili seçim bölgesinde AKP 5, CHP 4, MHP 1, İYİ Parti 1 ve HDP 1 milletvekilini TBMM’ye göndermiş olacaktır.

Sistem büyük partiyi gözetmek üzere kurgulanmıştı.

Burada verdiğimiz örnekte sistemin işleyişini mümkün olduğunca yalın bir şekilde anlatabilecek bir varsayım esas alınmıştır. Bu sistemin yol açacağı sonuçlar her ilin özel durumu ve özellikle ittifak için kullanılacak oyların büyüklüğüne bağlıdır. İttifak oylarının çok yüksek oranlara çıktığı durumlarda sistemin ittifak içindeki büyük partiye yarayacağı açıktır. Çünkü büyük partinin ortak oydan alacağı pay daha yüksek olacaktır. İttifak düzenlemesi küçük partiyi baraj sorunundan kurtarırken, büyük partiye de ek bir teşvik sağlamak üzere kurgulanmıştır.[1] Ve her türlü film ve fırıldağa açıktır.

İşte bu sakıncaları içlerine sindiremediklerinden Saadet Partisi Kars Milletvekili Adayı Sezgin Yıldız, Kağızman İlçe Başkanı Mehmet Karataş ve 24 kişi partilerinden istifa ederek AKP’ye kaymıştı!

Sezgin Yıldız ve Mehmet Karataş ile birlikte istifa ederek AKP’ye geçen toplam 24 partilinin rozetlerini Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan takmıştı. Daha önce Millî Görüş hareketinin defalarca CHP’nin zulmüne uğradığını söyleyen Sezgin Yıldız, “İlk başından beri sindiremediğim ancak sahada da fark etmiş olduğum bir şeyler vardı. Bugün muhafazakâr kesimin Milli Görüş’e, şahsımıza oy vermesi ve alacağımız oyların, ittifakta en çok alan CHP’ye geçecek olmasını ben sindiremedim. İstifa gerekçelerimden biri budur. Ülkemiz gerçekten çok sıkıntılı bir süreçten geçiyor, memleketimizde her zaman böyle onurlu, dik duran lider nasip olmaz. Recep T. Erdoğan’ın yanında bir nefer olarak, şer odaklarına karşı tüm ekip arkadaşlarımla Kağızman İlçe Başkanımız ve teşkilatımız olarak Cumhurbaşkanımızın yanında olduğumuzu ifade ediyoruz. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, bölgemiz için, Kars için Kağızman için bir değerdir bunu biliyorum. Sayın bakanımıza bir oy bile zarar vermemek için bugün onun saflarına geçiyorum ve destek olacağımızı ifade ediyoruz. Sahada bize söz veren vatandaşlarımızı, AKP saflarına, bakanımıza destek olmaya bekliyorum” diye konuşmuş ve tabi yılandan kaçarken çıyanın ağzına sığınmıştı.

Millet İttifakı’nın, güya muhalefet yaparken, PKK gibi milli sorunlar karşısındaki duyarsızlığı ve tutarsızlığı mide bulandırıcıydı!

Oysa Çözüm Süreci’nde AKP tarafından Kandil’le mektuplaşma hattı kurulurken haklı olarak: “Terörle müzakere edilmez, terörle ancak mücadele edilir.” diye karşı çıkmışlardı. Ve yine “Silahlı teröristler artık dağdan şehirlere kadar inip yerleşiyorlar, çadır mahkemeler bile kuruyorlar, ellerini kollarını sallayarak bölgede cirit atıyorlar, niye hâlâ tepelerine binilmiyor? Dağdakilerle nasıl masaya oturuluyor, pazarlık yürütülüyor? Vatan savunmasında askerin eli kolu niçin bağlanıyor?” diye feryat ediyorlardı. Ama bunların seçim sürecinde “Kandil’e operasyon düzenlenecekse buna ihtiyaç vardır ve elbette destek çıkmamız lazımdır!” demekten neden sakınmışlardı. O halde millet bunlara niye inansındı?

ABD ile AKP’nin danışıklı dövüş içinde olduğu sırıtmaktaydı. ABD bölge çıkarlarını en iyi Erdoğan’la koruyacağına inanmaktaydı.

ABD derin yapısının oyun kurucularından Alan Makovsky ikinci turda Tayyip Erdoğan’ın Meral Akşener’e veya onun partisinden bir kişiye başkan yardımcılığı teklifi yapacağını ve böylece seçimi kazanacağını ortaya atmıştı. Kısacası, ABD’nin Türkiye politikasını oluşturan adamlar işi gücü bırakmış, “Tayyip Erdoğan nasıl Başkan yapılır ve AKP nasıl Meclis’te çoğunluğu elde tutar, olmazsa açılımı yeni iktidara nasıl yaptırırız?” diye yeni oyunlar kurmaya başlamıştı. Zaten AKP’nin ve Sn. Erdoğan’ın Amerikan yörüngesinden hiç çıkmadığı halde, Türkiye dâhil 22 İslam ülkesinin haritasını değiştireceği söylenen Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlığını, Türkiye’de Yeni Osmanlıcılık diye tanıtmaya uğraştığı unutulmamalıdır. AKP, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak, bunun için Ege’deki Türk adalarında Yunan egemenliğini, Kıbrıs’ın tamamında Rum egemenliğini kabule yanaşmak dâhil, her türlü tavizi vermeye hazır durumdadır. Kendi ülkesinde, CIA’ya hizmet eden FETÖ’cüleri kozmik odasına sokan, kendi Genelkurmay Başkanı’nı hapse attıran ve AB’ye katılıp kurtulmakla övünç duyan bir iktidarın, ABD, İngiltere ve Rusya karşısında dik durması, güçlü olması imkânsızdır. Tek adamlık, işte bu teslimiyeti devam ettirmek için kurgulanmıştı. Ve bunların bekâ deyip durdukları, Amerikan bekâsı olmasındı!?

Devamını okumak için tıklayınız.

 


[1] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/24-haziran-sorulari-

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.